Kırmızı fularıyla dağlarda

Haberleri —

 * Antalya’da Gezi Parkı, Ahmet Atakan’ın ölümü, 12 Eylül darbesinin yıldönümü ve ODTÜ’de yaşananları protesto gösterilerine katıldığı gerekçesiyle 2 Ekim 2013’te tutuklanan 20 yaşındaki Ayşe Deniz Karacagil, 4 ay 6 günlük hapis hayatının ardından tutuksuz yargılanmaya başlandı.


* Antalya 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada, Ayşe Deniz Karacagil ile birlikte 4 kişi için ‘kamu malına zarar vermek’, ‘kamu görevlisine karşı direnmek’, ‘toplantı gösteri ve yürüyüş kanununa muhalefet’ gibi suçlamalardan ve bu suçları birden fazla işlemekten 98 yıla kadar hapis istendi.


* Antalya 5’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde aynı yargılamanın bir bölümü için de ikinci bir dava sürüyordu. Ayşe Deniz Karacagil ve 4 arkadaşı, için Toplantı ve Yürüyüş Kanunu’na muhalefet suçundan 1-3 yıl, AKP standına zarar vermekten 2 yıl olmak üzere toplam 5 yıla kadar hapis cezası isteniyordu.


* Bütün bu gözaltı, tutuklama, tahliye ve yargılama süreçleri boyunca ‘kırmizi fuları‘ da suç delili olarak görüldüğü için Türk medyasında ‘Kırmızı fularlı kız’ olarak yer alan Ayşe Deniz Karacagil, 21 yaşına kadar sürdürdüğü mücadelenin her etabında daha fazla yaklaştığı Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne katıldı.


* Cezaevinde gerillaya katılma kararını netleştiren ‘Kırmızı fularlı kız’ Ayşe Deniz Karacagil, artık Kürdistan dağlarının ‘Destan Yörük’ü. Destan, halklara karşı bir baskı teorisi üretip pratiğini askeri, polisi, yargısı ile ortaya koyan sisteme karşı pratiğe geçmeye inanarak, ‘martı’yken ‘şahin’ olmanın zorunluluğunu vurguluyor.


Antalya’da Gezi eylemlerine katıldıkları gerekçesiyle ‘örgüt üyeliği’nden tutuksuz yargılanan ve suçlamalar arasında ‘örgüt sembolü olarak kırmızı fular takmaları‘ da yer alan ve 98 yıla kadar hapis cezası istenen Ayşe Deniz Karacagil, gerilla saflarına katıldı.
Aslen Ispartalı olan Karacagil ailesi devrimci bir gelenekten geliyor. Devletin niteliği ve despotik yüzünün farkında olan ailenin kızlarından Ayşe Deniz de çocukluğundan itibaren Türkiye devrimci hareketlerine aşina. Daha 12 yaşında gözaltına alınıp işkenceye maruz kalmanın acısını yaşadı.
2013 yılında gelişen Gezi Parkı Direnişi ise Ayşe Deniz’in yaşadıklarından dolayı Türkiye medyasının da haberlerine konu oldu.

127 gün tutuklu kaldı

Antalya’da Gezi eylemlerine katıldıkları gerekçesiyle önce öğrenci arkadaşları ardından da kendisi 2 Ekim 2013’te gözaltına alınıp tutuklandı. Ayşe Deniz Karacagil’e yöneltilen suçlamalar arasında örgüt sembolü olarak kabul edilen ‘kırmızı fular’ takması da yer alıyordu. Ayşe Deniz Karacagil, sorgusunda kırmızı fuların sosyalizmi simgelediğine ilişkin sorular yöneltildiğinin medyaya yansıması sonrası, 11 Ekim 2013’te Antalya L Tipi Kapalı Cezaevi’nden Alanya- Mahmutlar L Tipi Kapalı Cezaevi’ne nakledildi.

