İŞGAL

Haberleri —

Amed şehrinin, 14 Temmuz 2012 günü Türk ordu ve polis gücü tarafından işgali, yeni bir süreçtir. Yeni süreçte Kürdistan, bütün olarak işgal edilmeyi bekleyen düşman toprakları, Kürtler ise topyekün olarak ordu, polis ve adliyenin baskısıyla teslim alınacak düşmandır. Düşmanı boğmak için, şehirlerde silahlı direnişe zorluyor.
O nedenle, TC’nin yazılı hukuku düşman için, geçerli değildir. Kürtlere dair hukuk, Faşist şefin günlük konuşmalarıyla belirleniyor.
 Mesela, siyasi partilerin gösteri yürüyüşleri, mitingler düzenleri, meseleler hakkında görüş ve çözüm yollarıyla yöntemler açıklamaları TC yasalarının dokunulmaz haklardır.
BDP, TC yasalarına uygun kurulmuş bir siyasi partidir. O da, kendi tabanının sorunlarını anlatmak ve kitlelerle paylaşmak için bir miting düzelnemek istemiş, ama Başbakanın emriyle bu hak yasak duvarıyla, ellerinden alınıyor. Amed’de yapılan budur.
Burada bir parantez açmak istiyordum. AKP’den öncekiler, en azından kendi yasalarına saygılı olacak kadar ahlaklıydılar. Utanacak yüzleri vardı.
Sıkıyönetim mi? Generallerin önersiyle hükümet, kararını alıyor, parlamentodaki çoğunluk onaylıyor, sonra yürürlüğe koyuyordu. Usul buydu.
Fakat, bunca formaliteye gerek yok, artık. Çünkü, devlettir. AKP’nin şefi Recep Tayyip, tek kişilik karar makamı…
Ta başından beri, sözünü esirgemeden tekrarladığı İtalya’nın Faşist diktatörü Musolini’nin “tek”lik narasına uygun olarak orduyu, polisi, adliyeyi, basın ve yayın (medya) kuruluşlarını ele geçirmiş, bütün mevzuatı hakimiyetini sürdürecek biçimde değiştirmiştir, zaten.
Türk ordusu, 1980’de Sıkıyönetim rejimine dayanarak, Taksim meydanını işgal etmiş, işçilerin girişini yasaklamıştı. Parlamentonun ve hukuk yerine de karar veren biri var şimdi. Önünde hesap sorulamayan merci, güç bulunmayan Recep Tayyip’tir o.
Kadınların kaç çocuk doğruması gerektiğine de karar veren Recep, sabah hangi ruh haliyle uyanıyorsa, ona göre sıkıyönetim ilan ediyor. Bir gün hizmete girmeyen sivil Kürt çocuklarını Roboskî’de topluca katlediliyor, ertesi gün parlamentodan habersiz komşu ülkeye savaş ilan edip, sınıra terör kampları kuruyor, keşif için gönderdiği uçağı düşürülünce de, üstünü kapatıyordu.
Bu kafanın, bir sabah uyandığında da, ordunun 1960’da İstanbul’da yaptığının benzeriyle Amed şehrini işgal edip, Kürt halkına ders vermeyi kararlaştırıyordu.
Düşmanlarıyla boy ölçüşmeye gireceği ise bir gün önce belliydi. Dicle ve Fırat Haber Ajansları karartılmıştı, çünkü. Karartma, çetelerin hamlesi öncesinin tedbiri, dünyadan gizlenecek bir zalimliğe gidip, suç işleyeceğinin somut belirtisiydi.
Nitekim öngörümüz bizi yanıltmadı. Ama devlet tavrı değildi. Çete hareketi, çetebaşının meydan okumasıydı, bu.
