Köy kültürü ve demokratik modernite


Demokratik modernite devletli uygarlığa alternatif bir yaşam sistemidir ve kendisini ahlaki politik topluma dayandırır. Homo Habilis’in(yetenekli insan) ortaya çıkışıyla beraber yaklaşık 2 milyon yıl önce toplumsallaşmasının başladığı varsayılan insan kendi gelişmesindeki en büyük ve niteliksel sıçramaya Ortadoğu coğrafyasında, Verimli Hilal’de son 300.000 yıllık Homo Sapiens’in(modern insan) varlığı üzerinden neolitik tarım-köy devrimini (M.Ö. 12.000 yıl önce) gerçekleştirerek gelebilmiştir.
Klan olarak örgütlenen toplum göçebelik, avcılık ve toplayıcılık geleneğinden; yerleşik kabile toplumlu tarım-hayvancılık kültürüne ve kadının komünal ev düzenine geçiş yapması toplumu şekillendiren ve günümüze kadar var kılan temel gelişim etkenidir. Bu nedenden dolayı toplum için tarihsel tarım-köy toplumu da demek mümkündür. Onun günümüzdeki çağdaş ifadesi demokratik toplumdur. Demokratik modernite ise demokratik toplumun çağımıza bilim, sanat, felsefe, ideoloji ve ekonomik üretim Rönesans’ını veyahut devrimini gerçekleştirmesiyle modernite haline gelme arayışını ifade etmektedir.
Başka bir deyişle demokratik toplumun başat konuma gelerek çağımıza damgasını vurması demek oluyor. “Demokratik modernite sadece geleceğe ilişkin bir ütopya değildir. Kökleri daha çok binlerce yıllık kültürel geleneğe bağlıdır. Bu kültürün güncel gerçeği var olan toplumudur. Bu toplum ne kadar çözümsüz ve çaresiz bırakılmış olursa olsun yine de bir gerçekliktir. Gerçeklik olduğu için de önemli bir hakikat payı vardır.”(1)
Günümüzde toplum ve topluluklar çoğunlukla(ulus-) devletler tarafından idare edilmektedir. Ulus-devletler ise aşırı karı ve emek gaspını esas alan yani kapitalizmi insan ve toplumun üzerinde mümkün kılan iktidarın ideal örgütlenme biçimidir. Her yönden topluma terstir. Toplumları ve bireyleri değil, dar ve marjinal elit kesimleri, tekelleri esas almaktadır ve sınırsız zenginleştirmektedir. Ahlaksızlık herkesi doyuracak, iş ve ev sahibi yapacak imkanlar var iken bu imkan ve olanakların dünya nüfusunun yüzde 10’nu bile temsil etmeyen kesimlerin aşırı ve sapkın kar hırsını doyurmak için kullanılması ve heba edilmesidir. Ayrıca endüstriyalizm canavarının yarattığı tahribatlardan insan ve doğanın bu sistemin merkezinde yer almadığı net anlaşılıyor. Dünyadaki bütün savaşlar devlet sistemine bağlı silah tekellerinin çıkarına olduğu için son bulmak bilmiyor. Savaş, iktidar, sınıflaşma, tekelleşme, mülkleştirme, kar ve devletli uygarlıkla birlikte gelişen birçok şey toplumun doğasına, yani onun milyonlarca yıllık oluşum tarihine, coğrafyasına, kültürüne, gelenek ve inancına ters düşmektedir.
Demokratik siyaset ve öz savunma
Topluma ait yetki ve yönetim alanları yaklaşık 5000 yıllık uygarlığın çıkışıyla özel ve devlet tekelleri tarafından sürekli çeşitli biçim ve maskelerle günümüze kadar gasp edilmiştir. Maalesef günümüz koşullarında daraltılmış, iradesi zayıflatılmış, güçten, ahlaktan ve özgürleştirici siyasetten, ekonomiden düşürülmüş, tarih bilincinden yoksun bırakılmış, topraktan-tarımdan ve köylerden kopartılmış (doğal yaşamdan) bir toplum gerçeği söz konusudur. Oysa demokratik toplumun yaşamı ve varlığı için bir yönetim mekanizması şarttır. Toplumun demokratik bir şekilde kendi kendini yönetmesi, günlük olarak ekonomi ve eğitim gibi önemli ihtiyaçlarını kendi eliyle karşılaması ancak öz-yönetim olgusuyla sağlanabilir.
