Katliam davası tam 16 yıl sürdü


Tinate Katliamı davasının peşini bırakmayarak, 16 yıllık sürüncemeden sonra da olsa ağır cezaların çıkmasında dava ısrarını sürdürerek etkili olan ve katliamda yakınlarını kaybeden Osman Acar, 27 Temmuz 2010’da Fırat Haber Ajansı’na konuşmuştu ve anlattıkları, hem katliam dönemine hem de sonrasına ışık tutuyordu.
Kafası gövdesinden koparılan ve beyni dağıtılan kişiden söz etmiştik. O kişi İsmet Acar’dı. Çalpınar Köyü’nün muhtarıydı ve Osman Acar’ın kardeşiydi. Osman Acar, korucuların kendilerine yönelik baskıların katliamla sınırlı kalmadığını anlatıyordu: “Korucular tarafından savrulan tehditler yüzünden evimizde kalamıyorduk. Yine aynı köyde oturan kardeşimin evinde kalıyorduk. 2 sene sonra bir gece aniden yine Cengiz Kaçmaz’ın başını çektiği korucular evin önüne geldiler. Saat sabaha karşı 03.00’dü. ‘Aç kapıyı, yoksa evi bombalarız’ diyerek kapıyı yumrukladılar. Eşimin, ‘Burada erkek yok, gidin’ demesine rağmen evi taramaya başladılar. Oradan çok zor kurtulduk. Sonradan 850 mermi topladık evin içinden. İmdadımıza köylüler yetişti. Sonradan bu durumdan rahatsız olan bazı köylüler toplanıp, ‘Osman Acar siz burada oldukça biz bunlardan kurtulamayacağız. Bu köyden gidin yoksa hem kendinizin hem de hepimizin başını belaya sokacaksınız’ diyerek, bizim gitmemizi istediler. Biz de sabahın erken saatlerinde hayvan postları giyerek koyunların arasına karıştık ve bir çobanın eşliğinde dağlardan geçerek kaçtık.”
Hayvan postları giyerek ve sürünün içinde dağlardan kaçarak kurtuldular mı? Elbette, hayır! Zorunlu göçün adresi onlar için İzmir’di ve burada da rahat yoktu: “Orada da rahat bırakmadılar. Evimiz her gün polislerce basılıyordu. Bir gece geldiler ve benimle eşimi Terörle Mücadele Şubesi’ne götürdüler. Tam bir ay inanılmaz işkenceler gördük. Eşimi başka bir yere koydular, beni başka bir yere. Bir ay boyunca kaba dayaklardan geçirildik. Ben HADEP üyesi olduğum ve üzerimden HADEP kartı çıktığı için geceleri üç kez dayak yiyordum. Falakaya yatırılmaktan artık kalkamaz bir duruma gelmiştim. Filistin askısında saatlerce bekletiyorlardı. Başka, karanlık bir odada tutulan eşimi çırılçıplak bir halde yanıma getiriyorlardı. Vücudunun her tarafı yara bere içersindeydi. O hiç açmadığı güzel saçları darmadağın olmuştu. Onur kırıcı laflar söylüyorlardı. Karımı coplarla önümde taciz ediyorlardı.”
‘O asi davadan vazgeçsin’
Yıllar yılı vahşeti yaşayan Osman Acar, 10 Mayıs 2009’da ise Dicle Haber Ajansı’na konuşmuştu: “Korucubaşı Cengiz Kaçmaz’ın adamları her yerde beni takip ediyorlar. Kardeşim aracılığı ile kaç defa haber gönderip ‘O asinize söyleyin davadan vazgeçsin. Yoksa hepinizin Azrail’i olurum. Onu arabanın arkasına bağlayıp köpek gibi süründürürüm köyde’ diyerek tehditlere defalarca maruz kaldım. Mahkemede bile korucular hakimin, savcının gözü önünde beni tehdit ettiler.”
Osman Acar, aynı zamanda katliamdan sonra terk ettikleri topraklarına korucuların el koyduğunu söylüyor ve ekliyor: “Korucubaşı Cengiz Kaçmaz’ın baskı ve tehditlerinden bir türlü kurtulamadım. Başıma bir şey gelirse bunun sorumlusu korucubaşı ve onu hala görevde tutan yetkililerdir. Artık köyüme dönmek istiyorum. Bu korucu denen katil, ırz düşmanı, talancı sistemine son verilmesini istiyorum.”
