KIZIL GÜLLER!

Haberleri —


sararıp dökülmeden önce
kızaran yapraklar ki onlar
can verdiler ortalığa
bütün bir sonbahar

mevsim dönüp de yeniden
yeşermeye başlayınca rüzgar
çıplağında o atın yine onlar koşacaklar
o çocuklar, o yapraklar, o şarabî eşkiyalar
onlar da olmasalar benim gayrı kimim var

CAN YÜCEL


Onların her biri devrim ağacında birer yapraklardı. Her biri güneşe sevdalı, yarınlara umutla bakan, gerilla yürekli devrimcilerdi. Taylan’dan Nurhak’lara, Kızıldere’den Deniz’lere, Metris-Mamak-Diyarbakır cezaevlerinden Roboskî’lere uzanan umudun şiirinin her bir mısrasıydılar.
Yarınları anlayabilmek için bugün beş dakika durup düne bakmalı, çünkü her birinin güneşe yürüyüşlerinden öğreneceğimiz çok şey var! Devrimci önderleri anmak ve onları gerçekte ‘anlamak’ bizi yürüdüğümüz engebeli yolda daha sağlam kılacak, bütün engelleri daha kolay aşmamızı sağlayacak. Her ne kadar bugün Türkiye devrimci hareketi binbir parçaya, yüzlerce örgüt, fraksiyon ve gruplara bölünmüş ise de, hayallerimiz, düşlerimiz aynı yöne bakıyor, aslımız aynı kaynaktan besleniyor.
Bugün önderler arasında, yani Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya arasında ayrım yapanlar, onların teori ve pratiklerinde varolan ufak tefek farklılıkları kendi varlıklarına temel yapıp, bu bahaneyle onlarca grupçuğa bölündüler. Ne yazık ki bu bölünmeler ciddi ideolojik nedenlerden değildi ve bunu gören Türkiye halkları gözünde de her bir sosyalist örgüt ciddi bir alternatif olmaktan uzaklaştı.
Her birisini sevgi ve saygıyla andığımız Deniz’leri, Mahir’leri, Sinan’ları, Mazlum’ları, İbo’ları birbirlerinden koparıp burdan farklı örgütler yaratanlar, acı ve açık konuşmak gerekirse, hem devrim tarihimizi anlamayanlar hem de yer yer kariyerizmin peşindeler! Önderlerin birbirlerine ne kadar yakın olduklarını tekrar göstermek, bugünkü varolan binbir örgütü en fazla iki-üç örgüt içinde toplamak her devrimcinin, aydının ve kendine solcuyum diyenin en önemli görevlerinden birisidir şimdi!
Mahir, Deniz ve İbo’nun birbirlerini ne kadar çok sevdiklerine dair onlarca anı var ve enteresandır, varolan devrimci yayınların çoğu ortak yanlarımızdan fazla az olan farklılıklarımız üzerinde duruyorlar, sanki kendi varlıklarını sürekli meşru göstermek isterlermiş gibi! Bizde bugün İbrahim ve yoldaşlarını anarken tam da bu ortak yönleri ortaya çıkarmaya çalışacağız.
Muzaffer Oruçoğlu’nun bir anısını okuyalım: “Mahirler’in Kızıldere’de imha edildiği gün Kürecik öylerinde İbo’yla beraberdim. Durgun ve sıkıntılıydı. ‘Ne diyorsun bu olaya?’, diye sordum. ‘Hiçbir devrimcinin ölümüne bu denli üzülmemiştim. Hunharca gerçekleştirilmiş bir imha’ dedi.” (Mahir Deniz İbo, s.228)