Toplumun ilk hali olan klanda bu mekanizma karşılanırken, tarım-devrimiyle beraber kabileleşen, farklı etnisitelere, geniş ve kompleks hale bürünen toplum daha sonra farklı formlarda kendisini yönetmiştir. Aşiret örgütlenmesi bunun bir örneğidir. Toplumun formu zaman ve mekana göre değişebilmişse bile kendisini hep kendisi yönetmiştir. Farklılıklardan, çeşitli kesimlerden ve değişik kimliklerin birliğinden oluşan toplumun öz-yönetimini pratikleştirmek için başvurulması gereken araç hangi form olursa olsun demokratik siyasettir.
Demokratik siyaset veya politika toplumu kendi özüne ulaştıran özgürleştirme aracıdır. Toplumun bütün renklerini ortaya çıkarmayı ve kendi özgünlükleri temelinde özerk bir şekilde yaşama katılmalarını, düşünce, karar ve eylem sahibi olmasını hedefler. Bu bakımdan demokratik siyaset toplumun ve toplulukların aynı zamanda öz-savunmasıdır da. Çünkü demokratik siyaset bu kesimlerin çıkarlarını, ihtiyaçlarını, düşünce ve kararlarını, dolaylısıyla ortak iradelerini en etkili ifade etme ve garanti altına alma yöntemidir. Devlet olmadan da toplum rahatça yaşayabilir. Şimdiki toplum ise bu bilinçten yoksun bırakılmış, devletlere mahkum ve muhtaç hale getirilmiştir. Aynı çoban-sürü ilişkisine benzer ilişki sistematiği kurularak toplumun yaşamını belirleyen devlet olgusu geliştirilmiştir. Demokratik siyaset toplumu tekrar özgürlük temelinde işlevsel kılmayı esas alır. Oysa politika, demokrasi ve yönetim birbirleriyle sıkıca bağlı olgular olup topluma aittirler. Herkesin yaşama katıldığı, emek verdiği ve özgürleştiği oranda demokratik politikadan bahsedebiliriz.
Kendi iradesiyle yürüyebilen, sorunlarına çözüm bulan, ekonomisini, güvenliğini, sağlığını, eğitimini örgütleyebilen demokratik ve politik, yani bilinçli ve komünal bir toplumdan söz ediyoruz. Nasıl ki tarihte toplum ortaya çıkarken yaşamını sürdürebilmesi için her gün yaşam mücadelesi vermesi gerektiyse, günlük tartışıp karar alması gerektiyse, yaşamın adil, eşit ve güzel yürümesi için yaşam kural ve ilkeleri belirlemesi gerektiyse, bu özellikler bugünde önemini korumaktadır ve en az geçmişteki kadar hayatidir. Bu sebeplerden dolayı demokratik modernite toplumu tekrar demokratik siyaset yoluyla irade haline getirmenin ve kendi hayatına sahip çıkmasının sistemsel ifadesidir. Toplum demokratikleşip politikleşerek modernite haline gelmelidir!
Alternatif sistemin dinamikleri
Demokratik Konfederalizm, demokratik modernitenin devlet olmayan siyasi yönetim ve örgütlenme biçimidir ve kendini demokratik ulus zihniyetine dayandırır. Öz itibarıyla tabandan, yerelin özgünlüklerine göre kendini örgütleyen ve herkesin farklı farklı komünlerde aktif katılım sağladığı meclisler ve halk kongrelerinden, onların demokratik ve konfederal birliğinden oluşan bir sistemdir. Köy ve kentlerin çarpık ayrışmasını komün ekonomisine dayalı köy-kent ekonomisinin yeniden inşasını gerçekleştirerek gidermeyi hedefler.