Talep edilen şeyler belli ve meselenin sadece bir olay bazında ele alındığında bile çok daha kapsamlı olduğu görülüyor. Mesele sadece cinayete kurban gidenlerle sınırlı olmuyor, örneğin yakınları Osman Acar’ın sürekli tehdit edilmesi, ailenin diğer fertlerinin can güvenliğinin olmaması, yerlerini yurtlarını terk etmeleri ve bunun doğurduğu maddi-manevi kayıplar, el konulan arazilerin hukuksuz bir şekilde geri verilmemesi, zorunlu göçün sonucunda gittikleri yerlerde hala insanların potansiyel terörist sayılarak her türlü işkence ve zulme maruz kalması… Bütün bunlar bir sistemle karşı karşıya kaldığımız göstermeye yetiyor da artıyor. Bu nedenle kötülüğün kaynağı olan sisteme son verilmedikçe benzer onlarca, yüzlerce olayı yaşamak mümkün hale geliyor.
Sadece Tinate mi?
Aktüel Dergisi, Tinate Katliamı’nı konu alan haberinde koruculuk sistemine de değiniyordu. Tinate Katliamı’ndan yaklaşık iki ay sonra 10 Haziran 1992’de Bitlis Tatvan’da yine bir minibüsün taranması sonucu 13 köylünün katledilmesini ve Siirt Eruh’ta Ramazan Keskin adlı yurttaşın korucular tarafından öldürülmesini yakın dönemde yaşanan vakalar olarak örnek gösteren dergi, korucuların karıştığı haraç toplama, kız kaçırma gibi olaylara da yer veriyordu. “Koruculuk sistemi 1987 yılından bugüne, üzerinde şiddetli tartışmalar süren bir kurum. Ama hiçbir zaman bu ölçüde şaibe altına girmemişti. ‘Savcılık yapacağım’ diye tutturan cesur bir insanın soylu inadının vurduğu neşterin altından yalnızca Midyat vakası değil, için için büyüyen bir tümör çıkıyor” diye yazıyordu dergi ve korkunç bir olayı daha aktarıyordu: “Midyat Savcısı Recep Kibar, Tinate’de kovan toplarken Midyat’ın bir başka köyünde, Turgali yakınlarında bir aracın önü kesiliyor ve yaylım ateşi açılıyor. Minibüste 3 yaşındaki Hamza Bulut, 12 yaşındaki Abdurrahman Yeşilmen ile Mehmet Candan ve Hacı Bedur ölü olarak çıkarılıyorlar. Yedi de yaralı var. Olay kuşkulu.”
21 Nisan 1992’de Savcı katliam yerinde kovanları topladığı sırada Turgali’de yaşatılan katliam gerçekten kuşkulu muydu? Yıllar sonra gelecek olan bir itiraf kuşkuya yer bırakmayacaktı, hem de daha fazlasını ortaya koyacak şekilde...
Sıra Turgali’ydeydi
Savcı Recep Kibar’ın 21 Nisan 1992’de Tinate Katliamı’nın yaşandığı yerde mermi kovanlarını topladığı sırada yakın köy olan Turgali’den de bir katliam haberi gelmişti. Bu katliam gerçekten kuşkulu muydu? Kimsenin pek bilmediği ya da bilmek istemediği katliamlar arasında yer alan bu olay, yıllar sonra gelecek olan bir itirafla aydınlığa kavuşacaktı. İlk kez burada bu katliama da (ayrıntılarına yer veremezsek de) dikkat çekmiş olacağız.