Doğrular ve yanlışları

Bugün bu önderler arasında ayrım yapanlara bu çok şey anlatmıyor mu? Birbirleri için üzülmeleri birbirlerini ne kadar çok sevdiklerine işaret değil mi? Peki aynı hedef için çarpışan kalplerin birlikteliği değil mi bu duygu ve akıl bağı? Bugün anma günlerinde sadece Mahirleri ananlar veya bayraklarında sadece İbrahim’i taşıyanlar buna ne diyecekler! Gerçi onlar ufak görüş ayrılıklarını yineleyecekler. Böyle olmasaydı bugün bu kadar çeşit sol ‘grupçuk’ oluşmazdı herhalde! Arkadaşlar, biraz iyiniyet lütfen! Nerdeyse eski Yeşilçam filmlerindeki repliği tekrarlayacağız: ’Durun, vurmayın, siz kardeşsiniz!’
İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizme bakış açısı önemlidir ve burda çelişkiler bulmak da mümkün. Bir parantez açmama izin verin: önderlere sevgi ve saygıyla yaklaşırken onları tabulaştırmak, sansürlemek değildir amacım, tam tersine, onları tüm doğruları ve yanlışlarıyla konuşabilmeliyiz ki, umutlu yolumuza güneş olabilsinler!
İbo, ‘...İnönü döneminde kurumlaştırılmış olan ve belki de Mustafa Kemal ile yakından uzaktan ilişiği olmayan ‘Kemalizm’ ile bağlarını tamamen koparmış bir devrimcidir!’ (Tarkan Tufan, İbrahim, s.179)
Burda dikkat çeken Mustafa Kemal ile İnönü arasındaki ‘Kemalizm’ arasında ayrım yapılması ve İbo’nun İnönü zamanındaki ‘Kemalizm’ ile köprülerinin atılmasının vurgulandığıdır. Bunu ilerde derinleştirerek tartışmak gerek, ama şu kadarını söyleyeyim, yer yer Kemalizme ‘faşizm’ diyen İbo, başka yerlerde de göreceğimiz gibi Kemalizmi öyle nitelendirmediği yerler de var. Nasıl Marksizm-Leninizm daha sonra (onu takip ettiklerini söyleyenler tarafından bile!) çarpıtılmaya çalışıldıysa, Kemalizm de Mustafa Kemal döneminde farklı, ondan sonra ki dönemlerde farklı yorumlandı ve bugün tüm bu söylenenler tartışmaya açıktır!
Türkiye devrimci hareketi İbo’nun sadece ‘Kemalizm eşittir faşizm’ vurgusunu alarak büyük bir yanlışın içine düşmüştür, çünkü Mahir’in, Lenin’in, Stalin’in ve Mao’nun yazılarında böyle bir nitelendirme yok ve burda 1923 hareketi bir burjuva devrimi olarak değerlendiriliyor. Tartışmak gerek!
İbrahim’in Kemalizm ile ‘ilişkisi’ hep onu Deniz ve Mahir’den ayıran temel sebeplerden birisi olarak gösterilir. Tabii bu tek konu değildir, örneğin ‘Kürt sorunu’ hakkında İbo daha değişik yaklaşmıştır, ‘ötekiler’ daha milliyetçi açıdan bakmışlar diyen çarpık bir anlayış da var, ki bu hem doğru değil. Örneğin Hüseyin Cevahir, İbo’dan yıllar önce Kürt sorunu hakkında yazmıştır.
Peki İbrahim Kaypakkaya’nın da altına imza attığı ve 21 Kasım 1967 tarihinde yayınlanan Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Öğrencileri Fikir Kulübü’nün kuruluş bildirisine ne diyecekler, çok merak ediyorum doğrusu: “Sömürenlere karşı ilk kurtuluş savaşını vermiş olan bir ulusun çocuklarıyız. Fakat ulusumuz bugün yeniden sömürgenlerin kucağına düşürülmüştür. [...] Türk ulusu ikinci bir kurtuluş savaşı vermek zorundadır…”
Bu ‘ikinci kurtuluş savaşı’ vurgusu hem 1923 hareketini doğru bir değerlendirmenin sonucu varılan bir vurgudur, hem de bugün yapılması gerekene işaret eder. Başka yerlerde de İbrahim’de ‘milli kurtuluş hareketi’ vurgusuna rastlanır.

