Kayyumun talim ettiği yola minnet eyleyen Ahmet Aslan

Pir Sultan Abdal, 16. yüzyılda yaşamış bir halk ozanı ve Alevi Kızılbaş inancının kanaat önderlerinden biridir. Sivas ili Yıldızeli kazası Banaz köyünde yaşamıştır. Dönemin Osmanlı devleti (Kanuni Sultan Süleyman yahut Yavuz Sultan Selim padişahtır. Tarih tam olarak bilinmemektedir), halka ağır vergiler koymakta, bu vergileri ödeyemeyen halkın mallarına el koymakta ve ağır bir zulüm politikası yürütmektedir. Sünni bir karaktere sahip olması hasebiyle de özellikle Kızılbaş inancındaki halka misliyle ağır bir zulüm yaşatılmaktadır.
Banaz’daki dergahta Pir Sultan’ın müritlerinden olan Hızır, Pir Sultan’dan destur ister; payitahta varıp talim edeceğini, devlet yönetimine gelip bu zulmü sona erdireceğini söyler. Pir Sultan bilir, Hızır’ın tuttuğu yolun yol olmadığını, devlet tezgahında iş tutanların nasıl kendi halkını biçen birer bıçağa döndüğünü. İyi bilir bilmesine de, Hızır kararını vermiştir, tıyneti bu yol üzeredir. “Ey Hızır, payitahttan geri dönüp pirini berdar etmeyesin der” ve uğurlar Hızır’ı.
Hızır, gel zaman git zaman bir Osmanlı paşası olur ve Alevi Kızılbaş isyanlarını bastırmak için Sivas’a gönderilir. Pir Sultan Abdal’ı ayağına çağırtır ve bir ziyafet sofrası kurdurur. Pir Sultan, bu sofraya oturmayacağını, bu sofranın saltanatın sofrası olduğunu, haram lokma karıştığını söyler. Aslında bu Hızır Paşa’nın Pir Sultan’a uyguladığı bir testtir. Hızır, anlar Pir Sultan’ın kendisine eyvallah etmeyeceğini. Pir Sultan’ı zındıklıkla suçlayarak idama mahkum ettirir. Pir Sultan’a pişman olması için son bir şans verir ve içinde ‘Şah’ kelimesinin geçmediği bir deyiş söylerse onu affedeceğini söyler. Bunun üzerine Pir Sultan Abdal, her dörtlüğünün son dizesinde “Açılın kapılar, Şah’a gidelim” dizesinin olduğu deyişini söyler ve idam ipini kendi boynuna geçirir. Burada “Şah” kelimesi Hz. Ali’yi temsil etmekle birlikte Alevi-Kızılbaş inancının tüm toplumsal inanç ve değerlerinin bir temsilidir aynı zamanda. İçinde “Şah” geçmeyen bir deyiş söylemek, kendini ve tüm inanç ve değerlerini inkar etmek demektir.
Dönemin muktedirleri tarafından derisi yüzülerek öldürülen Seyyid Nesimi de bir filozof, bir şair, bir inanç adamı olarak iktidarla arasındaki ilişkiyi bir deyişinde şöyle tarif eder:
Har içinde biten gonca güle minnet eylemem
Sırat-ı müstakim üzre gözettim rahimi
zalimin talim ettiği yola minnet eylemem
bugün buldum bugün yerim hak kerimdir yarına
zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına
rızkımı veren Hüda’dır kula minnet eylemem
cümlenin rızkını veren ol gani seddar iken
yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem.
Kayyumun talim ettiği sofraya minnet eyliyor
Ne de güzel, ne de içten, ne de ağzını yüreğinden gelen nefesle doldurarak söyler bu deyişi, bugünün Alevi-Kızılbaş ozanlarından Ahmet Aslan. Alevi-Kızılbaş katliamının en ağır yaralı coğrafyası Dersim’in ozanı Ahmet Aslan. Yüzyılların kıyımının, devleti bilince çıkarmanın nasıl da öfkesiyle doludur sesi, “Zalimin talim ettiği yola minnet eylemem” derken.
Bugünün saltanat erbabı, kayyum marifetiyle Kürtlerin bütün kültür sanat kurumlarına el koyarken en çok da sanatçıları davet etti halktan gasp ettiği haram lokmalarla kurduğu saltanat sofrasına. Bütün iktidarlar iyi bilir, sanatçısını alt etmeden, onu iktidar sofrasının çanak yalayıcısı yapmadan yenmek mümkün değildir bir halkı. Nice sanatçı müsveddesi tamah etti bu sofralara, şimdi saltanata kapı kulu olma devridir deyü. Şimdi Ahmet Aslan, kayyum gaspına maruz kalmış Cegerxwîn Kültür Merkezi’nde Seyyid Nesimi’nin sözlerini terennüm ediyor. Kayyumun talim ettiği yola minnet eyliyor, yarınki lokmanın hesabını yapıyor.
İktidarların, haramilerin haram lokmalı sofralarına tamah edip bu sofralara diz çökenler, biline ki halkların alın terinden damıtılmış helal lokmalı sofradan ebediyen kovulmuşlardır. Ve bir de şu biline ki, Ahmed Arif’in de dediği gibi, “dövüşenler de var bu havalarda.”