26 Şubat 2010’da, Tinate Katliamı’ndan 18 yıl sonra, katliama katılanlardan ve bu nedenle yargılananlardan korucu Ethem Seyhan, Dicle Haber Ajansı’na (DİHA) çarpıcı itiraflarda bulundu. Korucu Seyhan yaktıkları ve katliam, işkence, hakaret yağdırdıkları köylerin ve köylülerin listesini veriyordu:
“Korucu olduğumuzda Kutlubey Köyü Jandarma Karakol Komutanı Haydar Kürekçi ve o dönem Mardin’de korucubaşı olan Cengiz Kaçmaz ile birlikte Turgali, Çele, Gültepe (Bizgure), Koyular (Cibilgirabê), Kovanlı (Miştîne), Dalaç (Barbej), Unsallı (Sade), Kayabağlı (Karmete), Çalpınar (Site), Kersibanê, Şakumlu (Gunde Şex Alî), Kayabaşı (Keberzute), Hayalpınar (Mikre), Toptepe, Çanlıdere (Hevîrne), Bacinî, Denkê, Aferê, Gunde Halit, Goma Berana ve daha ismini bilmediğim birçok köyü biz yaktık. Köylülere ‘Ya korucu olursunuz ya da buraları terk edersiniz’ diyorduk. Köy meydanında toplayıp çırılçıplak soyarak dövüyorduk. Birçok köylüyü de sulardan geçerken ıslanmamak için yanımızda götürüp sırtlarına biniyorduk. Ben bunlara bizzat şahit oldum ve kendim de yaptım.”
Korucu Seyhan da itiraf etti
Tinate Köyü korucularının yaptığı bütün kirli işlerin başını korucubaşı Cengiz Kaçmaz’ın çektiğini anlatan Ethem Seyhan, katliamla ilgili olarak da şunları anlatıyordu: “Korucubaşı Cengiz Kaçmaz, akşam korucuları toplayarak ‘Yarın Çalpınar Köyü’nden Midyat’a 3 PKK’li gidecek. Biz de arabaların önünü keserek onları yakalayıp devlete teslim edeceğiz ve bizi mükâfatlandıracaklar’ dedi. Sabah saat 05.00 gibi arabalarla 27 korucu ve Kutlubey Köy karakolundan Uzmançavuş Ali ve Arif de bizle birlikte geldi. Alkadasuse bölgesine geldik, burada pusuya yatarak Çalpınar arabalarının gelmesini bekledik. Aradan bir saat geçti ve araba geldi. Hemen önünü kestik ve yolcuları indirdik. Cengiz Kaçmaz, bütün yolcuları tek sıraya dizerek, onlara ‘Ben kimin ismini okusam öne çıkacak’ diye bağırdı. Daha sonra 4 ismi saydı, onlar öne çıktılar. 4 kişiyi yan yana dizen korucubaşı, silahının namlusunun en başta bulunanın karnına dayayarak ateş etti. 4 kişi orada yere yığıldı. Daha sonra hepimiz arabayı taradık.”
Ethem Seyhan, olayla ilgili tam bilgi vermekten kaçınıyordu, o yüzden de bazı şeyleri yerli yerine koymaktan çekindiği anlaşılıyordu. Nitekim son derece kaygılı bir şekilde konuştuğu anlaşılan ve üstten de olsa, aynı zamanda hala vahşeti tam olarak itiraf edememenin hazımsızlığını barındırsa da, korucu Ethem Seyhan, anlattıkları bu bilgilerin haber olarak gazetelerde yayınlanması ardından itiraflarını geri çekti ve böyle bir açıklamada bulunmadığını ileri sürdü. DİHA’da ses kayıtları bulunmasına rağmen korucu Ethem Seyhan’ın böyle bir tutum içine girmesinin daha sonra birlikte çalıştığı korucuların ve “devlet bağlantılarının” haberin yayınlanması ardından kendisini tehdit etmesinden kaynaklandığı ortaya çıktı.
