Kıyıya Vuran Dalgalar

Haberleri —

"Deli Dalgalar" yaklaşık dört senedir düzenli bir şekilde duvarlarımızı yeşertiyor. Bu sefer her şeyiyle "delilere" ait bir kitapla sızdılar hücrelerimize. Seda Öz, Paşa İmrek ve Murat Yazar'ın çektiği fotoğraflara, öyküler yazdı içeridekiler. 15-20 senelik tutsaklık geçmişleri olan dokuz yazarın on bir öyküsünü derleyen Sibel Öz, bu çalışmayla bir ilki gerçekleştirdi.
Notabene Yayınları'ndan çıkan "Kıyıya Vuran Dalgalar" adlı kitap; fotoğrafları, öyküleri, özenli basımıyla bir solukta okunabilecek anlamlı bir çalışma. Anda ölümsüzleşen karelere öyküler yazmak zaten başlı başına bir yetenek. Kitaptaki tüm yazarlar ve onlara geniş olanaklar sunan fotoğrafçılar bu anlamda başarılı.
Kitaptaki ilk metin, "Deli Dalgalar"ın bir özeti. Gerçekten de 4 yıl gibi bir sürede incelemeye değer bir sivil insiyatif örneği sergilediler. Biz içeridekiler onlarla birlikte ufku, güneşi, toprağı, yeşili, toplumsal dayanışmanın maneviyatını; kısacası dışarıya dair birçok şeyi dokunurcasına hissetmeye başladık. Onlar bunu bir cümleyle çok güzel ifade ettiler: "Dışarıdan içeriye insan sıcaklığı sızdırmak, bizler için o duvarların yıkılması anlamına gelir."
Kitapta iki çalışmasıyla yer alan Sami Özbil, "Eksik Bir Şey" adlı öyküsüyle ölümü beklerken özgürlüğüne kavuşan bir tutsağın gelgitlerini; "Kar Yangını" adlı öyküyle de hayata emeği ve onuruyla tutunmaya çalışan bir annenin hüzünlü adanmışlığını anlatıyor.  İkinci ve en uzun öykü, Sibel Öz'ün: "Kanaat, Tevekkül ve Karıncalar" "Farkına varıldığında acı verecek ne çok şey vardı," cümlesinin etrafında kozası örülen öykü hayatla, babayla bir hesaplaşma ve ana sevgisini derinlikli anlatan cümlelerle örülü, "öykü tadında" bir öykü. Sadist güdülerinin doruğundayken askıdaki "kurbanının" tebessümüyle allak bullak olan bir işkencecinin yarılan ruhunda açığa çıkan trajikomik bir kompleksle, bütün donanımına rağmen "neden güldün?" sorusuna yanıt alamayınca zavallılaşan bir ruhsuzun öyküsünü yazmış Edip Yalçınkaya: "Elhamdulillah Çok Şükür."
Savaşın insan ruhunda açtığı yarılmaları, yitirmeleri, okyanusun kıyısında buluşan iki insanın geçmişle hesaplaştığı romantik bir atmosferde acının renginin olmadığını anlatıyor Murat Saat, "Herkes Gitmişti" adlı öyküsüyle. "Gecede ayin havası vardı... Yürüdük... Ara sıra dönüp birbirimize baktık. Her şeyi, içimizdeki her şeyi okyanusa söylemiştik." Mustafa Ağcakaya'nın "Ben, Annem ve Komşu Kadın" adlı öyküsü, çocukken ilgi toplamak için başvurduğumuz masum numaralar; ama sonu ilginç. "Siz de hiç rahat durmuyorsunuz anam," cümlesini okuduktan sonra gülümseyeceğinizden ve bu anı unutmayacağınızdan emin olun.
Kitabın en güzel resimlerinden birine kısa ama bilinçakışı sorgulamalarla "Herkes Gibi" adlı mizahi bir öykü yazmış Diyadin Turhan. "Meryem'in Oyuncakları" adlı ikinci öyküsünün finalinde, "Deli Dalgalar"ın biz tutsakları çokça şaşırtıp sevindiren bir sahnesini yakaladım. Okuyun, bağlantıyı kuracaksınız.  Dilek Öz'ün "Leylak Sokak" adlı öyküsü, kitabın en güçlü öyküsü. Az fakat başarılı öyküler yazan Öz, "insan sıcaklığının" incelikli vefasını ve çelişkileri işliyor. "Sararken sıcak... salarken soğuk... saçları ayva kokan" Yüksel'e, doktorun "bilgiç" şizofren tanısı koyduğu, onlara göre "aslında olmayan" çocuk kalmış tutkulu bir aşkın saf bir yürekte nasıl kalıcı hale geldiğinin öyküsü. Öz, edebiyatın ana mecrasındaki riskli anlatımıyla, okuruyla konuşur gibi rahat fakat estetik duyarlığın dizginlerini gevşetmeden sıkı örmüş metnini.
"Bir Dilim Güneş"le kitabın en şiirsel öyküsünü, hüznün şiirini öykülemiş Naif Bal. Renksizleştirilen hayattan çocukça fakat bilgece bir çıkarsama: "Renkli elbiseler giyen bana göre kötü olmaz, renklerle beraber güzelleşirdi." Çocukluğuna, köklerine dönme özlemi ve umut... Papatya gibi açmış güneşli bir günün fotoğraflarıyla birlikte, tekrar okumalara da açık bir öykü.
Kitabın son ve iyi dokunmuş öykülerinden biri "Kırmızı Şapkalı Kadın". Nibel Genç'in "O şey" metaforuyla kaleme aldığı metin, K harfiyle aliterasyonun sınırlarında geziniyor. Tahmin yürütmeyle başı belada olan anlatıcının "konuşma denilen şey uydurma caddesinden geçer" yöntemiyle okuyucuyu küçük bir labirentte dolaştırıyor. Metafizik bir algı ve ihtimallerin bolluğuyla yazılmış öykünün sonu fotoğrafın tasviriyle bitiyor.
"Kıyıya Vuran Dalgalar"daki öykülerde ruhumuza dokunan bir şeyler var: Yaşanan en ufak acılar için bile bir ahlaki sorumluluk duygusu, bir farkındalık oluşturmak. Fark etmenin insana acı verdiğini bilsek de fark etmekten vazgeçmemek...
Onulmaz bir yaranın dermanını bulup onu iyileştirir ya insan, yazmanın da böyle bir işlevi olsun istiyor kitapta emeği geçenler. Zaten ödedikleri bedeller de buna paralel. Hayat yeterince zorlaştırılmış, devran fazlasıyla tahrip edici; yazmak bunu dindirici olmalı, onarıcı bir de...
İçeriye "insan sıcaklığı" sızdıran "Kıyıya Vuran Dalgalar"ın yaptığı, tam da bu.

MURAT TÜRK

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.