Kıbrıs’ta TC işgali ve Kutlu Adalı cinayeti


Türk devletinin Kıbrıs’taki faşist organizasyonları eliyle katlettiği sayısız önemli isimden biri, gazeteci yazar Kutlu Adalı. Onun adını, Türk devlet faşizmi tarafından katledilmesi kadar St. Barnabas İncili’ne dair araştırmalarıyla da duymuştuk. Peki faili meçhul ilan edilen ve 20 yıldır aydınlatılmayan bu cinayet, nasıl ve kimler tarafından işlendi? Bunu anlayabilmek için önce Kıbrıs Türk’ünün Türk devletinden çektiği zulmü, ardından ise Kutlu Adalı’nın kimliğini irleyeceğiz.
Türk devletinin müdahalesi sonucu ikiye bölünmesi üzerinden 20 Temmuz itibariyle 42 yıl geçen Kıbrıs adası, gerek stratejik konumu, gerekse de tarihi zenginliğiyle her zaman dış güçlerin ilgi odağı oldu. Ada, devletler tarafından adeta “yüzen ada” gibi kullanıldı. Yakın tarihte ise Osmanlı İmparatorluğu’yla başlayan, İngiliz sömürgeciliğiyle ve Türk müdahalesiyle devam eden uluslararası kriz, Kıbrıslıların üzerine kara bulut gibi çökmüş durumda.
Çoğu kişi Kıbrıs’ta Türk devletinin sayısız kirli oyununun 1974’teki işgalle birlikte başladığını düşünür; oysa Türk devletinin çıkar oyunları, 1950’li yıllarda başlamıştır. İngiltere, Yunanistan, Vatikan, Amerika, İsrail gibi birçok gücün müdahaleleriyle zaten ciddi yaralar alan ada, Türk müdahelesiyle birlikte ise yok oluşa sürüklenmiştir. Özellikle Kıbrıs Türkleri, 1974’teki işgal harekatı ardından ciddi zarar görmüş, ambargo ve izolasyon altında yaşamak zorunda kalmıştır. Bunların yanına bir de Türk devletinin katliam ve asimilasyon politikası eklenmiştir.
Bir dönemin hatıraları...
Kıbrıs’ta Rumlar ve Türkler, uzun yıllar boyunca ortak bir yönetimle yaşadı. Osmanlı İmparatorluğu, adaya işgalci bir zihniyetle hükmetmişti. Daha sonra ise Kıbrıs, Osmanlı’nın borçlarından dolayı İngiltere’ye kiralanmış ve bir İngiliz kolonisi haline gelmişti. Bu dönemin bugüne kadar uzanan hatıraları, Türkler ve Rumların maden ocaklarında İngiliz sömürgeciliğine karşı birlikte örgütledikleri grev ve eylemleri, hasat zamanı köylülerin dayanışmasını, iki toplumlu yerleşimlerin folklorik özelliklerini, kültürel bütünleşmeyi, oluşan ortak dili, binlerce evliliği, taşınmaz mal ortaklıklarını bugüne dek taşıyor. Tabii yalnız hatıra olarak... Adada bugün her açıdan bölünmüşlük hakim...
Petrole ulaşan ‘gemi ada’
1950’li yıllardan itibaren Kıbrıs’ın önemini arttıran temel faktörlerden biri, Ortadoğu petrolleriydi. Bunun yanında Kıbrıs, Ortadoğu’daki karışıklıklara yakın olması nedeniyle, ele geçirene müdahale olanağı sunuyordu. Özellikle Doğu Akdeniz’deki üslerini tek tek kaybeden İngiltere açısından Kıbrıs’ın önemi çok büyüktü.
Türkiye ile Yunanistan, 1952 yılında NATO’ya üye olmuştu. Türkiye bu dönemde, Kıbrıs meselesi yüzünden Yunanistan’la karşı karşıya gelerek NATO üyeliğini tehlikeye atmak istemedi, bu nedenle mevcut statükonun korunmasından yana tavır takındı. Ayrıca NATO’nun da beslediği antikomünizm dalgası da iki devlette ağır basıyor ve politikayı daha çok bu histerik antikomünizm tayin ediyordu.
Türkiye: Ada İngiltere’nindir!
Yunanistan, 1954’te Birleşmiş Milletler’e, İngiltere’nin Kıbrıs’ın “kendi kaderini tayin hakkını” tanıması için başvurdu. O dönemde yapılan görüşmelerde Türkiye, adanın İngiltere’ye ait olduğunu savunarak İngiltere’nin yanında saf tuttu ve nihayetinde Yunanistan’ın başvurusu reddedildi.
İngiliz hakimiyetinin son bulması için silahlı mücadele yürüten Kıbrıslı Rumların örgütü EOKA, 1957 başlarında ateşkes ilan etti. Aynı aylarda NATO da, Türkiye ile Yunanistan arasında arabuluculuk yapmak bahanesiyle adaya el attı. Bundan sonra tertiplerin ardı arkası kesilmeyecekti.
Rauf Denktaş sahnede...