“Aynı yerelde, aynı kentte her türlü etnik, dinsel, mezhepsel ve cinsî açıdan eşit, özgür ve demokratik gruplar barış içinde bir arada yaşayabilirler. Demokratik Konfederal Kürdistan kendi demokratik ulus modelini geliştirdikçe, her parçasının birlikte yaşadığı komşu toplumlarla da benzer birliklere rahatlıkla gidebilir. Benzer oluşumların Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de geliştiğini düşünürsek, belirtmeye çalıştığımız Demokratik Konfederal Kürdistan’ın Ortadoğu Demokratik Ulusal Birliği’nin çekirdeği olacağı açıktır. Her iki olgunun iç içe gerçekleşme şansı da vardır. Zaten Ortadoğu’nun tarihsel-toplumsal bütünlüğü de bunu gerektirir.”(2) Demokratik ulus bu yaşam modelinin ruhuyken, Demokratik Özerklik beden olmaktadır.
Demokratik ulusu nasıl anlamalıyız?
Demokratik ulus; ortak tarih, kültür, din, dil, ırk, etnisite, inanç, gelenekler gibi unsurlara bakmaksızın bir topluluk ve toplumun gönüllülük ve hoşgörü içinde, eşitçe anlaşması temelinde inanç, bilinç ve zihniyet birliğine dayanır. Birlikte, eşit, özgür, saygı ve sevgi içinde dostça yaşamak isteyenler demokratik ulus ilişkilerini geliştirebilir. Bununla beraber aynı veya ortak olmayan özelliklere sahip birey ve topluluklar da demokratik ulus içinde yer alabilir. Açıktır ki zenginlikte sınırlama tanımayan, farklılıkların eşit ve özgür birliğine dayanan, tüm toplumun renklerini bir irade sayan demokratik ulus zihniyeti Demokratik Özerkliklerden ve demokratik konfederalizmden oluşan bedenselleşmeye uygun düşmektedir ve tamamlayıcı olmaktadır. İnsanı ve toplumu merkezine alan demokratik ulus anlayışı, ulus-devletlerin kültürel farklılık ve zenginliklerin bir tek kesim uğrana kurban edilmesinin ilacı gibidir. Milliyetçilik eksenli ulus-devletler toplumu homojenleştirerek ve tek tipleştirerek bütün farklılıkları bir yandan ötekileştiriyor diğer yandan da asimile ederek inkar ediyor. Yarattığı pozitivist bilim dünyasıyla toplumu kasap gibi hücrelerine kadar parçalıyor aynı zamanda.
Kompleks yapıda olan toplumun bir kesimini esas alıp elitleştirerek bütün gücü ve yetkiyi o kesime bağlamak toplumu ve onun hakikatini parçalamak anlamına gelmektedir. Bu yaklaşım halklar arası sınıflaşmaya, çelişkiye, ayrımcılığa, eşitsizliğe, faşizme ve etnik, dinsel, kültürel, mezhepsel savaşlara yol açmaktadır. Adeta toplumu toplum eden, farklılıkların ve renklerin beraber varolması, aralarında çelişki ve sorun yaratılarak, her farklılığı ve bireyi bir diğerinin kurdu yaparak, insanın evrensel özelliği ortadan kaldırılmaktadır. Bu ideolojiye karşın insanlığa ve tarihsel toplumun özüne uygun olarak demokratik ulus zihniyeti geliştirmek hakikate daha yakın olacaktır. Nasıl ki Ortadoğu ve Kürdistan tarihinde barışçıl, eşit ve özgür beraber yaşayan sayısız halklar, etnisiteler, kültürel gruplar (Süryaniler, Ermeniler, Türkmenler, Kürtler, Hıristiyan, Yahudi, Müslüman, Yezidi, Alevi, vs.)hep kültürel paylaşımla var olmuşsa demokratik ulus aynı gerçekliğin çağımızdaki ifadesidir, onun güncellenmesidir. Demokratik ulus zihniyetinin sisteme kavuşması için gerekli araç ise onun zengin, farklılık temelli, çoğulcu ve çeşitli yapısına göre olan Demokratik Özerkliktir.
