Kalpazanların dindarlığı

Haberleri —

Kirli, karanlık ağızlarda dolaşmasın, kalpazanlar, hırsız, soyguncu ve dolandırıcılar el sürmesin diye din, kanunlarla seçim malzmesi olmaktan çıkarılmıştı.

Kemalizmin en iyi yanı bu olmalıydı.

Fakat, Kemalizmin demir zırhlı muhafızı da olan Demokrat Parti (DP), 1950’de iktidar olunca, yasaklar kenarından, köşesinden didiklenerek, yavaş yavaş aşındırılmış, din giderek kalpazanlara malzeme olmaya başlamıştı.

Dinle ilgisi, dindarlıkla ilişkisi, ibadetle tanışıklığı bile olmayan politikacılar, dindarları kandırıp oylarını alma adına, uğradıkları köy ve kasabalarda, vakitsiz camiye koşup, aptestsiz, namaza duruyorlardı.

Bu bir kalpazanlıktı. Kalpazanlar, aynı vakit namazı bir kaç camide kılıyor ve “vay be, mubarek adam” diye alkışlanıyor, ardından topladıkları oylarla servet niteliğinde maaşa konuyor, paye kazanıp, parlamento girişinde polisin selama durduğu “beyefendi” oluyor, bu arada gecekondudan köşklere, saraylara taşınıyor, kaportası sallanıp her parçası, perçini ayrı ziller, tefler çalan arabadan inip, özel siparişle zırhlı araçlara biniyorlardı.

Kalpazan, dün el öpen iken, önünde el öpme kuyrukları uzuyordu.

Az gelişmişlikte cehalet hevengi dünya kalpazanlar cennetiydi. Her açıkgöz gücüne göre vurgun vuruyor, av diye gördüğünün ardından yetişip, yakaladığını “sevabına” soyuyordu. Toplumun “alt tarafları”nın kalpazanları da, dinin para ettiğini görünce, semt ve mahalle bazında tezgah kuruyor, “mübarek adam” sıfatıyla bahtsız ev kadınları üzerinde çalışmaya başlıyorlardı. Kocası tarafından aldatılan, çocuğu olmayan genç kadınların derdine şifa olma vaadiyle okuyup üfleyerek, göbeklere Arap harfleri diye çiziktirmeler yapıyor, ne içerdiğini kimsenin bilmediği muskalar yazıyorlardı. 

Fukara insanlara umut pazarlamak kazançlıydı. Pazar iş yapan tarikat ve cemaatlerle dolmuştu. Türk gazeteleri, 1970’lere kadar bunların tecavüzcülüklerini hikaye ediyordu, sık sık…

1965’de DP’nin mülküne konan Süleyman Demirel döneminde, “okumuşlar kesimi” denilen Diyanet memurları sektöre girince, yeni cemaatler oluşmaya başladı. Konya Müftüsü Tahir Büyükkörükçü, Diyanet İşleri Başkan yardımcısı Yaşar Tunagür, vaiz Fethullah Gülen bunlardan üçüydü. Karadenizliler ise İstanbul’da üstlenmişlerdi.

“Cemaat” ruhu siyasette yer ediyor, öbür yanda kazançta holdingleşiyordu.

Süleyman Demirel, artık medya ordusu eşliğinde Cuma namazlarına gidiyordu. Erbakan ve Özal, onun açtığı yolda yürüyerek, oylarını çoğaltacaklardı.

Demirel, Erbakan’ın 1970’lerde cennet anahtarlı gösteriye çıkması üzerine, daha hızlı dindar görünme hamlesiyle, meydanlarda Kur’an öpme törenselliğine çıkmıştı.

Kur’an’ı okuyan ve hakkkıyla bilenin yok derkesinde az olduğu bir yerde, dinci görünmenin parasal ve politik getirisi büyüktü. 12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren’in rejimi insan asıyor, işkenceyle cinayetler işliyor, ama General meydanlarda, dindar kisvede ayetler haykırıyor, “babam imamdı” diyordu. Oysa babası imam değil, Fransız şirketinin kolcusuydu.

2002’de iktidar olan AKP’nin iki lideri Gül ve Erdoğan, söylemleriyle cami önlerini siyaset alanına çevirdiler. Erdoğan, imam okulundan mezuniyetini, meydanlarda bağırarak, herkesten çok dindar görünme avantajına dönüştürüyordu.

AKP daha kurulurken din, siyasetlerinin en güçlü ayağıydı. Din vurgusu, her hamlede biraz daha üste çıkıyordu. Cumhurbaşkanlığı seçiminde işi ayetler okumaya kadar götüren Erdoğan, daha sonra gittiği taziye evinde, durumdan görev çıkarıp bunu tekrarlıyor, televizyonlarda naklen yayımlanıyordu.

Erdoğan, bu seçimde Engizisyon sorgucusu edasıyla rakiplerinin din ve inançlarını sorguluyor, birini Alevi, ötekini Zerdüşt diye sıralıyordu. Ancak, “ben çok dinciyim” silahını ağırlıklı olarak Kürtlere karşı ateşliyordu.

Çünkü, Kürtlere söyleyecek başka sözü yoktu. Kürtlerin fiili kazanımlarının dışında, yasalarla güvenceye alınmış tek bir ilerleme yoktu. Yatırım deseniz, Kürtlerden aldıkları vergi haraç olarak kalıyordu. “Askeri kale”ler, mayına karşı önlem olarak asfalt yolun ötesine geçen yatırım yoktu. Banka kredileri de şartlı ve kısıtlıydı.

Rojava’daki düşmanca tutumu, IŞİD ile bütünleşmeydi, Kürdistan’da. Aşiretler, AKP’yi dışlayarak tepkilerini ortaya koyuyorlardı.

Düşmüş, yerde çürümüş, kiralık adam olarak cahş olmuş Kürtleri öne çıkarması, onları kazanmada da fayda vermiyordu. Yalncıya güven yoktu, artık…

Kısacası, AKP Kürtlerin sessiz isyanıyla iktidarı kaybediyordu. Dindar görünme çabasıyla, Siirt’ten sonra Urfa’da da Kur’anlı gösteriye çıkıyor, Kur’an’ın Kürtçe çevirisini havada sallayıp, Kürtleri “bunlar” yapıyor ve “bunların Kur’an’la ne alakası var?” diyordu.

Kürtlere din öğretme çırpınışıydı, bu. Oysa Kürtler Medreseleri, yetiştirdiği bilgeleriyle öğretmendi. Bu ise had bilmezlikti, hakaretti..

AKP Kürdistan’da kovuluyordu. Anketlerin gösterdiği sonuç buydu…

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.