Kemalizm tartışması sürüyor

Hedef bu ve benzeri alıntılar üzerinden İbrahim’i eleştirmek değil (ki gerekli yerlerde zaten eleştiriyorum), sadece şunu düzeltmek: bugün Deniz Gezmiş’i darbeci, Mahir Çayan’ı milliyetçi olarak göstermeye çalışanlar, nedense İbrahim Kaypakkaya’daki ‘milli kurtuluş’ çizgisini tamamen sansürlemiş ve gizlemeye çalışıyorlar. Kemalizmi faşizm olarak nitelendirdi diyerek, İbrahim’i Deniz’den ve Mahir’den daha ilerici, daha devrimci (!) göstermeye çalışıyorlar. Burda İbo’yu öteki önderlerden ayırıp daha devrimci(!) göstermeye çalışanların niyetlerinden şüphe ediyorum!
İbo ve tüm 68’liler üzerinden bugünkü Türkiye devrimci hareketin (sol’un) Kemalizmle ilişkisini tekrar gözden geçirmesi gerekir. Basit bir şekilde Kemalizmi ‘faşizm’ olarak nitelendirerek, bir burjuva devrimi olan 1923 hareketini bu kadar kolay şekilde – islamcılar gibi – yargılayamayız! Bizim de eleştirecek ve söyleyecek sözümüz var, ama bugün ittifak kurabileceğimiz Kemalistleri ‘faşist’ olarak reddedip hepsini milliyetçilerin eline bırakamayacağımız kadar önemlidir yapmamız gereken yeni analizler.
İbrahim Kaypakkaya’da 18 Kasım 1969 tarihinde Türk Solu dergisine yazdığı bir yazıda Anti-Kemalizmi karşı devrimcilikle eşdeğerde tutar: “Silivri’ye bağlı Değirmenköy halkı, 10 Kasım Pazartesi günü Mustafa Kemal’i anma töreninin peşinden, önünde Türk bayrağı dalgalanan altmışa yakın traktörle beş bin dönümlük bir toprağı işgal edip ekmeye başladılar. [...]
Değirmenköylüler: Mustafa Kemal’in hemşehrileri [...] Yıl 1949. Türkiye’de anti-Kemalist karşı devrimin iyice güç kazandığı dönem.’ (İ.Kaypakkaya, ‘Değirmenköylülerin Mücadelesine Omuz Verelim’, Türk Solu dergisi, 18 Kasım 1969)
Burda dikkati çeken üç şey var: birincisi, özel bir Mustafa Kemal vurgusu, ki Değirmenköylülerin M.Kemal’in hemşehrileri olma vurgusunu özellikle yapıyor İbrahim; ikincisi, Türk bayrağı ile komplekssiz ilişkisi; üçüncüsü de anti-Kemalizmi karşı-devrim olarak nitelendirmesi. Peki bir ayrım yapılacaksa, bugün İbrahim’e atıfta bulunanlarla İbrahim’in arasında öyleyse dağlar kadar fark yok mu? Bunu da yine İbrahim Kaypakkaya’dan bir alıntıyla destekleyelim: “Karşı-devrimci olmayan milli burjuvazi de yine proleteryanın dostudur.” (İbrahim Kaypakkaya, 6.2.1970, kaynak: Turhan Feyizoğlu, İbo)
Bir alıntı daha yaparak Kemalizm konusunu geçelim:
“Kemalist devrim, işgal altındaki toprakları kurtardı, Sultanlığı kaldırdı, emperyalist ülkelere tanınan imtiyazlardan bir kısmını kaldırdı. [...] Fakat yine de Türkiye yarı-sömürge bir ülke olarak kaldı.” (İbrahim Kaypakkaya, Seçme Eserler, s.122)
İbo’yu Deniz ve Mahir’lerden ayırmaya çalışanlar İbo’nun köylü kökenli ve fakir olduğuna, ‘öteki 68’lilerin’ iyi aile çocuğu ve burjuva kökenli olduklarına dikkat çekerler. Bunun yanlış olduğu şu alıntıyla ortaya çıkıyor: “Aile, geniş toprak ve arazi sahibi olduğu için ekonomik durumu iyi, yani varsıldır.” (Turhan Feyizoğlu, İbo, s.69)

