Kürdistan devrimi kadın devrimidir


Geldiğimiz yer kadın hareketinin merkezi. Gördüğüm en güzel kamp. Devasa çınar ağaçları, ceviz, meşe ağaçları. Bir yakada televizyon seyredilen bir mekan. Bir yakada mutfak ve biz çardak altındaki upuzun bir masaya oturup sohbet ediyoruz.
En çok merak ettiğim konu, kadınların örgütlenmesi. Her yerde ve her organda kadınlar var şimdi. Türkiye Kürdistan’ını 1975-78 arası çok dolaşmış, hatta bu bölgede TDKP öncesi örgütleme görevinin başında yer alarak birçok kasaba, köyü gezmişim. Bizim örgütleme çalışması yaptığımız dönemde kadınlar ortalıkta yoktu. En devrimci olan Kürtlerin kadınları bile ortalıkta gözükmüyordu. Biz erkekler toplantılar yapıyoruz, kadınlar ise bize yemek yapıyorlardı.
Kadınların sürekli ötekileştirildiği, köleleştirildiği böylesi bir toplumda kadınlar nasıl olmuşta Kürdistan devriminin en ön saflarında yer alabilmişler, kahramanlık destanları yaratabilmişlerdi en çok bunu merak ediyordum.
Çok açık ki, bugün Kürdistan devrimi bir kadın devrimidir aynı zamanda. Kadın yoldaşlarla ilk buluşmamızda bu sihirli olayı nasıl gerçekleştirdiklerini sordum hep. Onlar da çok detaylı bir şekilde, sosyolojik ve psikolojik açıklamalarla bunu nasıl gerçekleştirdiklerini anlattılar.
‘İlk yaralımızı zılgıtla karşıladık’
Anlattıklarının tümü sayfalar tutar. Not da tutmadım. Sadece anladıklarımı anlatmaya çalışacağım. Hepsinin ilk dile getirdikleri şey: Önderliğin, Abdullah Öcalan’ın bu konudaki sabırlı eğitimi.” Önderlik hep kadın özgürleşmeden devrim olmaz diyordu. Ve köklü değişiklikler bize biz kadınlara rağmen gerçekleştirildi.”
“Çok ciddi ve büyük kopuşlardan sonra kadınların katılımı ve örgütlenmesi gerçekleşebildi.
İki konuda çok sert bir çatışma yaşadık: Birincisi kendimizle, kendi gerçekliğimizle olan çatışmaydı.
İkincisi ise erkeğin cinsiyetçi yaklaşımı. Yeniden erkeklerle birlikte olabileceksek önce onlardan kopmasını başarmalıydık.”
Kürdistan’da erkeklerin kadın üzerindeki hegemonyası, ötekileştirmesi, namusçu anlayışı kadınların PKK içinde örgütlendiği ilk süreçte de devam etmiş. İlk kadın kadrolar eğitimli kesimlerden gelmesine rağmen erkek egemen tavır devam etmiş. Öyleki savaşta bile kadını namusu olarak gören erkekler, korumacı ve hegemonyacı tavırlarını sürdürmüşler. Onların çatışmalara girmesini engellemiş, cephe gerisinde birer yardımcı olarak düşünmüşler. Sorumlu olan kadın yoldaşlardan birisi, “Başlangıçta komutanlar kadınlar savaşta ölürse, namusumuz çiğnenir diye düşünüyorlardı. Bu nedenle bir yoldaşımız savaşa girip elinden yaralanarak geri gelince onu zılgıtlar atarak, nihayet biz de savaşmaya başladık diye sevinçle karşıladık.”
Her alanda ayrı örgütlenme
İlk ayrı kadın örgütlenmesi 1993’de gerçekleştirilmiş. Önce Yurtsever Kadınlar Birliği kurulmuş. “2000’den sonra Dünya devrimci kadın hareketini ciddi bir şekilde inceledik. Onların deneylerinden de yararlanaarak örgütlenmelerimizi geliştirdik.” Gelinen noktada kadınlar hem KCK içinde, hem PKK’nın farklı organlarında erkeklerle birlikte mücadele ediyor. Aynı zamanda her alanda ayrı örgütlenmeleri de var. En başta ayrı bir kadın ordusu kurulmuş.