Annesi hep yanındaydı

Kızı Deniz’in Alanya’ya nakledildiğini başkalarından öğrendiğini ve kendisine hiçbir bilgi verilmediğini anlatan Nuray Erçağan, nakil olayına tepkisi şöyle dile getirdi: “Hem babası hem ben kalp hastasıyız, emekli insanlarız ve her görüşte Alanya’ya gidip gelmek çok zor olacak. Burada başka kadın tutuklu olmadığı için Deniz’i Alanya’ya göndermişler. Neticede daha mahkemesi görülmeden Alanya’ya götürülmesi dikkatimi çekiyor. Polis tarafından hazırlanmış ve hazır olarak mahkemeye sunulmuş bir iddianame var. Yanlış ve ezber bilgilerle yazıldığı anlaşılıyor. Gezi direnişi süresince yapılan eylemlere ben de katıldım, kızım da katıldı. Geleceğinin elinden alındığına inanıyordu, bu nedenle eylemlerde olması gerektiğini düşünüyordu.”

Cezaevinden mektuplar gönderdi

Yargılandığı davada ilk iddianame reddedilip ikincisi yazılan Ayşe Deniz Karacagil, annesi, babası ve kardeşine içerden mektuplarla seslendi. Ayşe Deniz Karacagil, annesine yazdığı mektupta, “Annem canımın içi. Direncin ve umudun gülü... Koca bir tiyatro sahnesinde, bizi bu dünyaya getirdin ve birileri sürekli senaryolar, skeçler yazıyor. Yazılanları oynamak zorunda bırakıyorlar. Ben bu yazılanlara uymadığım için buradayım. Onların yazdıklarını oynamıyorum, oynamayacağım. Bana bu yolda yoldaş olduğun için cesaret kazanıyorum” dedi.
Kız kardeşineyse ‘kızçem’ diye seslenen Karacagil, görüş günlerinin okul saatine denk geldiğine işaret ederek, “Lütfen, ricamdır ki okulunu aksatmayasın. Telefon hakkımı sana uygun saatlerde kullanacağım” hatırlatmasında bulundu.

Ruhu hep özgürdü

Ayşe Deniz Karacagil, mektubunda tutsaklıktan ve özgürlükten ne anladığını da şu sözlerle dile getirdi: “Yaşamlarımızı, oyunlarının içerisine hapsetmeye çalışıyorlar. Kısacası biz burada, siz dışarıda tutsak. Ama şunu gözden kaçırmamalı, özgür ruhlar nerede olursa olsun hapsedilemez. Oyunlarının farkındayız. Bu tiyatrolarını bozacak ve yeni bir sahne kuracağız. Ağaçların, kuşların ve özgürlüğün olduğu, özellikle de renklerin bol olduğu yeni bir sahne kuracağız. Eğitimin, sağlığın, ulaşımın ücretsiz olduğu, insanca yaşamdan yana durup emeğin gerçek gücünün temsili yeni bir oyun yazacağız. Bu oyunun seyircileri olan çocuklarımıza, oyun sonunda güzel bir selam vereceğiz. Onların gülücükleri yankılanacak bu salonda, rengarenk uçurtmaları serçelerle gökyüzünde uçacak.”

Savunmasıyla yargıladı
127 günün ardından Karacagil, Murat Sezgin (20) ve Mustafa Cihan Yılmaz (25) ile tutuksuz yargılanan Ali Karakuş ve Leyla Nuyan Antalya 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ne çıkarıldı. Savcının iddianameyi okuması ardından Karacagil ve arkadaşlarının ifadelerine başvuruldu.
Duruşmaya 20 yaşındaki Ayşe Deniz Karacagil’in savunması damga vurdu. Karacagil, şunları söyledi: “Birileri duymak istemedi. Bizler neden sokaktaydık sorusunu cevaplayacağım.
Tarih her zaman direnişteki yaşamı yazar. Tarihi kanla yazanlar, toplumsal muhalefetin her katmanında onarılmaz yaralar açtılar. Net kanıtlara rağmen yargı, gerçek katilleri aklama çabasında. Antalya’da İstanbul’da saldıran palalıların ne olmadığını gördük. Dışarıda birileri bacanaklı-oğullu milyonları cukkalarken, bizim tutsak edilmemize şaşılmaz. İktidardakiler, yüzsüzlüğün bu kadarı denecek kadar açık oynadılar, katilleri akladılar.