Eleştiriyi doğru anlamalı

Bütün 68’lilerde olan (ve bugün sanki kaybolmuş gözüken) bir karakter yapısı İbrahim Kaypakkaya’da da bulunuyordu: İbo çok okuyan ve sürekli kendini geliştirmeye çalışan biriydi. Çıkan tüm sağ ve sol dergileri takip ediyordu. Bugün binbir parçaya bölünmüş tüm devrimci hareketlerden vazgeçtim, sadece İbrahim’i önderi olarak benimseyen, onun yolunda gittiğini iddia edenler bırakın sağ ve sol dergileri, kendi yayınlarını ne kadar okuyorlardır, herhangi biriyle konuşarak buna siz karar verin! Bizler 68’lilerin çok gerisinde kaldık ve her konuda gelişmeye, her konuda öğrenmeye mecburuz, bu eleştiri de aynen böyle anlaşılmalı.
Tüm 68’lilerde olduğu gibi sanata, edebiyata, genel kültüre ve dil’e çok önem verir İbo. Sürekli aynı şeyleri tekrarlıyorum, ama bugünün pratiğine baktığımızda bu konuları tartışmak önemli. Önderlerin arasına ayrım koymaya çalışıp kendi ayrı örgütlenmelerini meşru göstermeye çalışanlar, acaba şunu bilirler mi: birbirlerine uzak değillerdi 68’liler, her ne kadar daha sonra ayrı örgütlenmelere gitseler de, gönülleri hep birlikteydi.
1969 yılından bir anı: 1 Mayıs 1969 günü, aralarında Celal Doğan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya olmak üzere, bir grup arkadaş İstanbul’da Belgrat Ormanları’na gider, top oynar, piknik yaparlar. Ve o kadar samimiler ki, Deniz, İbrahim’e şakayla karışık kafa-kol çeker, ‘Gel seni kafaya alayım’, der. Celal Doğan ile Deniz Gezmiş, güreşe tutuşurlar.
Devrimcilerin arasındaki samimi ve yoldaşça hava kendini o güneşli 1 Mayıs gününde tüm güzelliğiyle gösteriyordu. 68’li devrimcilere dair bunun gibi onlarca anı ve belge var. Bir örnek daha: Ekim 1969’da Değirmenköylülerin ağaya karşı mücadelelerini yerinde görmek ve desteklemek için oraya giden grubun içinde Cihan Alptekin ile İbrahim Kaypakkaya gibi 68’liler yanyanaydılar.
Sadece köylülere ya da pikniğe giderken değil, genel olarak da biraraya gelip konuşuyor, tartışıyorlardı. Bir anı’da Cihan Alptekin, Demir Küçükaydın ve İbrahim Kaypakkaya’nın birlikte oturup yeni bir ekip kurma fikrinden bahsedilir, ki bu fikir bugünden bakıldığında bile heyecan vericidir. THKO, THKP-C ve TKP-ML/TİKKO değil de, hepsi aynı örgütün içinde olsalardı? Tamam, bilimkurgu romanı yazmıyorum, ama bugün yeni, ortak bir örgüt fikri niye ortaya atılmıyor? Ortaya atılsa bile niye çabuk vazgeçiliyor bu ortaklıktan?