‘Neden katliamı anlattın’ tehdidi
Nitekim Ethem Seyhan, 6 Eylül 2011’de Fırat Haber Ajansı’na (ANF) neler yaşadığını şöyle anlatacaktı: “Gazeteciye anlattıklarım bir gazetede (Günlük Gazetesi) çıkmıştı. Bunun için gözaltına alındım. Cengiz Kaçmaz da (Tinate Köyü korucubaşı) orada oturuyordu. Önce haberin bana ait olup olmadığını sordular. Ben de haberin bana ait olduğunu söyledim. Bunun üzerine yanımda duran iki korucu bana vurmaya başladılar. Sonra askerler bizi ayırdı. Daha sonra karakol komutanı bana ‘Sen kimsin lan! Bu anlattıkların Ankara’yı karıştırdı’ dedi. Ben de dedim, ‘Siz bizi kullandınız yıllarca sonra da bütün suçu bize yüklediniz.’ Bunun üzerine bana hakaretler edip, beni ölümle tehdit ettiler. Sonra da beni Midyat Savcılığı’na götürdüler. Savcı bana haberi sordu, ben de aynen kabul ettim, beni serbest bıraktı. Korucular tarafından defalarca tehdit edildim. Tehditler artınca geri ailemle birlikte İzmir’e geldim. Can güvenliğim tehlikede köyüme gidemiyorum. Devlet beni yıllarca kullandı, sonrada bu hale getirdi. Ne benim ne de ailemin can güvenliği yok. Beni bu hale getiren devlet bana ne kadar yardımcı olur ki? Halkımın adaletine sığınıyorum.”
Burada her zamanki saçmalık durumu ise, verilen beyanların soruşturulması yerine neden bu beyanları veriyorsun şeklinde sorgulamdır. Son derece vahim olan iddialarla ilgili hiçbir hukuki girişim başlatılmadı. Bu durumu not etmekte fayda var.
Goma Berana’da vahşet yaşatıldı
Her şeye rağmen korucu Ethem Seyhan’ın anlattığı bazı olaylar da (yine maddi olguları tam olarak yerli yerine koymadan ve üstten anlatsa da) insanın kanını donduruyordu.
“Cengiz Kaçmaz, köyümüzün yakınında bulunan Goma Berana denilen bir yerde 16 kişiyi çırılçıplak soyarak onların ellerini kollarını bağladı, daha sonra da traktörlerin arkasından sürükleyerek Kutlubey Köy karakoluna kadar sürüklemişti. Köy karakoluna getirilen 16 kişinin koruculuğu kabul etmemesi üzerine evleri yakıldı ve köyden çıkartıldı. Daha sonrada o 16 kişi de köyden çıkartıldı. Cengiz Kaçmaz ve Yüzbaşı Hasan bütün köyleri dolaşarak korucu olmayan köylülere işkenceler edip onların evlerini yakıp köyden çıkartıyorlardı. Köyde hata yapanlara ise birer silah getirme cezası veriyordu. Cengiz Kaçmaz’a silah getirmeyen kişiye ise günlerce işkence ediliyor ve adamın o yılki bütün gelirine el konuluyordu. Cengiz Kaçmaz, işkence ettiği ve evlerini yaktığı kişileri tehdit ederek, olayı PKK’ye yüklemelerini istiyordu. Köylüler de korkudan tutanaklara öyle imza atıyorlardı. Yine Cengiz Kaçmaz, 3 kişiyi karakola götürerek günlerce işkence etmiş daha sonra Kayseri’den gelen askerlere teslim etmişti.
Askerlerin korucu olmayan üç kişiyi PKK’li göstererek cezaevine attığını duydum. Yine köy evlerini basarak, kaçak olan silahları evin içine koyup sonra da onları ‘PKK’li yakaladık’ diye devlete teslim ediyorduk.”
Gazetecinin ölümü ve ölüm kuyuları
Hatırlayabildiği olayları sistematik olmasa da anlatan korucu Ethem Seyhan’ın dile getirdiği bazı olaylar, yaşananları aydınlatmaya yardımcı oluyor. Ethem Seyhan’ın gazeteci İbrahim Polat’ın öldürülmesine ilişkin tanıklığı da şöyle: “Biz araziye çıkmıştık. Dohmuk mezrasında birini yakaladık, korucubaşı Cengiz Kaçmaz bize yakalananın bir gazeteci olduğunu belirterek, askerlere haber vermemizi istedi. Tam o sırada Midyat Alayı’na bağlı 3 askeri araç yanımıza geldi. Hepimizi oradan uzaklaştırdılar. Daha sonra odunlarla yakalanan kişiyi vurmaya başladılar. Kısa bir süre sonra sesler kesildi. Sonra öğrendik ki o gazeteci orada işkence ile öldürülmüş. Bir gün yine aynı yöne doğru gittik, korucubaşı elinde bulunan 2 tane kaçak kalaşnikofu soyadını bilmediğim Hamit diye birinin evine koymamızı ve daha sonra evi arayıp o silahları ona yüklememizi istedi. Biz de yaptık ve Hamit’i yakalayıp askeriye ye teslim ettik.”