Gerilla denilince sırtında silahı asık yüzlü insanlar aklınıza gelebilir belki. Oysa benim gördüğüm erkek olsun, kadın olsun gerillalar gülmesini ve ince espiriler yapmasını çok iyi bilen insanlar. Hele de kadın yoldaşlar hep gülümseyerek yaşama bakıyorlar ve çok zorluklardan geçmiş olmalarına rağmen hala o zorlukları gülümseyerek anlatıyorlar.
Çaydanlıkları tertemiz. Oysa erkek yoldaşların çaydanlıklarının dış yüzü simsiyahtı. Kendilerini temizlik konusunda övüyorum. “Yok Atilla Heval bu çaydanlıklar gazlı ocakta çay yaptığımız çaydanlıklar olduğu için böyle pırıl pırıl. Odun ateşinde çay pişirdiğimiz çaydanlıklarımızın dış yüzü bizde de simsiyahtır.”
Sonra da gülerek artık klasik bir gerilla şakasını anlatıyor: “Botan da bir çatışmada yoldaşlar geri çekilir ve çaydanlıkları geride mevzide kalır. Elbet simsiyah bir çaydanlıktır. Bu çaydanlığı gören bir asker ateş ederek çaydanlığı delik deşik eder. Ama bir başka asker müdahale eder ‘yahu ne parçaladın bu çaydanlığı, burada sağlam bıraksaydık, bu çaydanlıktan çay içen zaten zehirlenip ölür!..”
Kimbilir zaman olsa ve sohbet derinleşse, böyle acılardan süzülmüş ne kadar gerilla şakası anlatacaklardı. Kadın hevallerin konuşmamızda en çok tekrarladıkları konu şu oldu: “Eğer barış gerçekleşir ve ülke özgürleşirse, bizim mücadelemiz bitmeyecek, hatta erkek egemenliği genlerine işlemiş olan toplumda esas mücadeleyi ondan sonra vereceğiz.” Bir kadın Gerilla: “Bizim için bu güzel ortamı terkedip, yeni bir hayata başlamamız çok zor olacak...” diyor.
Gördüğüm kadarıyla gerilla acıyla sevgiyi, acıyla gülümsemeyi, acıyla dostluğu hep birleştirebilmiş. Belki de başarlarının sırrı burada. Aslında ben çatışmalara giren kadın yoldaşların anlatımlarını dinlemek istiyordum. Ama zaman o kadar hızlı geçti ki, buna fırsat kalmadı. Kitabımı onlara da hediye ettim. Vedat Türkali’nin selamlarını ilttiğimde tüm kadın gerillalar çok sevindi. Onlar da selam söyledi ve kendilerinin ördüğü bir bileziği hediye olarak gönderdiler.
Bol bol resim çektirdik. Ama bir kez daha tam gün buluşma ve kendilerini dinleme arzumu belirttim. Severek kabul ettiler.
Mehmet Karasungur Şehitliği’ndeyim
Kürt Özgürlük Hareketi şehitlerine çok büyük bir değer veriyor. Söylediklerine göre yirmibin civarında şehitleri var. Ve eğer hareket bugün bir yere gelebilmişse açık ki, bu şehitlerin yiğitçe mücadelesi sayesinde gerçekleşebilmiştir. Aslında PKK’ya bir fedain örgütüdür demek te yanlış olmaz. Hangi kuruma, hangi birime, hangi gerilla kampına gidersek gidelim, duvarlarda muhakkak şehitlerin afişlerine rastlıyorsunuz.
