KDP ve bağımsız Kürt devleti


Mahabad Cumhuriyeti Kürtlerin 20. yüzyıldaki en dikkate değer bağımsızlık ve devletleşme girişimiydi. Bölgenin işbirlikçi ajan rejimleri ve modernitenin büyük güçleri arasında ciddi bir gerilime neden oldu. Yine büyük umutlar ve hayal kırıklıklarına da vesile oldu. Kuşkusuz günümüz açısından da geçerliliği bulunan büyük dersler bıraktı.
ABD’nin 2003’te Irak’a müdahalesi ardından şekillenen Güney Kürdistan Federe Kürt yönetimi bağımsızlık ve devletleşme yolunda Kürtlerin ikinci girişimi olarak tarihe geçti. Mahabad gibi Güney Kürdistan Federe Kürt yönetimi de dış bir güce dayanarak çıkış yaptı ve güç olmayı esas aldı. Bunlardan Mahabad hüsranla sonuçlanırken Federe Kürt Yönetimi büyük risklerle karşı karşıya bulunuyor. İkisi de devletçi bir perspektifle kurulmuştur. Mahabad’a yaşamak için hiçbir seçenek verilmezken Federe Kürt Yönetimi’ne yaşayabilmesi ve ayakta kalabilmesi için birçok seçenek sunuldu.
Ne yazık ki bu seçenekler ağırlıkla Kürt halkının ve bölge halklarının aleyhine seçeneklerdir. Büyük güçlerin lehine ve çıkarına hizmet ettiği oranda Kürtlere yer verme yaklaşımı hala değişmedi. Buna kendini yatırmak, başka güçlerin onayı, izni ve şartlarına bağlı olarak devletleşmek belki bir kısım Kürt için kazandırabilir; ancak kaybettirdiği ve kaybettireceği Kürtlerin sayısı kesinlikle daha fazladır. Bunu anlamak için Federe Kürt Yönetimi’nin sınırları içinde küçük bir tur atmak yetecektir.
Barzani’nin başkanlığını güvenceye almak, KDP’nin yaşadığı daralma ve tecridi durdurmak, bölgesel ve küresel karanlık güçlerle girilen kirli ortaklıkların devamını sağlamak için Barzani KDP’si bağımsızlık ilanı ve bir Kürt devleti söylemini yeniden gündemleştirmeye başladı. Bu nedenler bilenen nedenler. Asıl üzerinde durulması gereken ise bunun dışında, bilinmeyenler.
Güney ve Rojava birbirine karşı kullanılmak isteniyor
Kürtlerin üçüncü bağımsızlık ve özgürlük girişimi ise Rojava’da gerçekleşiyor. Dış bir güce dayanmayan, kendi öz gücü üzerinde yükselen ve devletleşme amacı taşımayan bu girişimiyle Kürtler; kendi demokratik siyasal sistemini inşa etme, bunu diğer halklarla paylaşma ve bölgenin sorunlarına alternatif bir çözüm sunma gibi iddialı bir duruş içinde.
Sayın Öcalan’ın özgürlük paradigmasına dayanan Kürtlerin bu seçeneği özellikleri ve ilkeleriyle yaşama gücünde olduğunu ve geçen her gün gelişme gösterdiğini şimdiden kanıtlamış bulunuyor. Tabi bu, bölge sömürgeci ulus devletleri ve gerici rejimleri kadar küresel sistemin de şimdiden alarm zilleri çalmalarını beraberinde getiriyor. Bölgenin kültürel-tarihi-siyasi dokusuyla uyumlu olması ve öz gücü esas alarak, farklılıkları zenginlik kabul etmesi demokratik içeriğiyle buluşan Rojava modeli çözüm modeli olarak yükseliyor.
Gücünü halka dayanmasından ve halkın doğrudan siyasete katılmasından, sistemin kuruluşunu, geliştirilmesini, savunulup korunmasını halkın bizzat omuzlamasından alan Demokratik Özerklik Projesi Rojava’da, tarihin bu sürecinde ve adeta kurtlar sofrasında Kürtlerin başarıya en yakın seçeneği olarak yükseliyor ve bölge halklarına iki yüz yıldır süren kanlı süreci sona erdirme, kendi seçeneğini gündemleştirme imkanı veriyor.
Bu başta küresel güçler ve sömürgeci bölge, ulus devletleriyle gerici rejimlerinin tüylerini ürpertiyor. Kürtler adına devletçi çizginin KDP üzerinden gündemleştirilmesi bir de Rojava modelinin önünü almayı amaçlıyor. KDP de bunun farkında ve zaten “Beni desteklemezseniz o öne çıkacak” serzenişi içinde. Kürtlerin tarihin bu döneminde öne çıkan iki seçeneğini birbirine karşı kullanmaya, bunları çatıştırmaya, birini zayıflatmak için diğerini yanına çekmeye dönük politikalar özellikle bölgenin sömürgeci ulus devletleri tarafından ve gerici Arap rejimlerince geliştirilmek isteniyor.