Mevcut ordu birlikleri ve polise ek olarak ta İstanbul, Ankara’dan polis gücü aktarılmış, şehrin il ve ilçelere açılan bütün yolları tutularak girişler yasaklanmış, cadde ve sokaklara Almancası Panzer olan tanklar yerleştirilmiş, kendince işgal bir gün önceden tamamlanmıştı. Ertesi gün Amed’de sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, caddeler, parklar boşaltılmış, kendince ortalıkta insan bırakılmayarak zafer kazanılmıştı.
Şizofreni, Faşist diktatörlerin ortak hastalığıdır. Megolomani, yani manyaklık denilen Şizofreni Enver Paşa, Hitler ve Musolini, Saddam Hüseyin’in de hastalığıydı. Onlar kurdukları halllere, gördükleri rüyalara inanıp, atağa geçen birer manyaktı. İnsan gibi düşünmeyi, konuşmayı bilmeyen manyaklıklarının kurbanı oldular. 
Bugün, Enver gibi imparatorluk hayalleri kuranların ne zaman, nerede ve hangi kazığa saplanacakları henüz belli değil, ama şimdilik ilk hedefleri, baş düşman Kürtler… 
İmparatorluğa açılan yolun onları sindirmede geçtiğine inanıyorlar. Bu amaçla, Amed’i ordu ve polis gücüyle işgale kalkışıp, insanlarını yarı kör, bakamaz, nefes alamaz hale getiren gaz bulutu altına aldılar.
İşgal, zehirli gaz ağırlıklı, ama 1992-93 zulmünün tekrarıydı.
Fakat yanıldılar. Dirençsiz bir işgalin zaferini yaşayamadılar. Çünkü bu defa, karşılarında korkuyu yenmiş ve direnişe geçmiş Kürt kitle vardı. BDP lideri Selahattin Demirtaş, adını aldığı Selahaddin Eyyubi kadar korkusuzca, en önde ve işgalcilerin nihai sonunu haber veren haykışıyla “Kürdistan Faşizme mezar olacak” diyordu.
Kürtler, genci, çocuğu, ihtiyarıyla, yüreklerindeki nefretten göç alarak direniyorlardı. Sokakları teslim etmemekle, Kızılderili liderin beyaz işgalciye haykırışı olan “senin onurunu kıracağız” sözünü hayata geçiriyorlardı.
Kadınlar önde temsilcileri Aysel Tuğluk, Gültan Kışanak, Pervin Buldan, Emine Ayna ve diğerleri…
Pervin Buldan, gaz bombasıyla yaralı yerdeyken, Recep Tayyip, yukarıya kalkan dudağıyla kurdun diş göstermesini andıran ve insanım diyen herkesi utandıran bir sırtışla, “miting yapacaklarmış, ne mitingi ya, işte halleri ortada” diyordu.
Bırakın bir ülkede Başbakan olmayı, olaylara sebebiyet veren bir çete başı bile böylesi bir zulümden zafer sırıtışı çıkaramazdı.
Seçim, vergi toplama ve askerlik vakti vatandaş da değil, “sevgili vatandaş” olan Kürtler şimdi düşmandı. Onursal direnişlerinin başkenti işgal edilerek “sen yoksun, bir kere daha yok olduğuna karar verdim, yok olduğunu umudunun şehrinde gözüne soka soka gösteriyorum” demeye getiriyordu, Şizofren çetebaşı.
Kürtler artık onun dilinde de “sevgili vatandaş” değil, topyekün düşmandı. Onların oyuna ihtiaycı yoktu. MHP’yi yedeklemiş, Demirel’in 1970’de satın alması gibi dinci bir partiyi topluca kaldırıp, saflarına katmış, Başkanlığa giden yolda, 1970’lerin benzeri yeni Milliyetçi Cepheyi kurmuştu.
Cepheyi sevinç delisi yaparak, safları sıkıştırma adına, Kürtleri düşman ilan etme zamanı, Amed’in işgali bunun ilk ayağıydı. 
Ama beklenmedik direniş, Şizofrene beklediği zafer narasını attıramadı. Çünkü, şehri teslim alamadı.
Kürtler, erken bir refleksle, şehirde silah çekme tuzağına da düşmediler.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.