Kirmanckî’de yeni bir soluk: Va u Hiri

Grup, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde Almanya'nın Düsseldorf kentinde sahne alarak dinleyicilerine unutulmaz bir gün yaşatmıştı.
- Her birinin ayrı meslekleri ve aynı zamanda birer anne olmaları nedeniyle hedeflerine ulaşmada zorluklar yaşayan ‘Va u Hiri’ müzik grubu üyeleri, Kürt kadınların mücadelesini kilamlarla Avrupa toplumlarına anlatmak istiyor.
EYLEM KAHRAMAN
Va u Hiri; Yeşim İncedursun, Tülay Özçelik ve Zerya Karabulut adlı üç Kürt kadın tarafından oluşturulan bir müzik grubu. Yaklaşık sekiz yıl önce bir erbane grubunda bir araya gelen üç isim, aynı zamanda sadece kadınların yer aldığı Dengê Xwezayê (Doğanın Sesi) müzik grubunun da üyesi.
Va u Hiri, Kürtçe'nin Kirmanckî lehçesinde “Üçlü Rüzgâr” anlamına geliyor. Henüz çok yeni olan grup, ilk sahnesini 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde gerçekleştirdi. Her biri aynı zamanda farklı bir meslek sahibi olan üç kadının amacı Kürt müziğini Avrupa toplumlarına sunmak. "Kürt kadınları olarak onlara mücadelemizi, söylediğimiz kilamlarla anlatabiliriz" diyorlar.
Üç başarılı müzisyen nasıl bir araya geldiklerini, müzikle ilgili duygu, düşünce ve hedeflerini gazetemiz Yeni Özgür Politika'ya anlattı.
Öncelikle okuyucularımız için kendinizi tanıtır mısınız?
Zerya Karabulut: 31 yaşındayım. Kökleri Dersim'e uzanan bir ailenin çocuğu olarak Köln'de doğdum ve büyüdüm. Eğitim nedeniyle Ruhr bölgesinde yaşadım bir süreliğine. Yaklaşık dört yıldır da Köln'deki bir lisede öğretmen olarak çalışıyorum.
Tülay Özçelik: Dersim'in Pertax ilçesine bağlı Kurmêş köyünde dünyaya geldim. Ailemin yurtdışına çıkma kararıyla 1989'da Almanya'ya geldik. Ortaokulu bitirdikten sonra aileme ait iş yerinde çalışmaya başladım. Evlilik sonrası daha özgün işlerde rol aldım. Yıllarca futbol oynadım ve futbol antrenörlüğü yaptım. Futbol yaşamım hâlâ devam ediyor, fakat zamanımın çoğunu henüz on dört yaşında olan ve Köln takımında futbol oynayan oğlumla geçirdiğimden, kendim eskisi gibi futbol oynamaya zaman bulamıyorum. Şu anda toplumsal alanlarda özel güvenlik görevlisi olarak çalışıyorum.
Yeşim İncedursun: Çewlîg, Darahênîliyim, 40 yaşındayım. İstanbul'da doğdum ve Norveç'in Stavanger şehrinde, Kürtçe'nin Kirmanckî lehçesini konuşan bir ailede büyüdüm. Uluslararası işletme dalındaki üniversite eğitimimi Londra'da bitirdikten sonra Bonn'da yaşamaya başladım. 2006'dan beri Almanya'da çalışıyorum. Şu anda özel bir şirkette yöneticilik yapıyorum.
Müziğe ilginiz nasıl başladı?
Zerya Karabulut: Alevi inancına ve kültürüne bağlı olan bir ailede yetiştim. Türküler her zaman vardı hayatımızda. Gerek Türkçe, gerekse ana dilimiz olan Kürtçe’nin Kirmanckî lehçesinde kilamlar eşliğinde büyüdük kardeşler olarak. Bunun haricinde enstrüman olarak bağlama, her zaman hayatımızda oldu. Gurbetçi ailelerin çoğunun evinde bulunurdu ve hüzün, özlem gibi duygular onun eşliğinde paylaşılırdı. Bizim evde de babam bağlama çalardı ve hâlâ bu geleneğini sürdürüyor. Çocukken bazen rahatsız olduğumuz o tınıların zamanla yüreğimize işlediğini farkettik. Bağlamanın sesi ve tonu her türlü duygumuza karşılık veriyor gibiydi.