Eğitici, öğretici ve yol gösterici

İçlerinde İbrahim Kaypakkaya’nın da yer aldığı Türk Solu dergisi yazı kurulu, 1970 yılında yayınladıkları bir yazıyla sanki bugünün yanlışlarına, bugün oluşan tehlikelere dikkat çekiyor gibiler:
“Üzüntüyle görüyoruz ki, bugünkü ortamda bu doğru yöntemler bir kenara itilmiş, kıyasıya çatışma ve tasfiye arzusu, özellikle genç devrimcilerin zihinlerini sarmıştır. Bu durum, salt hatalar ve bireyci davranışlar ile açıklanamaz. İnanıyoruz ki, anlaşmazlığın ortaya çıkmasında değilse bile, bugünkü sert, kırıcı, uzlaşmaz duruma ulaşmasında saflarımıza sızmış bulunan ajan ve provokatörlerin tahriklerinin büyük rolü olmuştur.
Biz, önümüze çıkan sorunlarda görüşlerimizi devrimci dürüstlüğün gerektirdiği açıklıkla ortaya koyarken, bir yandan da bu açıklamaların bölünmeye değil birliğe yönelmesi üzerinde dikkatli davranmaya çalışacağız. Bütün devrimcileri de aynı sorumluluğu duymaya çağırıyoruz…” (‘Saflarımızdaki Çelişmeleri Doğru Kavrayalım’, Türk Solu dergisi, Nisan 1970) (Ki bugünkü Ergenekoncu, ırkçı Türk Solu ile bir ilgisi yok.)
Eğitici, öğretici ve yol gösterici değil mi? Tabii her insanda olduğu gibi bu insanlar da hatalar yaptı. Yapmaması zaten anormal olurdu! Ama insanların olduğu heryerde hata olur. İbrahim’lerin yoğun operasyonların sürdüğü Dersim’den inatla uzaklaşmamaları böyle bir hatadır mesela (ki bu hatayı canlarıyla ödediler, o güzel insanlar). Belki de oradan ihbarcının çıkmayacağını düşünmek hataydı. Heryerde olduğu gibi Dersim’den de ihbarcılar çıkıyordu işte.
Veya 1970 yılında İbrahim ve bir kaç yoldaşı bir konferans tertiplerler, Küba devrimini de bu konferansta ‘küçük burjuvazinin önderliğinde tesadüfen gerçekleşen bir devrim olarak’ değerlendirirler. (Kaynak: Turhan Feyizoğlu, İbo, s.137)
Bu da ayrı bir tartışma konusu! Ve maalesef İbrahim’in bazı hataları iyi birşeymiş olarak algılandı, yaptığı şeyler devrimci bir hareketmiş olarak nitelendirildi. İbrahim Kaypakkaya’yı tabulaştırmamak gerek. Saygıyla andığımız önderlerimizin her bir hatalarını açıkca gösterme cesaretine sahip olmalıyız, bunda yanlış birşey yok ve devrimcileri de ötekilerinden ayıran bu cesarettir.
Yurıdada belirttiğim gibi fikirlerinde kimi çelişkiler vardı İbrahim’in, bu yüzden yazılarında Kemalizme bir faşizm diyordu, bir Kemalizmi devrimci görüyordu. Bu çelişkiler sadece Kemalizm konusunda değildi. Örneğin, 1971 yılında Deniz Gezmiş’i işçi-köylü hareketleriyle kaynaşmadığı için eleştiren İbrahim Kaypakkaya, Hindistan Komünist Partisi Marksist-Leninist (HKP M-L) önderi Çaru Mazumdar’a sempati duyuyordu, ki Çaru Mazumdar şehirlerde ve işçi sınıfı içinde çalışmanın devrimcileri yozlaştıracağına ve revizyonizme sebep olacağına inanan bir insandı. İbrahim bunları da daha sonra açıkca savundu (Nisan 1971, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yapılan bir toplantıda): “Yayıncılık yapmak ve işçi sınıfı içinde çalışmak revizyonizmdir. Köylere gidelim. Silahlı mücadeleye başlayalım.”
Yine 1971 yılında Oral Çalışlar, Muzaffer Oruçoğlu ve İbrahim Kaypakkaya biraraya geldiklerinde, Çalışlar, “Che Guevara’nın yaptığı fokoculuktur’, (fokoculuk = Latin Amerika tipi şehir gerillacılığı) dediğinde, Oruçoğlu, “Che Guevara’nın yolu yanlış mı?”, diye karşılık verir. İbrahim, Oruçoğlu’na dönerek, “Tabii yanlış. Sen de anlamsız şeyler söyleme ve sorma”, der.
Herşeye rağmen devrimci dayanışmanın en güzel örneklerini verdi o güzel insanlar ve bizlere büyük bir miras bıraktılar. 31 Mayıs 1971 tarihinde Nurhak’da, Sinan Cemgil ve yoldaşları katledildiler. Bir iddiaya göre Kahyalı köyü muhtarı Mustafa Mordeniz’in ihbarı üzerine gerçekleşti bu katliam. İbo’lar bu muhtarı cezalandırdılar.
Doğu Perinçek’lerden ayrıldıktan sonra İbrahim’ler TİKKF (Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Fedaileri) olarak Dersim’de örgütlenirler ve orda ilk eylemleri Deniz’lerin idam edildikten bir gece sonrasıdır. Tunceli İl Jandarma Birlik Komutanı Üsteğmen Fehmi Altınbilek’in lojmanına bomba atarlar, idamları protesto etmek için. Ayrıca Yusuf Aslan’ı yakalayan Uzman Çavuş Ertuğrul Taştemel’in evine de bomba atarlar.
Bunlar hep 68’lilerin birbirlerine ne kadar yakın olduklarını, birbirleri için neler yapabileceklerini gösteren eylemlerdir. Mahir’lerin Kızıldere’ye gitmeleri de devrimci dayanışmanın en güzel örneklerinden birisidir.