Uçurtmalar vurulamayacak

Cezaevlerinde, koğuşlarımıza kadar giren erkek egemen kültür, çamaşırlarımızla dahi dalga geçerek ‘Bu bayrak büyük’ diyebilmektedir. Dışarıda demokrasi diyenler içeride gençleri katletti. Hukukun görmediği her şeyi biz yaşadık ve gördük.
Eylem günü uzun sakallı ve takkeli sivil kişiler bize saldırdı. Ancak onların yargılanacaklarını sanmıyorum. Bundan sonra da çocukların uçurtmalarının vurulmasına izin vermeyeceğiz. Türkiye halklarının üzerindeki bulutların rengi, maviye dönmelidir artık. Biz tüketen değil üreten bir sanatın savunucularıyız. Sanat can çekişiyor, çığlığı biziz. Bize devlet babamız bolca tazyikli su ve kimyasal hediye etti. Gemiciklerimiz olma- dı. Gezi direnişini, insanlık onuru için gerçekleştirdik. Yeri geldi öldük, yeri geldi kör olduk, tutsak olduk.

Ülke şaşırmışlar cehennemidir

Kırmızı fuları açıklayayım. Bence bulunmayan o örgüt kumaş fabrikalarıdır. Ülkemiz şaşırmışlar cehennemine döndü. Siz burada bizi yargılamaya çalışıyorsunuz.”
Duruşmanın sonunda mahkeme heyeti, 127 günlük tutsaklığa son vererek, tahliyesine karar verdi.

Tahliyeden sonra 5N1K’da

Tahliyesinin ardından CNNTürk’ten Cüneyt Özdemir’in sunduğu 5N1K programında soruları yanıtlayan Karacagil, savunmasında ve mektuplarındaki bakış açısına uygun yanıtlar verdi. Sistemin yönelişinin farkında olduğunu belirterek, cezaevinde rehin tutulan Kürt Özgürlük Hareketi’nden kadınlarla daha iyi tanışmasının önemine dikkat çekti.

98 yıl hapis istemi

Antalya 6′ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden dava için hazırlanan ikinci iddianame, Karacagil’in yaşının 5 katı cezayı talep etti. ‘Kamu malına zarar vermek’, ‘kamu görevlisine karşı direnmek’, ‘toplantı gösteri ve yürüyüş kanununa muhalefet’, ‘terör örgütü üyeliği’ ve ‘kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenlemek‘ suçlamalarından ve bu suçları birden fazla işlemekten yargılanmaları istendi. Davada Karacagil için 24 yıldan 98 yıla kadar hapis cezası reva görüldü. İddianamede, takılan kırmızı fuların sosyalizmi simgelemesi ya da üst aramasında bulunan EGO toplu ulaşım kartı suç delilleri arasında yer alıyor.
12 Haziran’da Karacagil’in yokluğunda görülen davayı, 13 Haziran’da bu mahkemedeki suçlamalardan biri için Antalya 5’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde hakim karşısına çıkacaktı.

Babası şaşırmadı

Ayşe Deniz’in babası Ömer Faruk Karacagil, 20 yaşındaki kızının yaşadıkları hakkında şöyle konuştu: “Şaşırmamak da lazım. Devlet faşist yüzünü gösteriyor. Bu ülkede her şey olabilir.”
“Türkiye’de açık infaz sistemi var” diyen Karacagil, “Başbakan emrediyor, savcı uyguluyor” dedi. Karacagil’in 98 yıla kadar hapis istemi hakkındaki yorumu da netti: “İdam kalkmamış olsaydı, infazlar bile yaparlardı.”