Demokratik Özerklik neyi ifade ediyor?
Demokratik Özerklik geniş anlamda hem demokratik ulusun bütün boyutlarıyla inşasıdır (sosyal, siyasal, sağlık, eğitim, diplomasi, ekolojik ekonomi, öz-savunma vb. boyutları), hem de ulus-devletler sınırları içerisinde demokratik anayasal düzenlemeyle toplumun öz-yönetiminin siyasi statü olarak kabul edilmesidir. Demokratik Özerklik bir siyasi-hukuki statü olmakla beraber devletin toplumu, toplumun da devleti tanımasıdır. Devlet+Demokrasi (kendisi olan ve kendisini yöneten toplum) formülü bunun ifadesidir. Bu anlamda devletin ve toplumun ikili otorite olarak beraber yaşama antlaşmasıdır da. Bu formül bir devlet çatısı altındaki toplumun tabandan özerk ve federal örgütlenme hakkını ifade ediyor. Demokratik özerkliğin hangi biçimde kendisini yapılandıracağı ve örgütleyeceği noktasında demokratik federalizm ve konfederalizmin rolü ve önemi karşımıza çıkmaktadır.
Tarihte görüldüğü gibi toplum farklı ve çeşitli formlarda kendisini zengin bir tarzda yerel ve bölgesel özgünlüklerine göre kurumsallaştırmıştır. Bu örgütlenme kendisini savunma ve koruma ihtiyacından dolayı zaman ve mekanın koşullarına göre şekillendirmiştir. Örneklendirmek gerekirse, ilkin 20-30 kişilik hareketli göçebe klanlarda organize olan toplum, neolitik devrimle ortaya çıkan bereket ve üretimle beraber yerleşik yaşama ve daha genişleyen kabile, aşiret, kavim, millet ve ulus formlarına, yanı sıra etnisite, ırk, cemaat, mezhep, tarikat ve kültürel gruplara dönüşmüştür. Büyüyen ve sürekli boyutlanan, çok kimlikleşen ve kültürleşen toplumsal kesimler site devletler, büyük hanedanlık ve imparatorlukların çatıları altında bile kendilerini bolca gevşek ilişkili federal ve konfederal, özerk ve özgün tarzda muhtariyet, özerklik ve konfederasyonlarla örgütlemiştir. (Mesela Urartu Federasyonu, Med Aşiretler Konfederasyonu, Osmanlı imparatorluğunda milletlerüstü olarak ümmet). Anlaşıldığı gibi özerk ve konfederal örgütlenmeler tarihte toplumun çokça başvurduğu örgütlenme ve ilişkilenme sistemidir. Bununla beraber toplumun çeşitli ve çoklu karakterine göre şekillendiği için yerel yönetimleri, özerk ve inisiyatif sahibi bölgesel yapıları esas almaktadır.
Demokratik Konfederalizmi bu temelde değerlendirdiğimizde mevcut ulus-devlet tekelleri ve merkezileşmiş bürokrasi, ekonomi, hukuk, askeri, bilim vb. iktidarlarına karşı özerk ve yerel yönetim özelliğiyle bir panzehir değerindedir. Neden panzehir? Birincisi, demokratik modernite devlete dayanmıyor. Ulus-devletleri benimsememesi onları komple ret etmesi veya yok etmek istemesi anlamına gelmiyor. Demokratik Konfederalizm örgütlenmesiyle devlet sınırlarına dokunmadan aynı sınırları aşabilir. Bu temelde yerel, bölgesel ve dünya çapında birlikler geliştirmek ve demokratik ulus birlikleri düşünmek mümkündür.
