İznimiz, onayımız yok!

Kendilerinden izin alınmadan Ahmet Kaya filmi çekildiğini ve şarkılarının dahi eklenmediğini belirten Gülten Kaya, yapılanları “bir sanatçının başka bir sanat dalı üzerinden yağmalanması” olarak tanımladı.
YAVUZ ÖZCAN
Ahmet Kaya’nın hayatının kendisinden izinsiz şekilde beyazperdeye uyarlanmasına tepki gösteren Gülten Kaya “kifayetsiz muhterisler” ve “sanat hırsızları” olarak tanımladığı kişilerin çektiği filmlerde sanatçının gerçek hayatının yansıtılmadığını belirtiyor. Gülten Kaya, “İçinde Ahmet Kaya şarkısı olmayan Ahmet Kaya filmi mi olur? Yapılan iş bir sanatçının başka bir sanat dalı üzerinden yağmalanmasıdır” diyerek tepkisini ifade ediyor. Kendilerinin onayı olmadan çekilen filmlerin Ahmet Kaya’nın hayatını gerçek anlamda yansıtamayacağını belirtiyor Gülten Kaya. “Hayatında ne fiilen ne de düşünsel olarak tek bir kez yan yana bile gelmemiş, en ufak bir fikri olmayan insanlar, bu filmi ve filmleri yapmaya çalışıyorlar” diye Kaya ile yönetmenliği Hakan Gürtop ve Gani Rüzgar Şavata’nın yaptığı “İki Gözüm Ahmet” filmine ilişkin konuştuk.
“İki Gözüm Ahmet” filmi sizden izin alınmadan mı çekildi? Siz yapılanı “vahşi bir sömürü” olarak yorumladınız. Ortada ticari bir kazanç olayı mı var?
Bunları yaptığım basın toplantısında belirttim. Bir kez daha uzun uzadıya anlatmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Ahmet Kaya şarkısı olmayan bir Ahmet Kaya filmi ya da filmlerinin yapılmaya çalışılması, absürd olmanın da ötesinde, onun üretimine katkı sunmuş değerli şairler, söz yazarları ve diğer bestecilere karşı da büyük bir hadsizlik ve büyük bir saygısızlıktır. Dolayısıyla yapılan iş bir sanatçının başka bir sanat dalı üzerinden yağmalanmasıdır maalesef. Ahmet Kaya’yı taklit etmeye soyunan sanat hırsızı figüranların hali de acıklıdır. Onayımız olmadan çekilen filmlerin, Ahmet Kaya sevenlerine ve kendilerine karşı saygısızlıktır. İçinde Ahmet Kaya şarkısı olmayan Ahmet Kaya filmi mi olur mu?
Ahmet Kaya, acıtanın değil, acıtılanın yanında, erkin yanında değil, sokağın içinde olan biriydi. Ama sadece solcular, sosyalistler değil; muhafazakârlar, hatta milliyetçiler bile şarkılarını dinlerdi. Sizce nasıl oldu da farklı kampları müziğinde birleştirebildi?
Ahmet Kaya toplumcu ve muhalif bir sanatçıydı. Hiçbir gerçek sanatçı eserlerini politik kimlikler altında toplanan gruplara özel yapmaz. Hissettiğini yapar. Eğer hayatın içinde bunun karşılığı varsa, o eserler gider ve kendi adreslerine ulaşır. Yaşadığı 43 yıl boyunca içinden geçtiği ve tanıklık ettiği zamanlar belli. Askeri darbeler, kayıplar, faili meçhul cinayetler, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki engeller, kimliklerin merkez dışında itilmesi, emek mücadelesinin, demokratikleşmenin önündeki direnç, Kürt meselesi ve bunların sonuçları vb. birçok başlık açabiliriz. Bunlar birer realite. Tüm bunların sanatla ifade edilmesi hayatın içindeki tüm farklı inanç, kimlik ve fikirdeki insanları da etkiliyor elbette. Sanat en birleştirici alanlardan biridir.
Ahmet Kaya ve şarkıları Türkiye yakın tarihi gibi... Biraz hafıza tazeleme, biraz yakın tarih yüzleşmesi gibi...
Aslında biraz değil, fazlasıyla öyle. 70’li 80’li ve 90’lı yıllar boyunca başta Kürt halkı olmak üzere, bu coğrafyada yaşanmadık/yaşatılmadık acı kalmadı diyebiliriz. Tarihe ve onun gerçeklerine rağmen inatla ve aymazlıkla sürdürülen bir yok sayma ya da merkezileştirme, tek-tipleştirme tutumu üzerinden iki kuşak yok edildi neredeyse. Cezaevleri, işkenceler, ölümler… Elbette hafızamız ne yazık ki tanıklık ettiğimiz bu gerçeklerle oluşuyor. Bilincinizi ve kalbinizi ve ruhunuzu sarsan şeyler de doğaldır ki üretiminize yansır.
Magazin Gazetecileri Derneği ödül töreninden dört gün sonra, Hürriyet Gazetesi başta olmak üzere birçok ana akım medya Ahmet Kaya’yı hedef gösterdi. Bu linç girişimi sizi tedirgin etti mi?