İkinci bir davadan 5 yıl

Antalya 5’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen ilk duruşmada, Ayşe Deniz Karacagil, Mustafa Cihan Yılmaz, Hacı Bey Temur, Naim Doğan ve Ersin Elyakut hazır bulundu.
Savcılığın iddianamesinde Karacagil, Yılmaz, Temur, Doğan ve Elyakut hakkında 2911 Sayılı Toplantı ve Yürüyüş Kanunu’na muhalefet suçundan 1-3 yıl, AKP’ye ait standa zarar verdikleri gerekçesiyle mala zarar vermekten 2 yıl olmak üzere toplam 5 yıla kadar hapis istendi.
Karacagil ve arkadaşları, zaten haklarından bir davanın açılıp devam ettiğini belirterek, ifade vermeyi reddetti. Bu dava da 13 Haziran 2014’de ertelendi.

İmza kampanyası

98 yıla kadar hapis cezası isteminin ardından ‘Ayşe Deniz Karacagil ve tüm tutsaklara özgürlük’ başlıklı Adalet Bakanlığı’na hitaben imza kampanyası başlatıldı. İmza kampanyasının dilekçe kısmında şöyle denildi: “Sosyalizmi simgeleyen kırmızı fular takmak gibi saçma iddialarla 98 yıla kadar cezası istenen ve birbirinden habersiz savcıların aynı suçtan ikinci davayı açtığı Deniz’in ve tüm gezi tutsakları hakkında açılan davaların geri çekilmesini talep ediyorum.”
 
Yüzün dağlara çevirdi

20 yaşına bunları sığdıran üniversite öğrencisi Ayşe Deniz Karacagil’in hakim karşısına çıkmaya, mahkeme kararlarını beklemeye artık ihtiyacı yoktu; çünkü sistemin yazıp yönettiği bir oyun sahnesinin dışında olma arzusunun doğru adresini bulduğundan emindi: Kürdistan dağları.
Gazeteci arkadaşımız Çetin Devrim, Türk medyasının ‘kırmızı fularlı kız’ diye yansıttığı Ayşe Deniz Karacagil ile Kürdistan dağlarında konuştu. O, artık ‘Destan Yörük’ kod adlı bir gerilla.

Destan Yörük anlatıyor

Kürdistan’daki sömürgeci devlet ve uyguladığı terör ile karşısındaki direniş ve etkileri arasındaki diyalektiği izah etmeye çalışan Destan Yörük, yansımılarını şöyle anlattı: “Oradaki durum olduğu gibi Batı’daki siyaseti de belirliyor. Oradaki gelişmeleri derinden etkiliyor. Batıdan doğuya geldikçe baskıdan tutun, toplumun kullandığı eşyalar bile farklı. Devletin şu anki baskılarının son bulması, bizim orada serbest bırakılmamız buradaki gelişmelerden ve direnişten kaynaklıdır. O kadar etkileyen bir faktör ki, bir ülkedeki devrim komşu ülkelerini de etkiliyor ve içine çekiyor. Ben şunu söylüyorum; buradan doğan güneş batıya doğru gidiyor. Buradan arkadaşlarımız bu güneşi doğuruyor bize yolluyor. Bizi aydınlatıyor. Artık bu şekilde düşünmeye ve ilgi duymaya başladım.”

Çığlıkları duymak istedim

Yıllarca Kürdistan’daki yaşananların duyulmayarak devlete hizmet eden bir çizgide bulunulduğunu kaydeden Destan Yörük, yaşadıklarından yola çıkarak, devam etti: “Ben bu çığlıkları duymak ve kulaklarımdaki pası atmak istedim. Gezi direnişi sırasında operasyonlar oldu. Bu operasyonlar sırasında binlerce devrimci yeni yeni Kürdistan’daki zulmü anladıklarını belirtmeye başladılar. Yıllardır var olan bir mücadeleyi görememişsek ne kadar mücadele yürütebilir ya da halka öncülük edebiliriz? Bu mümkün değildi.”