Kadın gerillaların yanından ayrılırken istersem Şehitliğe de gidebileceğimizi söylediler. Severek kabul ettim. Mehmet Karasungur Şehitliği, 300 kadar kadın-erkek şehidin yattığı bir mezarlık. Bir duvarda Mehmet Karasungur’un mozaik büyük tablosu var. Karasungur önder kadrodan bir gerilla ve Peşmergeler tarafından katledilmiş. Şehitlikteki mezarların tümü aynı ve mermerden yapılmış. Tertemiz, mezarların üstünde çiçekler var. Mezarlığın girişindeki küçük konutta mezarlığa bakan yoldaşlar kalıyor. Hava kararmaya başladığı için onlarla uzun uzadıya konuşamıyoruz. Ama bu tertemiz şehitliğe onlar bakıyor. Newroz gibi önemli günlerde, kutlamalarda Kandil halkı burayı sık sık ziyaret ediyormuş. İlkokul çocukları bile toplu halde geliyorlarmış.
Şehitlikten ayrılırken az ötedeki evden onlarca güvercin havalandı. Bu güvercinlik de şehitliğin baktığı, beslediği bir yer. Ara sıra güvercinler şehitliğin üstünde uçurulurmuş. Bu da güzel geleneklerinden birisi... Şehitliğe bakmak, temiz tutmakla görevli ayrı bir tim oluşturulmuş. Ama hava kararmaya başladığı ve yolumuz uzun olduğu için çok fazla konuşamadan ayrılmak zorunda kaldık.
‘PKK Ocağı’ndayım
Döndüğümüzde Heval Merwan bizi bekliyordu. Her zamanki gibi ‘Hadi gidiyoruz,’ dedi sadece. Nereye gidiyoruz, kiminle konuşacağız? Diye sormadım. Programı onlar yapıyordu hep. Bu kez yol çok daha uzun ve engebeliydi. Çok fazla tepelere çıktık, vadilere indik. Karşıda dimdik bir yol var. Sormadan edemiyorum: “Heval Merwan bu karşıda gördüğümüz yoldan da araba gidebiliyor mu?” “Mecburen gidecek” dedi sadece. Bu kadar kuş uçmaz kervan geçmez yerlere niye yol yapılmış peki? “Saddam İran’la yaptığı savaş için bu yolları yaptırmış. Kime niyet kime kısmet” diyor.
En yüksek tepelerin birinde arabayı yolun kenarına çekip, “Hadi bakalım geldik” deyince içimden, ‘işte şimdi hapı yuttun Atilla bey,’ dedim. Yolun kenarından bakınca derin bir uçurum ve dibinde ağaçlar gözüküyordu. Protezli bacağımla inmem olanaksız. Buna rağmen sesimi çıkarmadım. Eşref koluma girdi. O sıra aşağıdan bir gerilla daha gözüktü. Birisi önümde, birisi kolumda inmeye çalıyorum. Patika bile denmeyecek, dik çakıllı bir yol. Yolun dibindeki bu birimin yukardan gözükmesi olanaksız. Oysa kayaların dibinde mutfağı, yukarda toplantı yapılan bir mekan oturma yerleri ve elbet daha aşağılarda yatılıp kalkılan yeraltı barınağı. Bana bir sandalye bulup getiriyorlar. Çay içerken çevreyi izliyorum. Bir sincap kuş gibi öterek daldan dala atlıyor. Bana çay ikram eden yeşil gözlü genç gerilla “kışlık erzağını depo ediyor Heval” diyor.
Yeşil gözlü gerillaya yaşını soruyorum. Ondokuzmuş. Kaç senedir gerilladasın peki? “Beş senedir” gülerek, ‘öyle,’ diyor.
Yanında oturan gerilla: “Biz bunlara kaçak diyoruz heval” diyor. “Göndermek istiyoruz, gitmiyorlar. Biz de onları uzun süre ellerine silah vermeden eğitime tabi tutuyoruz.”