27 Ekim 1957 tarihinde, Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu’nun başına, eski savcı yardımcısı Rauf Denktaş getirildi. 29 Kasım’da Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT), ilk bildirilerini dağıtarak adını duyurdu. Bir yıl sonra EOKA da tekrar faaliyete geçerek saldırılarını arttırdı. TMT de Rumlara savaş ilan etti. TMT’nin hedef aldıkları arasında, Kıbrıs’ta barış ve bağımsızlığı savunan Türk emekçiler de bulunuyordu.
Rum ve Türk demokratlar hedefte
Bu dönemde barış savunucusu Kıbrıslı Rumlar ve Türkler, bir ortak miting düzenledi. Mitingin ardından TMT, sendikalı Türk işçileri katletmeye başladı. Aynı şey, Rumlar cephesinde de yaşanıyor, solcu Rum emekçiler, şoven Rumlarca katlediliyordu. Emperyalist planların hayata geçmesi için her şeyden önce adadaki emekçi halkların barıştan, kardeşlikten, bağımsızlıktan yana tutumunun kırılması gerekiyordu.
1959 yılında güya adada barış ve huzurun tesisini önemseyen uluslararası güçler, Zürih-Londra Garanti ve İttifak Antlaşması’nı imzaladı. Antlaşmayla Türkiye, Yunanistan ve İngiltere, Kıbrıs Anayası’nın garantörleri olarak ilan edildi.
‘Bağlantısız’ Kıbrıs korkuttu
Bu sırada dünyada gelişen sosyalist mücadele, Kıbrıs adasında da yankı buluyordu. Sovyetler Birliği yanlısı AKEL’in oy oranı giderek artıyordu. İki kutuplu dünyada “üçüncü yol” olma iddiasında olan ülkelerin oluşturduğu “Bağlantısızlar Hareketi”nin zirvesinde Kıbrıs, “kurucu üye” unvanını aldı. Bağlantısızlar Hareketi, Sovyetler Birliği’ne daha yakın duruyordu. Bu gelişmeler, hem Türkiye’yi hem de ada üzerine planları olan emperyalist ülkeleri korkuttu. Bu korku, adadaki oyunların daha da sertleşmesine neden olacaktı.
1963 yılının Kasım ayınca Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, Anayasa’da 13 maddelik bir değişiklik yapmak istedi. Değişikliklerin çoğu, mevcut Anayasa’ya göre Türklere verilen hakları kısıtlayıcı nitelikteydi. Oysa mevcut Anayasa, adanın iki toplumlu yaşamına göre düzenlenmişti.
TC’nin ‘bölücü’ müdahalesi
1974’teki Türk işgalinin öncesinde adada, iki toplumu düşmanlaştırma ve koparma çalışmaları, iki yanlı olarak geliştirildi, halklar kışkırtıldı. 1974’de ise Türk devleti, “Ayşe tatile çıktı” parolasıyla bir çıkartma harekatı düzenleyerek adadaki iki toplumlu yaşama son ve en büyük darbeyi vurmuş oldu. 13 Şubat 1975’te Türkiye tarafından Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) kurduruldu ve başına Rauf Denktaş getirildi. Aynı yıl yapılan anlaşmalarla Güney’deki Türkler Kuzey’e, Kuzey’deki Rumlar Güney’e geçti. Ada, etnik kökene göre iki ayrı bölgeye ayrılmıştı.
15 Kasım 1983’te ise Türkiye, bir adım daha ileri giderek “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” (KKTC) adında bağımsız bir devlet ilan ettirdi. Böylece uluslararası alanda hiç kimsenin tanımadığı, iddiası kendinden menkul bir “cumhuriyet oyunu” sahneye konulmuş oldu. Bu öyle bir “bağımsızlık” ki, Türk askerleri 1974’ten bu yana adada halen işgal güçleri olarak varlıklarını sürdürüyor; Kıbrıs’ın Türk tarafı, adeta Türk devletinin arka bahçesi olarak işlev görüyor.
1974’teki Türk işgali ardından adada, onlarca kez birleşme görüşmeleri yapıldı, ancak bir türlü anlaşmaya varılamadı. Çünkü görüşülen şey, aslında, Kıbrıslıların barış ve huzur içinde bir arada yaşaması değil, ada üzerinde çıkarları olan güçlerin planlarıydı.
Rumlar AB’de, Türkler tanınmıyor bile!
İki toplumun da oy verdiği 2003’teki Avrupa Birliği referandumuyla Kıbrıs, Rum yönetimi altında Avrupa Birliği’ne girdi. Adanın kuzeyi ise halen “işgal toprakları” statüsünü sürdürüyor.
Kıbrıs’ı işgal eden Türk devleti adına dönemin Başbakan’ı Bülent Ecevit, yapılanın bir “barış harekatı” olduğunu söylemişti. Her konuşmasında da “adaya barış, kardeşlik, özgürlük getirmek için” yola çıktıklarını söyleyip durdu. 40 bin asker, zırhlı araçlar ve ağır silahlarla getirilen bu “barış ve kardeşlik”, binlerce insanın ölmesine, on binlercesinin sakat kalmasına, 200 bine yakın Rum’un ise topraklarından sürgün edilmesine yol açtı.