Aslında İran, Türkiye, İsrail gibi bölge güçleri çıkarları temelinde kullanabilecekleri bir Kürt devletinin oluşumuna karşı değiller. Buna ABD-AB gibi güçleri de ekleyebiliriz. Kaygıları KDP’nin ilkesiz yapısından kaynaklanıyor. Doğası gereği KDP kim güçlü ise onunla hareket eden, sözüne ve ahdına güvenilmeyecek bir güç olarak değerlendiriliyor ve bu haksız bir değerlendirme de değil. Dolayısıyla şimdilik gönülsüzlükleri kimin elinde ne zaman ve kime döneceği belli olmayan bir Kürt sopası istememelerinden kaynaklanıyor.
Ancak yükselen Rojava seçeneği de bir tedbir olarak Kürt devletçiliğini gündeme getiriyor. KDP bunun farkında olarak sürekli özgürlük hareketiyle mesafeli olduğunu göstermeye çalışıyor. Ulusal birliğe gelmiyor, gerilim siyaseti izliyor, yapay gündemler ve çelişkileri ortaya atıyor.
KDP demokratikleşmeyi esas almalı
Ulus-devletin karakteri ve yapılanmasına yönelik Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın vurguladığı şu hususlar oldukça önemli: “Ulus-devlet en çok işlediği millici kimlikle tarihte hegemonik gücün belki de en işbirlikçi temsilcisidir. Milli kisve altında dünya kapitalist sisteminin en sadık işbirlikçisidir. Hiçbir kurum ulus-devlet kadar hegemonik güce, dünya kapitalizminin merkezi gücüne bağımlı ve bu gücün hizmetkarı değildir. İç sömürgen olmaları bu karakterleri nedeniyledir. Bir ulus-devlet ne kadar milliyetçi geçiniyorsa, o denli dünya sisteminin hegemonik gücüne hizmet ediyor demektir. Hegemonik gücün dört yüzyıldır özenle hazırlayıp biçimlendirdiği ve kendi eliyle sistemleştirdiği ulus-devletçiliği en millici devlet saymak, kapitalist dünya sisteminin müthiş hegemonik güç savaşlarından hiçbir şey anlamamak demektir.”
Bu gerçeklere rağmen, bölgesel gelişmeleri ve kapitalist modernite gerçeğini okuma yeteneği olmayan KDP yine dar çıkarcı mantığın hakimiyeti altında Kürt Özgürlük Hareketi’ne saldırganlık temelinde kendine destek oluşturmaya çalışıyor. Halbuki bir seçenek olarak gelişen devletleşme modeli de demokratik kriterler temelinde Kürt halkı için kimi kazanımlar ve güvenceler getirebilir. Doğru değerlendirildiğinde Kürt Özgürlük Hareketi’ne düşmanlık değil, onunla ittifak ve demokratik ilkeler temelinde ilişki en fazla kazandıracak yaklaşımı oluşturuyor. Mesele daha ulusal, toplumsal ve demokratikleşmeye açık bir tutuma ve duruşa ulaşmakta. KDP bunu yapamıyor.
Tarihsel işbirlikçi ve egemenlikçi geleneği, eril ve tutucu zihniyeti ile hanedanlık perspektifini bile aşamıyor. Gerek içerde gerek dışarıda çatışma ve çelişki büyüten bu politik tutumuyla hem Kürt siyasal zeminini, hem diğer halklarla ilişki ve ittifak zeminini parçalayan, çelişkileri çoğaltan ve daha şimdiden çatışma potansiyelini artıran bir rota izliyor. Güney Kürdistan bu haliyle devletleşmeye en hazırlıksız, en perspektiften yoksun ve meçhul bir gelecek portresi çiziyor.
Rojava’daki tarihi fırsatı sahiplenmeliyiz
Rojava’da halkımızın alın teri ve göz nuru ile şekillenen iradesi de Mahabad’a benzer şekilde bölge sömürgeci ve işbirlikçi ulus devletlerini ve modernitenin patronlarını derin kaygılara sokmuştur. Mahabad’ın katilleri yine işbaşında. Yalnızlaştırma, iç çelişkilere sürükleme, kendi içinde ve diğer halklarla çatıştırma, enerjisini saldırı ve provokasyonlarla tüketme, bölge ve Suriye zemininde siyasal bir Kürt iradesi olarak kabul etmeme temelinde yoğun çabalar, kulisler ve pazarlıklar sürüyor.
Başka Mahabadlar yaşamak istemiyorsak gaflete düşmeden, küçük hesaplara girmeden, demokratik örgütlülüğümüzü ve demokratik ulusal birliğimizi geliştirerek, bunu bölgenin diğer halklarına taşırarak çoğaltmalı, açığa çıkan bu tarihi fırsatı sahiplenmeliyiz. Yeni darağaçlarının kurulmasına izin vermeyerek halkımız adına ortaya çıkan bu özgürlük seçeneğini başarıya götürmesini bilmeliyiz.
Bunun yolu hanedanlık çıkarlarını bir kenara koyup, halkına ve toplumuna karşı sorumlu, sağduyulu, farklılıkları çatışma değil çoğalma ve büyüme gerekçesi yapan, demokrasiye duyarlı bir yaklaşımı esas almaktan geçiyor.
Barzani ve KDP bu yeteneği ve niyeti gösterebilir mi? Gelişmeler hiç umut vermiyor.