Sürece aktif katılmak gereklidir

Acaba bugün kendine sol diyen örgütler bazı şeyleri tekrar gözden geçirmeleri, önderlerin tüm yapıtlarını tekrar okumaları, bunun dışında her alanda kendilerini geliştirmeleri gerekmez mi? ‘Barış sürecine’ olan yaklaşımlarda bile kafakarışıklığı kendini hissettiriyor. Bir kesim ‘ulusalcılık’ ve ‘milliyetçilik’ oynarken – ki onları sol diye sayanın aklından şüphe etmek gerek – bir kesim sosyalistlerde ciddi bir çekingenlik ve eleştirel yaklaşım var, ki eleştirmek gerek, ama dışarda kalarak değil. Evet, islamofaşistlerin barış diye bir dertleri olmadıkları, kendi neo-Osmanlıcı projeleri için çıkarları gereği ‘barış’ dediklerini bilmek lazım, ama buna rağmen barışın islamofaşistlere bırakılmayacak kadar kutsal bir şey olduğunu da bilmek, tüm kendi gücüne dayanarak bu sürece aktif katılmak gereklidir. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının yanında olmayı Marksizm-Leninizm (ve onu takip eden önderlerimiz) öğretiyor bizlere.
Çok şey öğrenmeli ve her alanda ilerlemeli, buna şüphe yok. Hayatlarını sınırsız-sınıfsız bir dünya özlemine adayan önderlerimize olan borcumuzdur bu bizim.

“Ey mavi gök! Ey yağız yer bilesin ki,
Yüreğimiz kabına sığmamakta
Örsle çekiç arasında yoğrulduk
Hıncımız derya gibi kabarmakta.”

İ.Kaypakkaya

Güneşe yol alanların hikayesidir bu. Mavi gökyüzü gri bulutlarla kapanmasın diye güneşi içenlerin türküsüdür bu. Belki deniz bazen sessiz, belki durgun, ama dalgalanıyor her ayışığında, güneşi utandırmamak için. Ve bizler, her mevsim yeniden doğarken umutsuzluğu kurşuna dizerek, gücümüzü işte bu umutlu gülümseyişlerden alıyoruz. Bugün okunan hikayenin sadece bir parçasıydı. Devam ediyor ve edecek bu hikaye, ‘yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek’...

TARKAN BOZKURT

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.