Türk asimilasyonu adada
Türk devleti, Türkiye ve Kürdistan’daki “asimilasyon” politikasının aynısını Kıbrıs’a da uyarladı elbette. Ada, hem kültürel hem siyasi hem de ekonomik olarak Türk devletine “katıldı.”
Özelleştirme politikaları, üretimden koparma, kültürel asimilasyon, eğitim, sağlık ve diğer sosyal hizmetlerde bağımlılaştırma, ambargo ve izolasyon... Bunların yanı sıra bağımlılaştırılmış medya organları... Türk devletinin Kıbrıs adasındaki görüntüsü, bunlardan ibaretti. Özellikle Kıbrıs’ın kuzeyinde cumhuriyetin ilan edildiği 1983 yılından bu yana Türk devleti, ada insanına çektirmedik zulüm bırakmadı. Bu zulümler arasında, Türk devletinin politikalarına aykırı şeyler söyleyenlerin katledilmesi de vardı. Bu isimler arasından en fazla öne çıkan ise gazeteci, şair ve yazar Kutlu Adalı...
Kutlu Adalı kimdir?
Kutlu Adalı, 1935 yılında Lefkoşa’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Antalya’da tamamladı. 1954 yılında Kıbrıs’a geri dönen Adalı, bu yıllardan itibaren dergilerde yazmaya ve kitaplar yayımlamaya başladı. 1959’da Beşparmak Yayınevi’ni kurdu; Beşparmak dergisini çıkarmaya başladı. Söz, Ortam, Kıbrıs Postası ve Yeni Düzen gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Tüm bu çalışmaları sırasında her zaman şiir yazmaya da devam etti.
Adalı, 1961-1972 yılları arasında Rauf Denktaş’ın özel kalem müdürlüğünü yaptı. Ancak daha sonra yolları ayrıldı ve Denktaş’a muhalif bir çizgi izlemeye, “Kıbrıslılık” bilincini öne çıkarmaya başladı. Kıbrıs Türk Barış Derneği ile Bağımsız ve Federal Bir Kıbrıs İçin Temas Grubu’nun kurucuları arasında yer aldı.
Adalı, 6 Temmuz 1996 tarihinde, evinin önünde vurularak katledildi. Aradan geçen 20 yıla rağmen bu cinayet aydınlığa kavuşmadı. Cinayetle ilgili dava dosyası ise, 14 Mart 2009’da Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın talimatıyla kapatıldı.
Şahsen tanıyordum...
Kutlu Adalı, 1974 sonrasında dahi adadaki Türkler arasında barış şiarını yükselten, iki toplumun bir arada yaşamasını savunan, militarizme ve ayrılıkçılığa karşı çıkan cesur bir gazeteci ve entelektüeldi. Kendisini şahsen yakından tanıma fırsatı da bulmuştum. Öğrencilik yıllarımda yurtdışından Kıbrıs’a döndüğümde mutlaka Adalı’ya uğrardım, uzun uzun sohbet ederdik.
Bir zamanlar TMT saflarında yer alan Adalı, başka bazı TMT üyeleri gibi, 1974 sonrasında büyük bir düş kırıklığına uğramış ve Kıbrıs’ın birliği fikrine yönelmişti. Türk milliyetçiliği söylemlere karşı “Kıbrıslı“ fikrini öne çıkaran Adalı, gazetelerde milliyetçiliğe muhalefet eden yazılar yazıyor, barış ve kardeşliği savunuyordu.
Demirel dönemi cinayetlerinden
Kutlu Adalı’nın da katledildiği ve gazeteci katliamlarının Kıbrıs ve Türkiye’de en yoğun yaşandığı dönem, Süleyman Demirel’in Türk devletine başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemdir. Bu dönemde adada 37 gazeteci öldürüldü. Bu cinayetlerin 22’si, Demirel’in 7 farklı hükümette başbakanlık görevini üstlendiği 1965-1993 yılları arasında; 15’i Demirel’in cumhurbaşkanı olduğu 1993-2000 yılları arasında gerçekleştirildi. Adem Yavuz, Abdi İpekçi, Seracettin Müftüoğlu, Hafız Akdemir, Musa Anter, Uğur Mumcu, Seyfettin Tepe, Metin Göktepe, Kutlu Adalı... Birçok değerli gazeteci, bu dönemdeki cinayetlerle yaşamını yitirdi.
KTSST ve Korgeneral Mendi
Kutlu Adalı’nın katledildiği dönem, Kıbrıs Türk Sivil Savunma Teşkilatı’nın (KTSST) başkanlığını Korgeneral Galip Mendi’nin yürüttüğü dönemdir. Bu dönemde KTSST, karanlık bir teşkilattı. Adada kontrgerilla faaliyetlerini örgütlediği ve yönettiği iddia ediliyordu. Korgeneral Mendi, bu karanlık döneme rağmen (hatta belki bunun ödülü olarak!) 2000 yılında Kuzey Kıbrıs Güvenlik Kuvvetleri Komutanı olarak atandı. Kıbrıs halkının geniş kesimleri, bu atamaya şiddetli tepki gösterdi.
EREM KANSOY/LONDRA
