Jenosit ve etnosit kıskacında Kürtçe

  •  Jenosit esas olarak ırk/etnisite ile ilgilidir ve azınlık veya öteki olarak görülen ırkın/etnisitenin fiziksel olarak ortadan kaldırılmasını, yok edilmesini hedefler. Etnosit ise bir ırkın/etnisitenin fiziksel olarak yok edilmesi değil, kültürlerinin, insanların yaşama ve düşünce biçimlerinin sistematik bir biçimde yok edilmesidir.

SERHAD ALAN

Siyasetin bir konusu olarak dil meselesi egemenlik, tahakküm ilişkileri ve buna karşı direniş mücadeleleri ile doğrudan bağlantılıdır. Bu alandaki literatürün en kaba özeti şöyledir: Ulus-devletler egemenliklerini kurma ve sağlamlaştırmalarının yolu olarak homojen kimlikli bir hayali cemaat yaratmaya odaklandılar. Bu homojen cemaatin yaratılması için standartlaştırılmış bir dili olan ulusal bir kimliğin yüceltilmesi; diğer taraftan da buna alternatif olabilecek her türlü dil ve kimliğin bastırılması, yok edilmesi hedeflendi. Bu süreçteki yağma, yıkma, öldürme, yok etme politikaları ile ilgili analiz yaparken, Fransız antropolog Pierre Clastres’nin, Şidddetin Arkeolojisi isimli eserinde kullandığı iki kavrama başvurmak açıklayıcı olabilir(1). Clastres’a göre tahakküm peşindeki ulus-devletler, hedeflerine ulaşmak için jenosit ve etnosit yöntemlerine başvurmuştur. Jenosit esas olarak ırk/etnisite ile ilgilidir ve azınlık veya öteki olarak görülen ırkın/etnisitenin fiziksel olarak ortadan kaldırılmasını, yok edilmesini hedefler. Etnosit ise bir ırkın/etnisitenin fiziksel olarak yok edilmesi değil, kültürlerinin, insanların yaşama ve düşünce biçimlerinin sistematik bir biçimde yok edilmesidir. Diğer bir deyişle, jenosit insanların bedenlerini hedef alırken, etnosit insanları beyinlerinde yok etmeyi hedefler. Ancak, jenosit ve etnosit yöntemleri birbirlerinden kalın çizgilerle ayrılmaz, zira ikisi arasında dinamik bir ilişki bulunmaktadır. Buna göre jenosit, soykırımdan sağ kurtulabilenlere etnosit uygulanabilmesini kolaylaştırırken, etnosit de tarihsel sürece bağlı olarak jenoside giden yolu açabilmektedir.

Dönüştürerek hizaya getirme

Her iki yöntem de dil politikaları açısından ortak bir sonuç tahayyül eder. Jenosit söz konusu olduğunda ortada bir dili konuşabilecek insan bırakılmaz. Etnosit ise egemen kılınmak istenen dil dışındaki dilleri inkar etme, görünmez kılma, bastırma, dışlama veya manipülasyon gibi çeşitli teknikler ve teknolojiler kullanılarak ortadan kaldırılmasını arzular. Ve her iki yöntemin uygulanması da egemen addedilen topluma mensup bireylerin “rızası” alınarak mümkün olur. Dolayısıyla bu rızanın imal edilmesi için iki farklı söylem dolaşıma sokulur. Jenosit benimsendiğinde, “öteki” her türlü kötülüğün kaynağı olarak görülür ve onu fiziksel olarak ortadan kaldırmak dışında bir seçeneğin olmadığı dolaşıma sokulur. Etnositte ise “öteki” dönüştürülerek hizaya getirilir ve bunun öteki’nin “iyiliği” için yapıldığı iddia edilir. Diğer bir deyişle hümanizm söylemi devreye sokulur. Ancak, etnosit öteki hakkında bu türden bir “düzeltme” veya “iyileştirme” çabasına girince öteki’yi hiç bir zaman kendisi ile eşit seviyeye koymaz. Bu ilişkinin doğası gereği birisi “düzelten”, diğeri de “düzeltilen” olmaktadır. Dolayısıyla yapısal bir hiyerarşi kurulur en başından.

Referanslar yok edildi

Türkiye’de egemenlik ve tahakküm ilişkilerine, özelde de Kürtçe’ye karşı benimsen dil politikalarına bakıldığında, yukarıda çizilen çerçevenin geçerli olduğu görülür. Farklı kavramlara başvursa da, bu konuyu ele alan yeterince bilimsel kaynak bulunmaktadır. Bu kaynaklar, Ermeniler başta olmak üzere Süryanilere, bölgesel olarak Kürtlere uygulanan jenosit hakkında ve bunun günümüze kadar devam eden sonuçlarına odaklanmaktadır. Etnosit bağlamında ise Türklüğün karşıtı olarak kurgulanan Kürt, Ermeni, Laz, Arap, Çerkez ve Süryanilere ait referanslar yok edilmiş, dağların, taşların, ovaların, nehirlerin, köylerin isimleri değiştirilmiş, insanlar anadillerinde “ıslık çaldığı” için bile para cezasına çarptırılmış, kendi dillerinde yazdığı için yazarlar, aydınlar ağır cezalara çarptırılmış, anadili Türkçe olmayan çocuklar okullarda ötekileştirilmiş, dilleri, aksanları ve bir bütün olarak kimlikleri yüzünden aşağılanmıştır.

Kürtçe konuştukları için linç edildiler

Eski dönemin kapanıp yeni bir sayfanın açıldığı iddia edilen 2000’li yılların başından itibaren bile, cezaevlerinde tutulan siyasi tutsakların aileleri ile kendi dillerinde konuşmalarına izin verilmemiş, inşaatlarda çalışan yoksul Kürt işçiler kendi aralarında Kürtçe konuştukları için linç edilmiş, diller yasaklanırken bile adları anılmamıştır. Türk gibi Türkçe konuşmadıkları sürece insanlara ekmek kazanmak bile haram edilmiş. Devletin en yetkili ağızlarından, Kürtçe’nin “medeniyet dili olmadığı ve bu dilde eğitim yapılamayacağı” söylenmiştir. Buna karşı, binbir emekle ve büyük bedeller ödenerek elde edilen kazanımlar bile baskı ve zor politikaları ile dağıtılmaya çalışılmıştır.

Yeniden üretilerek sürdürülüyor

Son 5 yılda bir taraftan fiziksel olarak ortadan kaldırmaya yönelik saldırılar diğer taraftan kayyumlar yoluyla sürdürülen politikalar, Türkiye’de jenosit ve etnosit mekaniğinin yeniden üretilerek sürdürüldüğünü göstermektedir. Bu gerçek, söz konusu politikalara ve pratiklere karşı mücadele eden birey ve kurumlar, bu konuda söz söyleyen tarafsız kişiler tarafından yeterince açık bir şekilde dile getirilmektedir. Belki de bu konuda söyleyecek yeni bir söz kalmamıştır. Ancak, bu mekaniğin devam edebilmesini sağlayan en önemli faktörlerden biri olan egemen toplumu oluşturan bireylerin rızalarının sürekli olarak yeniden imal edilmesi yeterince tartışma konusu edilmemektedir. Belki de, jenosit ve etnosit kıskacında dil mücadelesi yürütenlerin bu gerçeğe daha fazla vurgu yapması ve buna karşı stratejiler geliştirmeye çalışması içinde bulunduğumuz zor zamanlarda kısmi bir nefes almaya yardımcı olacaktır.

•Clastres, Pierre (1994). Archeology of Violence. Semiotex(e). New York.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.