İşkenceye dikkat!

Arzu DEMİR yazdı —

  • “Güçlendirilmiş parlamenter sistemci” ittifak ile restorasyoncu burjuva bloka yedeklenen kimi emekçi sol güçlerin yüksek siyaseti, halka karşı işlenen işkence suçunu görmezden gelse de, işkence bir devlet politikası olarak hala orada duruyor.

Halkın içinde bulunduğu durum, memleketin “yüksek siyaset” gündeminde maalesef kendine yer bulamıyor. Maraş merkezli depremlerin üzerinden neredeyse iki ay geçecek. Ancak hala halkın barınma sorunu bile çözülebilmiş değil. Enkazların altında resmi rakamlara göre 50 bini aşkın insanın can vermesi yetmezmiş gibi, enkaz kaldırma işlemleri de asbest ve zehirli kimyasallara karşı herhangi bir önlem alınmadan yapıldığı için yeni halk sağlığı sorunlarına ve ölümlere kapı açıyor. Tablo yoksul halk için ağırlaşırken faşist şef Erdoğan, önce helallik istedi, seçim tarihini ilan ettikten sonra da oy istemeye başladı. İktidarda kaldıkları 20 yıllık süre yetmezmiş gibi, Erdoğan daha da süre istiyor. Restorasyoncu burjuva bloka yedeklenen kimi emekçi sol güçler ve Millet İttifakı ise her şey 14 Mayıs’ta kurulacak sandıklarla düzelecekmiş gibi bir yanılsama yaratarak, halka, “İki ay daha dayanın, dişinizi sıkın” diyor.

Halkın talep ve ihtiyaçları daha şimdiden seçim borsasında bir malzeme haline gelirken, deprem gerçekliğini unutan “yüksek siyasetin” görmezden geldiği bir diğer nokta ise artan işkence vakaları.

İşkence hala bir devlet politikası olarak devletin “makbul” görmediği Kürtlere, kadınlara, devrimcilere, mültecilere, itiraz edenlere karşı hapishanede, karakolda, sokakta yaygın bir biçimde uygulanıyor.

Depremin hemen ardından Antakya Altunözü’ nde gözaltına alınan Ahmet Güreşçi adlı genci jandarma döve döve öldürdü. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Amiri Hanifi Zengin, her sokak eyleminde kadınlara, gençlere, LGBTİ+’lara özellikle cinsel taciz dahil işkence yapıyor. Bu fail polis hakkında şikayetçi olan Ezilenlerin Hukuk Bürosu’nun avukatlarından Sezin Uçar’a göre, Hanifi Zengin, işkence yapmak için seçilmiş ve görevlendirilmiş bir isim, “Tıpkı bir dönemin Sedat Selim Ay’ı gibi” diyor.

Son bir örnek ise Lice’de 14 yaşındaki bir çocuğun başına gelenler. Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre, Lice’de bir çocuk, sırf Kürt olduğu için 21 Mart günü evine giderken, “Ural” tipi zırhlı polis aracına bindirilerek kaçırıldı, işkence gördü ve sonra da ölmesi için ıssız bir yere atıldı. Bu işkenceyi yapan 5 polis gözaltına alındı. Fail polisler İsmail Akkuş, Emre Özcan ve Gökhan Bay, “kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ve kasten yaralama” suçundan tutuklandı. İki polis ise serbest bırakıldı. Lice Cumhuriyet Başsavcılığı ve müşteki vekillerin itirazı üzerine işkenceci polis amiri Aykut Oral ve polis Hayrettin Çakmak hakkında tutuklama kararı çıkartıldı. Ancak bu iki polis, haklarında tutuklama kararı yokmuş gibi, Lice Sulh Ceza Hakimliği tarafından yeniden ifadeleri alındıktan sonra, “adli kontrol” kararıyla serbest bırakıldılar.

Failin devlet olduğu halka karşı işlenen her suçta olduğu gibi cezasızlık zırhıyla faillerin korunmak isteneceği bir yola girilmiş durumda. Ortada daha başından niyetini belli eden bir yargı pratiği var. Amed Barosu Başkanı Nahit Eren’in de belirttiği gibi, 5 polisin, 14 yaşındaki bir çocuğa yaptıkları, devletin yasalarına göre de “işkence” olarak tanımlanmasına rağmen, savcılık ve hakimlik, ortada adli bir mesele varmış gibi “kasten yaralama ve alıkoymaktan” işlem yaptı. Avukat Eren, bu duruma itiraz ederken, “Kamera kayıtları var. Ural tipi denilen zırhlı araç içinde kamera kayıtları var. İlçe merkezinde çocuğun alınıp, ilçe içerisinde gezdirilmesi, sonra ilçe dışına çıkarılması. Bunların hepsi hem fiziki hem de psikolojik şiddeti barındırıyor” diyor.

Ortada bir işkence suçu var. Çünkü çok açık ki, bu 5 polis, bir Kürt çocuğuna karşı devletin silahlı gücü olmanın yetkilerini kullandılar. Bu çocuğu “polis” gücüyle durdurup, zırhlı polis aracına bindirip işkence yapıp, kenara attılar. Çünkü, devletin polis gücü oldukları için cezasız kalacaklarını biliyorlardı.

Bu işkence olayında aynı zamanda kayıtdışı bir gözaltı durumu da söz konusu. Fail polisler, bu durumu “Çocuğun siciline işlemesin diye kaydetmeden şehir dışında serbest bıraktık” sözleriyle açıklayarak, suçtan kurtulmaya çalışıyor. Ancak Amed Baro Başkanı Nahit Eren’in de çok yerinde yaptığı tespit ile “ortada çocuğun korunması ya da yararının gözetilmesi” gibi bir durum yok, “öldürmeye teşebbüs var”. Avukat Eren, “Çocuğu bağlayıp yaralı bir şekilde şehir dışına atmak ölüme terk etmektir. Çocuk kendi beyanında, bağlı olan kollarını taşlara sürterek bağını açabildiğini söylüyor. Ben teknik hukuk boyutuyla baktığımda da burada öldürme kastı olduğu kanaatindeyim. Yaralı bir çocuğu bağlı bir şekilde gecenin o saatinde şehir dışında dere kenarına atmanın başka bir niyeti olamaz” diyor.

Siyasi soykırım saldırıları, tutuklamalar, işkenceler, faşist şeflik rejiminin olağan hali. Ancak seçim süreci ile birlikte bu saldırılarda artış yaşanması da kuvvetle muhtemel. Çünkü faşist rejimlerde, seçimler, iddia edildiği gibi demokratik bir atmosferde geçmiyor. Yakın tarihimiz bunun örnekleri ile dolu.

“Güçlendirilmiş parlamenter sistemci” ittifak ile restorasyoncu burjuva bloka yedeklenen kimi emekçi sol güçlerin yüksek siyaseti, halka karşı işlenen işkence suçunu görmezden gelse de, işkence bir devlet politikası olarak hala orada duruyor. Faşist devlet, ister “parlamenter sistem”li ister “parlamenter sistemsiz” orada durdukça da, durum değişmeyecek.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.