Yağmur ciselemeye başladı. Biraz yukarda mutfak var. Oraya çıkıyoruz. Mutfakçı küçük boylu, kıpkırmızı yanaklı bir kadın gerilla. Bugün patates kızartması, pirinç ve etsiz türlü var. Ama belli ki nüfus kalabalık. Benim yardımcım Eşref ve bir iki gerilla daha yardım ediyor. 19 Yaşındaki yeşil gözlü gerilladan sebze istiyorlar. O da bir yerlere keçi gibi tırmanıp biraz sonra eli kolu patlıcan, biberle dolu geliyor. Arka yamaçta küçük sebze bahçeleri varmış. Günlük sebze ihtiyaçlarını oradan temin ediyorlarmış. Çok görmek istiyorum. Ama yolu dimdik olduğu için vazgeçiyoruz. Dizimdeki protezlere bir kez daha küfür ediyorum.
Eskişehir’den dağlara
Mutfakçı ufak tefek, saçlarını arkadan iki küçük örgü yapmış, sanki yaramaz bir kız çocuğu. Arı gibi hem çalışıyor, hem benimle sohbet ediyor. “Ben Türk-Çerkez karışımıyım” diyor gülerek. “Eskişehir’de Üniversitede okuyordum, Mehmed Uzun’un ailesinden bir kız arkadaşım vardı. Onun anlattıklarından çok etkilendim ve gerillaya katılmaya karar verdim. “
Kaç senedir gerilladasın peki? “Onbeş senedir.” Şaşkınlıkla bakıyorum. En çok yirmibeş yaşında diye tahmin etmiştim. “Otuz beş yaşındayım. Çok genç görünüyorum. Ama naparsın, dağlar insanı böyle genç ve diri tutuyor” diyor. Hep gülüyor, mutluluk ve sevgiyle ışıldıyor gözleri.
Biraz sonra yukarlardan resimlerini gördüğüm eski kadrolardan birisi olan Ali Haydar Kaytan yanıma gelip, hoşgeldin, diyerek sarılıyor. “Kusura bakma bizim toplantılar böyle uzun sürüyor. Yukarda hevaller gelişinden haberdar, biraz sonra ara vereceğiz, hepsi seninle tanışmak istiyor” deyip yine tırmanarak geldiği mekana gidiyor.
Ben yine mutfakta çay içerek sohbet ediyorum. Bir köşede altında gaz ocağı yanan dev gibi semaverler var. Sürekli çay içiliyor. Kimi zaman bir yerlerden ellerinde telsizleri, sırtlarında kleşleri kadın, erkek bir iki gerilla geliyor, çaylarını içip yine gidiyorlar.
Kalkan ve Kaytan ile sohbetteyiz
Anlaşılan toplantıya ara verilmiş, birçok gerilla aşağı iniyor. İlk gelip sarılan Duran Kalkan. Daha sonra diğerleri de, elimi sıkarak teker teker ‘hoşgeldin’ diyor. Yemek için voleybol sahasına koydukları masayı kullanıyoruz. Kadınlı erkekli otuz kadar gerilla var. Çoğu ayakta yemeği tercih ediyor. Ben, Duran Kalkan ve Ali Haydar Kaytan hem yemek yiyor, hem sohbet ediyoruz. Her ikisi de benden yedi-sekiz yaş küçük ama gençlik yıllarında aynı ortamlarda bulunmuşuz. Tüm gerillalar gibi önder kadronun da bizim dönemde verdiğimiz mücadeleye ve Deniz’le müthiş saygu ve sevgileri var. Bunu sık sık belirterek beni mahcup ediyorlar. Oturup sohbet ederken, hevallerin toplayıp getirdikleri incirleri, üzümleri yiyoruz.
Yukardaki büyük çadırda Platform dedikleri bir toplantı yapıyorlar. Buna çözümleme de deniyor. Uzun süren eleştiri-özeleştiri toplantıları bu. Benim de katılmamı istiyorlar. Önce gönülsüzüm, kendilerinin çok özel bir çalışması çünkü. Çok ısrar ettikleri için bir süre katılmayı kabul ediyorum. Duvarlarda şehitlerin ve Abdullah Öcalan’ın resminin olduğu büyük bir çadır. İçerde otuz kadar kadın erkek gerilla var. Birisi çıkıp raporunu okuyor. Daha sonra diğerleri rapora ilişkin görüşlerini açıklıyor. Çoğu Kürtçe konuşuyor. Türkçe konuşanlar da var. Eleşitiriler oldukça sert. Dışarda bu kadar sert eleştiriler karşısında eleştirilenin tavrının ne olduğunu soruyorum. Toplantı biter bitmez eski dostluğun, kardeşliğin devam ettiğini. Bu toplantıların kendilerini güçlendiirdiğini ve toplantı sonrası yeniden görev dağılımı yaptıklarını belirtiyorlar.