Toplumların kendi kültürel ve geleneksel kodları olduğunu düşünüyorum. Mesela ‘linç’ bunlardan biridir. Gençliğimde aylık bir dergi için dosyalar yapıyordum ve bunlardan birinin üst başlığı ‘Türk Aydınında Tarih Bilinci’ idi. Hiç unutmam, Çetin Altan’la bu konuyu konuşurken bana dedi ki, “Batı toplumlarında düello geleneği vardır, biz de ise pusu. Onlar yüz yüze ve teke tek dövüşürler, biz de ise haince arkadan dolaşılır ve pusu kurulur.” İşte bu da kodlardan biridir. Bu kodlardan arınamamış ve yalancı bir tarihle baş başa bırakılan toplumların sokağındaki ya da medyasındaki acıklı refleks de linç oluyor işte.
Ahmet Kaya’nın Fransa’ya gidişi nasıl oldu?
Devlet Güvenlik Mahkemesinde(DGM) yargılandığı davada yurtdışında çıkış yasağı konulmadan çok önce ben bir Avrupa turnesi sözleşmesi yapmıştım ve bunun ihlali de bir takım yaptırımlar içeriyordu. Avukatlarımız bu gerekçeyle yasağın kaldırılması başvurusunda bulundular ve kabul edildi. Dolayısıyla yurtdışına ilk çıkışı turnenin gerçekleşmesi vesilesiyle oldu ama neredeyse her konserden sonra farklı ve absürd gerekçelerle yeni davalar açılmaya, medya marifetiyle yeni manipülasyonlara başlanınca anladık ki, amaçlanan başka şeyler var ki o arada tehdit mektupları ve telefonların da ardı arkası kesilmiyordu. Bir süre Avrupa’da kalmasına, en azından can güvenliği bakımından karar verdik ama o Paris’i tercih etti. Orada geçici bir düzen kurduk. Hikayenin devamını biliyorsunuz…
Sürgünde nasıl bir Ahmet Kaya vardı?
İnsan kendi haklılığına inandığı oranda güçlüdür. Ahmet hep çok güçlüydü çünkü haklıydı. Fakat hayatımızın ikiye bölünmüş olması, bir müzik insanı olarak onun kendi üretim atmosferinden, müziğin mutfağından, sokaktan, sevdiklerinden koparılmış olması ve yapılan devasa haksızlık onu çok incitiyordu, bunu kabullenemiyordu. O yıllarda katıldığı bir TV programında bunu çok net ifade etmişti zaten.
Paris’teki dostlarıyla (başta Sayın Kendal Nezan olmak üzere) zaman geçiriyor, konserler yapıyor, dil öğrenmeğe çalışıyordu. Ben zamanın yarısı onun yanında oluyor, diğer yarısında ise işlerle ve çocuklarla ilgilenmek için İstanbul’a dönüyordum. Her dönüşümde kalbime bir taş otururdu. Bu duyguyu hiç yenemedim.
Yaptığı son albümün bir şarkısında, bazı dostlarına kendisini yalnız bıraktıkları için ince bir sitem var. Ahmet Kaya, dostlarına kırgın mı ayrıldı?
‘Dostluk’ kavramının çok göreceli olduğunu düşünüyorum. Ahmet Kaya bahsinde dostluktan ziyade egemen olan tutum korkuydu sanırım. Korkuyla şekillenen duygunun adı zaten dostluk olmuyor. Kırgın mıydı sorunuzun cevabını o zaten bir eserinde dillendirmişti.
O gecede Ahmet Kaya’ya hakaret edenler gelip sizden özür dilese affeder misiniz?
Hayat affetsin onları. Ve eğer varsa vicdanları affetsin!
O gece Ahmet Kaya’nın söyleyeceğini belirttiği Kürtçe parçanın hazırlığı ne aşamadaydı?
O sırada yeni bir albümün repertuar hazırlığını yapıyorduk, seçimler yaklaşıyordu ve seçim barajı belası üzerinden milyonlarca Kürdün iradesi sıfırlanıyordu. Ahmet’in kendi anadilinde bir eser okumak istemesi, o döneme bir moral olması anlamı da taşımanın yanı sıra, devam edecek süreçte Kürtçe besteler de yapabilme hayaliydi. Yarım kaldı…
Eşinizin Paris’teki mezarını sık ziyaret eder misiniz?
Elbette. Yılda bir kaç kez gidiyorum ve orda kaldığım süre içerisinde de mümkünse her gün başucunda oluyorum. Bir ritüelim yok ama kırmızı bir gül bırakıyorum başucuna. Bazen acı biber saksıları. Bazen ondan bir çiçeği (ç)alıp Yılmaz Güney’e götürüyor, ondan bir çiçeği de Ahmet’e getiriyorum. Bir tür iletişim kuruyormuşum duygusu yaşıyorum işte kendimce.
Jim Morrison, Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya... Bu komşuluk size iyi geliyor mu?
Tabi ki. İki Kürt ve muhalif sanatçının bulunduğu yerde onlar gibi sıra dışı ve uzlaşmayan bir başka genç sanatçının/sanatçıların olması son derece anlamlı.