Şırnak/Silopi’de BOTAŞ kuyuları, faili meçhul cinayete veya gözaltında kaybedilenlere mezar olmakla meşhur. Nusaybin ve Midyat’da bulunan su kuyularının da benzer amaçlarla kullanıldığı Ethem Seyhan’ın itiraflarından anlaşılıyor: “1993 yılında Kutlubey Köyü ve Cibirnak Köyü arasında Ahmet isimli bir dolmuş şoförünü PKK’ye yardım ettiği gerekçesi ile korucubaşı Cengiz Kaçmaz, Kutlubey Köyü Karakolu’ndan Uzmançavuş Aslan ile birlikte köyün yakınında bulunan Bugarge mevkiine götürüp öldürdüler ve orada bulunan su kuyusuna attılar. Daha sonra da bizi konuşmamakla tehdit ederek, kişiyi görmediğimizi söylememizi istediler. O kuyuda belki 10’nun üzerinde ceset vardır. Çünkü birinin ölümü olacaksa orada yapılıyordu.”
Katliamın bugüne uzanan bağı
Korucu Ethem Seyhan’ın da katıldığı Tinate Katliamı, birçok yönüyle aydınlatılmış durumda ve kamu vicdanı, yakınlarını kaybederin adalet hisleri tam olarak tatmin edilmese de, belli bir yargılama sonucuna vardırıldı. Ancak kuşkusuz bu yargılama oldukça zoraki sonuçlar doğurdu ve neredeyse ortaya çıkan karar da imkansızın başarılması düzeyinde ele alınabilir ki, belki de en fazla bu yönüyle önemsenebilir. Çünkü benzer onlarca olayda, bırakın yargılamanın yapılması ve zoraki de olsa bir kararın çıkması, hiçbir şekilde davaların açılması bile söz konusu olmadı. Ancak bu olayla ilgili verilen karar, her ne kadar bu yönüyle önemsenebilir bir haldeyse de, yine de Ethem Seyhan’ın anlattıkları ve bağlantılı birçok husus hala aydınlatılmayı bekliyor. Bu nedenledir ki, aynı sistem sürdürüldüğü ve sistemin yürütücü gücü olarak kontr-gerilla, asker ve korucu aklandığı, kollandığı için, aradan yıllar da geçse benzer sonuçları görmemiz mümkün oluyor.
Tam da bu noktada bir hususa dikkati çekmekte fayda var ve bu durum hakikaten katliamlar zincirinin ve bunun devlet sistematiğinde ve Kürt sorunu bağlamında nereye oturtulduğunun anlaşılması bakımından son derece önemli.
Tinate Katliamı sonrasında köye giden Özgür Gündem Gazetesi’nin muhabiri Mehmet Şenol’a, isminin açıklanmasını istemeyen bir korucu son derece dikkat çekici bilgiler veriyordu. Bu bilgilerin, elbette, yıllar sonra başka bir dramın bağlantıları olarak karşımıza çıkacağını kimse kestiremezdi ve bu nedenle sadece bir ayrıntı olarak kalmıştı. Ancak yıllar sonra hem Kürdistan’da yaşanan dramların esasında zincirleme ve bir sistem bütünlüğü içinde ele alınması hem de adaletin yerini bulmamasının vahim sonuçlar doğurması açısından üzerinde durmayı hak ediyor.
İsminin açıklanmasını istemeyen köy korucusu Özgür Gündem Gazetesi’nin muhabirine verdiği şu bilgiye dikkatle bakmakta fayda var: “Cengiz Kaçmaz ve İsmail Taş binbaşının helikopteriyle köyden ayrılırlar bazen üç gün bazen yirmi gün gelmezler... Asker elbisesiyle bazı olaylara karıştıklarını biliyoruz. Bunların ayrıca Midyat’ta Mala Çelebi Aşireti’nin Reisi Korucubaşı Süleyman Çelebi ile de çok yakın ilişkileri olduğu biliniyor.”
NURİ FIRAT