Raporunu okuyan Heval emekçi bir Kürt. Savaşa da katılmış, cezaevine de girmiş, Rusya’da da bile kadro olarak görev almış ve bir bacağını mayında kaybetmiş. Ve protez takılmış. Buna rağmen en ön saflarda mücadele eden bir gerilla. Dağa tırmanırken bir bacağıının protezli olduğunu anlamıyorum. Çözümlemeler genellikle üç-dört saat sürüyormuş. Heval’in raporu ve eleştirileri bitince konuşma yapmak için bana söz veriyorlar. Ben de, THKO dönemini, dünü, bugünü özetlediğim kısa bir konuşma yapıyorum. Büyük bir dikkatle dinliyor ve bitirdiğimde çoşkuyla alkışlıyorlar. Daha sonra yine voleybol sahasına birlikte inip vedalaşıyor ve resim çektiriyoruz.
Vedat Türkali’nin selamlarını söylüyorum, çok seviniyorlar. Mutfakta nöbetçi kadın gerilla: “Ben kitaplarının çoğunu okudum. Kendisini çok çok seviyoruz” diyor. Kırk yaşlarında bir gerilla benim yukarı, yola çıkmamda yardımcı oluyor. “Ben de Almanya’da kalıyordum. Frankfurt’ta mühendislik okurken gerillaya katıldım. Çok uzun süredir dağlardayım” diyor.
Parayı tanımayan gerillalar
Dönüş yolu bu kez farklı. Daha dar bir patikadan aşağıya iniyoruz. Asfalta çıkıyoruz. Ama ilerde peşmerge kontrolü var. Heval Merwan’ın dediğine göre KPD ile yapılan bir anlaşma ile bu kontrol noktası konmuş. Bir kaç kilometre ilerde de PKK kontrol noktası var. Ben yolculuklarda hep soruyor daha fazla şey öğrenmek istiyorum. Merwan’da tecrübeli ve bilgili bir gerilla.
“Barış olursa, bu güzel coğrafya’da butik oteller yapar para kazanırsınız” diyorum. Gülüyor. “Hewal biz silahı çok sevdiğimiz için elimize almadık. Bizim için bir mecburiyetti. Karşımızdaki egemenler başka bir lisandan anlamıyorlardı. Yoksa bizde siyaset yaparak haklarımızı almak için mücadele ederdik.” Bu söylemi birçok gerilladan daha önce de duymuştum. “Kandil sadece biz Kuzeyli Kürtler için değil, tüm Kürtler için çok önemli bir coğrafyadır. Sık sık görüyorsun. Dört parçadan, Suriye, Irak, Türkiye, İran Kürtlerinden insanlar var Kandil’de ve burada ulusal bir birlik oluşturuldu. Bunun gerçekleşmesi için büyük savaşlar yaptık. Pek çok şehit verdik.
Gerçekten dünyada belki de ilk kez gerçekleştirilmiş bir kurtarılmış gerilla bölgesi burası. Doğa konusunda çok titizler, ekolojik devrimi sadece lafta değil pratikte de uyguluyorlar. Evvelden başka bölgeden gelen köylüler ağaç kesermiş. Yasaklamışlar. Hatta ağaç kesmenin cezası bile var. Kimse parayı kullanmıyor. İhtiyaçlarını yazılı veriyorlar. Alım birimi alıyor. Dağıtım birimi de dağıtıyor. Nereden nasıl alıyorlar sormadım. Ama dediklerine göre halk mal olarak da çok yardım ediyormuş.
YARIN: KJB'nin çok yönlü mücadelesi,
Yer altında basın ve yayın
ATİLLA KESKİN