Demokratik, özerk ve özgür olma eğilimi
Her şeyi, tüm yetki ve sermayeyi, yönetim ve üretim araçlarını kendi elinde biriktiren devleşmiş ve canavarlaşmış ulus-devletler küresel kapitalist sisteme bile aşırı yoğunlaşmış güç merkezleri olarak ağır gelmektedir ki, onu aşmak istemektedirler. Avrupa devletlerin geliştirdiği Avrupa Birliği (AB) ulus-devletleri sınırlamak için geliştirilmiş bir tedbirdir. Kaldı ki AB ulus-devletlerin (Yunanistan, İtalya, Portekiz, Polonya) örneğinde görüldüğü gibi kapitalizm sistemsel bir bunalım ve kaos süreci yaşamaktadır. Dünyada küresel kapitalizme ve tekellere karşın daha yetkili ve özerk kılınmış yerel ve bölgesel toplumsal dinamikler ve halklar Demokratik Donfederalizm sistemiyle küresel demokratik uygarlığa ve onun başat sistem haline gelmesine yol açabilir. Bunun adını Demokratik Modernite koyuyoruz.
“Demokratik Modernite” kavramı toplumun çağımızda demokratik, özerk ve özgür olma eğilimini tarif ediyor. “Halklar için alternatif modernite, kapitalist moderniteye karşı hep mücadele içinde olmuş, demokratik ulus, sosyalist, ekolojist, feminist ve kültürel hareketlerin bütünlüğünden oluşan demokratik modernitedir.”(3) Günümüzde kapitalizm tarafından daraltılmış ve küçültülmüş toplum güçleri için dile getirdiğimiz temelde bir çıkış yapma şansı doğmuştur.
Çağımızda 5000 yıllık devletçi uygarlığın devamı ve en gelişmiş hali olan ve son 400 yıldan beri kendini kapitalist modernite olarak güçlü bir şekilde örgütleyen bu sistem derin bir kaos ve kriz aralığına girmiş durumdadır. Burada bir sistem kavgasından söz etmek mümkündür. Çünkü iki farklı bakış açısı, iki farklı dünya birbiriyle çarpışmaktadır. Hangi sistem veya tarihsel çizginin baskın ve başat çıkacağını aralarındaki mücadele ve hakikat payı belirleyecektir. 5000 yıllık sınıflı-devletli uygarlık sistemi tarım-köy toplumunun yarattığı maddi-manevi kültür değerlerinin üzerinde tahakküm kurarak gelişim koşulu bulmuştur. Bu açıdan başlangıç aşamasında kent kadın eksenli köy düzenine faydalı olmuş ve yük hafifletici bir rol oynamıştır. Ancak Sümer site/kent-devletinin erkek rahipleri tarafından hile ve kurnazlığa dayalı mitolojiler geliştirilmesi ve bunun sonucunda toplumun ve kadın sisteminin sınıflar ve tabakalara parçalanması, kentleri gittikçe büyüyen ve tapınaklarda (zigguratlar) merkezileşen iktidar odaklarına çevirmiştir. Kentlerin günümüzdeki versiyonları olan, nüfusları milyonları aşan metropol ve megapollerin kentin özüyle hiçbir bağının kalmadığı çarpıcı bir şekilde gözler önüne serilmektedir. Kanser gibi büyüyen ve bir o kadar topluma ve doğaya zarar veren bir mekan haline gelmiş kent gerçekliği kendi öz yapısından çıkmış ve bir sorunlar yumağı haline gelmiş durumdadır.
Temel kaynaklar ve temel birimler
Özcesi şunu söylemek yanlış olmaz: Ahlaki politik toplum kadın öncülüğünde kendisini tarım köy-devrimiyle en sistemli hale getirdi. Yerleşik yaşama, yeni bir mekanda yeni bir yaşam ve kültüre geçiş yaptı. “Köy sadece bir fiziki olgu değildir, kültürün temel kaynaklarındandır ve toplumun temel birimlerindendir”.(4) Bu zemindeki büyük sıçrama hem yerleşik komünal köy-kent ekonomisinin ortaya çıkışını, hem de zihinsel ve kültürel olarak yeni bir yaşamı mümkün kıldı.