Güzel insanlarla tanıştım

Tutukluluk süreci ve cezaevinde karşılaştıklarını özetleyen Destan Yörük, “Alanya Hapishanesi’ne gönderildik. Devlet bilinçli bir şekilde aileleri çocuklarından uzak tutmak için uzağa sürgün ediyordu. Biz de benzer durumu yaşadık. Orada güzel insanlarla tanıştım ve bundan şikayetçi de değilim. Aslında birçok merak ve arayışım cezaevinde biçime kavuştu ve gerillaya duyduğum ilgi daha da büyüdü. Katılım kararım da burada netleşti” şeklinde konuştu.

Sistemin güneşi engellemesi

Halkların, toplumsal bütünlüklerin ayrıştırılarak parçalandığına; Türk sömürgeci sisteminin de Kürt halkıyla Türkiye halklarının birliğini engellemeye uğraştığına inan Destan Yörük, şu benzetmeye açıklamaya çalıştı: “Bu birlik bir fidan gibi. Sistem de bu fidanın büyümesini, yeşermesini engellemeye çalışıyor. Nasıl ki; bir fidan için uygun ortam, güneş ve can suyu gerekiyorsa bu devrimin de kaderi böylesi bir bakım ve birliğe ihtiyaç duyuyor. Sen bu fidanı yeşertmeye çalıştıkça, sistem güneşi engellemek için önüne binalar dikiyor, suyunu kesiyor ve kurutmak için her şeyi yapıyor. Bütün sistemini bunun için dizayn ediyor. Askeriyle, polisiyle, hukukçusu ve bütün kadro yapısıyla bunun önüne geçmek için çabalıyor.”


Bu çarka tek çubuk yetmez
Türk sömürgeci sistemin bütün bu örgütlü yapısının halklar arası birlik ile zayıflatabileceğini dile getiren Destan Yörük, “Dönen bu çarka bir çubuk yetmez” diyerek ekledi: “Birçok yerden engellemek lazım. Okullar, hastaneler ve diğer yaşam alanları etrafı tellerle örülerek hapishaneye dönüştürülüyor. Bir şekilde insana ‘benim elimde yaşıyorsun’ hissini veriyor. ‘İpler kimin elinde’ dersek; iplerimizin onların elinde olduğunu ve bu iplerden kurtulmamız gerektiğini belirtebiliriz. Önemli olan o ipleri kesip kurtulmamızdır. Hani Pinokyo’ya bir peri dokunuyor ve özgürlüğüne kavuşarak artık başkalarının yaşatmak istediği acılara son veriyorsa ben de öyle iplerimden kurtularak özgürlüğüme kavuşma kararını verdim.”

İnsanca yaşamak unutuldu

Sistemin ekonomi politiğini güncel örnekler üzerinden betimlemeyi sürdüren Destan Yörük, “Onun istediği bir yapıya kavuşuyorsun. Bu baskıların artmasıyla birlikte artık insanlar insanca yaşamayı bir tarafa bırakarak yalnızca nefes alabilmek ve yaşayabilmek için talepte bulunuyor” dedi. Destan Yörük,  kendi tercihinden yola çıkarak, paylaştığı çare ve gerekçesi şöyle: “Bunlar halklara karşı bir baskı teorisi üreterek bunun pratiğini askeri, polisi, yargısı ile ortaya koyuyor. Bizim de artık bunlara karşı pratiğe geçmemiz gerekiyor. Senin beynin, düşüncelerin özgür olduktan sonra bir kutuya da bıraksalar sen dağların ötesinde özgür olabilirsin. Martıyken şahin olup uçabilirsin. Bu özgür düşünceyle mücadele etmemiz ve üzerimize düşen tarihi rolü oynamamız gerekiyor. Halklar arasında örülen, görülmeyen ama hissedilen duvarları yıkmamız ve halkın birbiriyle buluşmasını sağlamalıyız.”

 HABER MERKEZİ

 

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.