Aslına bakarsanız, ilkokul yıllarından beri gitar dersi almak istemişimdir, fakat babamın ısrarı üzerine bağlama ile tanıştım. Bir süre derneklerde ders aldıktan sonra daha profesyonel bir alt yapı oluşturmak adına Köln'de faaliyet gösteren Anadolu Sanat Merkezi'nde ders almaya başladım ve yaklaşık dört sene kadar bu böyle devam etti.
https://www.youtube.com/watch?v=TM_TvjnxAx4Tülay Özçelik: Ben de devrimci ve Alevi inancına bağlı bir ailede yetiştim. Köyümüz siyasi ve devrimci bir yapıya sahip olduğu için çok büyük bir baskı altındaydı. Askerler sürekli köyü basar, kapıları kırarak içeri girerdi. Sabahları baskınla uyandırılırdık genelde. Ailenin, özellikle de yirmi yıl cezaevinde kalan amcamın politik duruşu nedeniyle çok baskı gördük ve bu yüzden yurtdışına çıkmak zorunda kaldık.
Müziğe başlamamın sebebi, hem ailem hem de kendimin özel ilgi duyması nedeniyle oldu. İlk olarak 2009 yılında değerli müzisyenlerle çalışmaya başladım. Ses ve solfej dersleri aldım. Ayrıca TEV-ÇAND bünyesinde yapılan geleneksel müzik yarışmalarına katıldım ve bir derece ile ödüllendirildim. O gün bugündür TEV-ÇAND'ın oluşturduğu genişletilmiş halk korosunda vokalist ve bazen de solist olarak yer alıyorum.
Yeşim İncedursun: Çok politik ve Kürt kültürünün ağır bastığı bir ailede büyüdüm. Babamın o zamanlar Türkiye'de ünlü bir boksör olması, aile içerisinde kültür, spor ve sanata olan ilgimizi de etkiledi. Çocukluğum İstanbul'da ringlerde geçti. Babamın büyük bir hayranıydım. Babamın politik duruşundan dolayı 1985 yılında Norveç'e gitmek zorunda kaldık. Norveç'te hem müzik hem de spor yapmaya başladım.
Her şey Stavanger'de kutladığımız ilk Newroz gecesinde babamın benim sahnede türkü söylememi istemesiyle başladı aslında. O zaman 10 yaşındaydım. 12 yaşında iken babam bana bir saz aldı. Sesimin güzel olduğunu düşünüp saz öğrenmemi istemişti. Bense daha çok sporla ilgileniyordum. Karate yapıyordum ve çok da başarılıydım. Karate dalında kendi kilomda Norveç birincisi olmuştum.
Müzik hep vardı hayatımda. Bunun nedenlerinden biri de Norveç'te tanıdığımız Ciwan Haco ve ailesinin etkilemesiydi. Sürekli Ciwan amcanın yanında beraber müzik yapıyor, ya ona eşlik ediyor ya da o çalıyor, ben söylüyordum. Böylece prova yapmış oluyordum. Çocukluğumdan beri Norveç'te birçok etkinlikte türküler ve kılamlar ezberleyip sahnede söylerdim.
Aldığım müzik eğitimi genelde bulunduğumuz dernek ortamlarındaki koro ve folklor çalışmalarıydı. Daha sonra müzikal bir tiyatro oyununda Latin Amerika'dan gelen bir göçmen kızını oynamam nedeniyle kısa bir süre şan dersi ve ses eğitimi aldım.
(Bundan sonraki sohbetimiz grup üyelerinin kararıyla Yeşim İncedursun ile devam ediyor.)
Nasıl tanıştınız? Grup fikri nasıl oluştu?
Bundan yaklaşık sekiz yıl önce, Köln/Bonn civarında on altı kişilik bir kadın Erbane grubu kurduk. Grup üç jenerasyondan oluşuyordu. Çok görkemli bir gruptu ve düzenli erbane eğitimi alıyorduk. Bir süre sonra “neden hem çalıp hem söylemiyor hem de sahnede yer almıyoruz?” diye bir tartışma gelişti. Bunun üzerine bir karar aldık ve ondan sonra söylemeye de başladık. Gruba da Dengê Xwezayê (Doğanın Sesi) ismini verdik. Zamanla bazı grup üyeleri farklı nedenlerden dolayı gruptan ayrılmak zorunda kaldı ve şu an Dengê Xwezayê müzik grubu yedi kadın arkadaşla devam ediyor. Birçok kadın etkinliğinde ve kültür festivallerinde yer aldık, alıyoruz.