Neolitik köy devrimine karşı Sümer kentlerinde gelişen sınıf ve iktidar merkezli uygarlık başta kadın olmak üzere toplumu hedefine alan bir karşı devrimdir. Sümer rahipleri tarafından doğal topluma karşı başlatılan bu karşı-devrim kapitalist modernite aşamasıyla en tehlikeli, toplum ile doğa için can alıcı noktaya gelmiş bulunuyor.
“Uygarlık tarihi bir anlamda politik toplumun daraltılması ve işlevsiz bırakılarak kadükleştirilmesinin tarihidir. Kapitalist modernite dönemi, bireycilik ve tekelciliğin azami geliştirilmesi sonucunda ahlaki ve politik toplumun en işlevsiz halini yaşadığı dönemdir. Azami iktidar olarak ulus-devlet, politik karakterini azami ölçüde yitirmiş toplumdur.
Nasıl ki kapitalizm, kapitalist olmayan toplum olmadan varlığını sürdüremezse, resmi dünya sistemi olarak uygarlık da demokratik uygarlık sistemi olmadan varlığını sürdüremez. Daha da somut olarak, tekelli uygarlık tekelli olmayan uygarlık olmadan varlığını sürdüremez. Bunun tersi doğru değildir. Yani ahlaki ve politik toplumun tarihsel akış sistemi olarak demokratik uygarlık, resmi uygarlık olmadan varlığını daha engelsiz ve rahat sürdürebilir.
Bu gerçekliği daha somut ortaya koymak mümkündür:
a- Sermayesiz ve iktidarsız toplum mümkündür, ama toplumsuz sermaye ve iktidar mümkün değildir.
b- Sermayesiz ekonomi mümkündür, ama ekonomisiz sermaye mümkün değildir.
c- Devletsiz toplum mümkündür, ama toplumsuz devlet mümkün değildir.
d- Kapitalistsiz, feodalsiz, efendisiz toplum mümkündür; ama toplumsuz kapitalist, feodal ve efendi mümkün değildir.
e- Sınıfsız toplum mümkündür, ama toplumsuz sınıf mümkün değildir.
f- Şehirsiz köy-tarım mümkündür, ama köysüz ve tarımsız şehir mümkün değildir.
g- Hukuksuz toplum mümkündür, ama ahlaksız toplum mümkün değildir.”(5)
Anlatmak istediğimiz toplumun insan yaşamında temel birim veya kök hücre konumunda olduğundan ötürü yaşam için her anlamıyla esas olduğudur. Çağımızda tarihsel toplumu tekrar kendi hakikatine ve doğasına uygun hale getirmek için demokratik modernitenin temel görevi ve hedefi önümüzde duran “İkinci tarım-köy devrimi”ni geliştirmektir. Bununla beraber toplumu onun temel tarihsel eylemi olan komünal köy-kent ekonomisine kavuşturmaktır. Zaten doğalında toplum; ekolojik ve ekonomik, aynı zamanda demokratik ve tarihsel bir olgudur.Demokratik modernitenin temel dayanakları demokratik ulus zihniyetli demokratik özerk ve konfederalizm örgütlenmesi, buna dayalı ekolojik sanayileşme ve komünal ekonomi sistemidir. Bu çerçevede Eko-köy ve Eko-kent modellerini ortaya koymak inşa çalışmaları için ufku açıcı olacaktır.
MAHSUM AMED
Kaynaklar
(1) Abdullah Öcalan- Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü
(2) Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü
(3) Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü
(4) A.Öcalan -Özgürlük Sosyolojisi
(5) Özgürlük Sosyolojisi