Biz üçümüz de Dengê Xwezayê grubu üyeleriyiz ve bu vesileyle tanıştık. Sonra üç arkadaş mevcut grubun yanı sıra farklı bir girişimde bulunup “Va u Hiri” grubunu oluşturduk.
Grubun ismi nerden geliyor? Bu ismin bir hikâyesi var mı?
“Va u Hiri”, Kürtçe'nin Kirmanckî lehçesinde “Üçlü Rüzgâr” anlamına geliyor. Birgün aramızda sohbet ederken bu ismi kararlaştırdık. Daha çok Kirmanckî lehçesinde parçalar seslendirdiğimiz için grubun adının Kirmanckî olmasını özellikle istedik.
Yakın zamandaki hedefleriniz nedir?
Hepimizin ayrı bir mesleği var ve aynı zamanda anneyiz. Bu da hedeflerimize ulaşmamızı zorluyor biraz. Bizim asıl amacımız, Kürt müziğini Avrupa toplumlarına sunmak. Kürt kadınlar olarak onlara mücadelemizi söylediğimiz kilamlarla anlatabiliriz, diye düşünüyoruz. Bunu sanat yoluyla yaptığımızda, istediğimiz ve hedeflediğimiz insanlara daha rahat ulaşabiliriz. Bunun için de uluslararası kültür festivallerinde sahne almayı önemsiyoruz. Sadece Kürt halkına yönelik değil, aynı zamanda Avrupa halklarına yönelik etkinliklerde de sahne alıyoruz. Bu da Kürt kadınını daha farklı bir boyuta götürüyor sanat anlamında.
Birçok kadın etkinliğinde ve önemli festivallerde sahne aldınız. Kadın özgürlük mücadelesi sizin için ne ifade ediyor?
Her kadında bir yetenek var ama erkek egemen sistem kadının ön plana çıkmasını istemiyor. Tarihten de biliyoruz ki, birçok başarılı ressam, şair, yazar ve müzisyenin arkasında bir kadın olmuştur hep, ama üretilen eserler bir erkek ismiyle yayınlanmıştır. Biz bunların karşısındayız. Kadının özgür olmadığı toplumlarda veya sistemlerde ne demokrasi ne de adalet sağlanabilir.
Tüm dünyada muhalif insanlara karşı akıl almaz bir baskı var ve bu baskıya karşılık müthiş bir direniş de yaşanıyor. Sizler yurt dışında yaşayan sanatçılar/müzisyenler olarak kendinizi ne kadar özgür hissediyorsunuz?
Öncellikle şunu belirtmek istiyorum, biz sanatçı değiliz. Sanatçı olmakla müzikle ilgilenmeyi ayrı tutmak lazım. Bu konuda sanatçılara saygısızlık yapmak istemeyiz, çünkü sanatçı olmanın bedeli çok büyüktür.
Tarihten bu yana gerçek sanatçılar hiçbir zaman sistemin bir parçası olmamıştır. Bir sisteme ait olsalardı, bugün isimleri anılmazdı. Sanat kendi özünde yapıldığında ve mevcut sistemlerden bağımsız olduğunda hemen baskıyla karşılaşır. Bu, her toplumda böyledir. Bu baskının karşında durmak ve direnmek, sanata devam etmektir.
Sanatı gelişmemiş toplumlar aralarında iletişim sağlayamıyorlar. Çocuklarımızı kesinlikle müzik ve spor dallarında desteklememiz lazım, özellikle de kız çocuklarımızı… Her kadın eline bir erbane alarak başlayabilir bence.
Yurtdışında yaşayan sanatçılar ve müzisyenlere gelince, kendilerini belki biraz daha özgür hissediyorlar ama gerçekten öyle midir bunu da sorgulamak lazım. Bir yere kadar özgürsünüz, çünkü Avrupa'da yaşayan farklı toplumlar içerisinde bile bazen istediğiniz politik parçaları söyleyemiyorsunuz veya istediğiniz eleştirileri yapamıyorsunuz. Bu konuda bir özgürlükten bahsedemeyiz.
