Kürt görsel tarihinde sansür ve saptırma

Haberleri —

’’16. yüzyıldan başlayarak Batılı gezgin ve ressamların çizdiği Kürt gravürlerine tanık oluyorduk. Özellikle, 19. yüzyılda Kürtlere ve Kürdistan’a ilişkin seyahatname ve gravürlerde büyük bir patlama yaşanıyordu. Bu gravürlere daha sonra fotoğraf ve kartpostallar da eşlik edecekti.’’

Mehmet BAYRAK

Kürt toplumu da dahil Doğulu halklar, daha doğrusu tüm insanlık için “görsel tarih”in son derece önemli olduğunu bildiğim için, özellikle 80/90’lı yıllardan itibaren yaptığım tüm çalışmalarda görsel ürünlere özel bir önem vermeye çalıştım. Gerek kendi çalışmalarımın, gerekse editör sıfatıyla yayımladığım eserlerin sonuna bir “Albüm” eklemeyi adeta bir gelenek haline getirdim. Şimdilerde görüyorum ki, Kürdoloji alanı da dahil yayınevleri inceleme-araştırma çalışmalarında aynı yolu izliyorlar.

Bunun bilincine ilk kez daha üniversite yıllarında varmıştım. İlkokullardan başlayarak okul duvarlarını süsleyen, Alevi toplumundaki imajı hiç de iyi olmayan Osmanlı sultanlarından Yavuz Selim’in son derece görkemli bir portresi dikkatimi çekmişti. Başındaki 12 dilimli taca, kulağındaki küpeye ve boynundaki 12 dilimli teslim taşına bir anlam verememiştim. Üniversite yıllarında ve sonrasında taradığım bilimsel kaynaklardaki Yavuz portreleri hiç de buna benzemiyordu. Özellikle, 1984’te yayımladığım “Alevi Önderlikli Halk Hareketleri ve Çağdaş Destanlar” konulu inceleme- araştırmamda buna dikkat çekmiş; sözgelimi Prof. Şehabettin Tekindağ’ın, Dr. Faruk Sümer’in ve Çağatay Uluçay’ın konuyla ilgili yayınlarında, Yavuz’un çok farklı portre desenlerine rastlamış ve Kalenderiliğin-Hayderiliğin simgeleri olan üstteki özelliklerin, onun can düşmanı olup Alevi toplumu içinde saygınlığı ve yaygınlığı bulunan Hatayi mahlaslı Şah İsmail’e ait olduğunu görmüştüm. Bu gerçekliğe, gazeteci- yazar Murat Bardakçı "Bu Resim Yavuz’un Değil!" (Hür. 13.2.1996) başlıklı yazısıyla dikkat çekerken; biz de çeşitli çalışmalarımızda konuyu irdelemiş ve açıklık getirmeye çalışmıştık. (Bu konuda bkz. Kürdoloji Belgeleri -II /2004; Osmanlı’da Kürt Kadını – Jinên Kurd Dı Serdema Osmanî De/ 2008 ve Kürt ve Alevi Tarihinde Tabular Yıkılırken / 2014)

   

Kürt gravürlerinde sansür ve saptırma

Şunu hemen belirtmeliyiz ki, Türkoloji gibi Kürdolojinin de, Persolojinin de, Arabolojinin de yani bir bütün olarak Oryantalizmin/Şarkıyatçılığın/Doğubilimciliğin de babası Batı’dır. Her zaman söylemişimdir; bu bilim disiplinlerinin babası niteliğindeki Batı literatürü bilinmeden ve Türk-İslam ideolojisinden kurtulunmadan, bilimsel üretim yapılamaz ve tarihsel toplumsal gerçeklikle buluşulamaz.

Çünkü biliyoruz ki, dinsel nedenlerle sözgelimi resim ve gravür sanatı Doğulu toplumlarda yeterince gelişmezken; Batılı toplumlarda özellikle Rönesansla birlikte bu sanat dallarında büyük bir aşama kaydedilmiştir. Çünkü, İslami toplumlarda canlıları gerçek boyutlarıyla resmetmek “Tanrı’ya şirk koşmak” olarak algılandığı için; bunun yerine minyatür sanatına ve yazıyı resmetme anlamında hat sanatına yönelinmiştir. Bundan dolayıdır ki, Osmanlı padişah portlerinin tümünün çizerleri de Batılı ressamlardır.

Osmanlı’nın fotoğrafa ve resme göreceli yönelmesi de özellikle Tanzimat yenileşme hareketi sonrasına yani 19. yüzyılın ortalarına dayanıyor. Bilinen dini etkenlerle, matbaanın yaklaşık 300 yıl gecikmeyle özellikle Müslüman olmayan kişiler öncülüğünde Osmanlı toplumuna girmesi gibi; fotoğraf ve kartpostal sanatı da aynı çevrelerce dolaşıma sokuluyordu.

Görsel tarihin toplumumuzdaki etkin ve özgün işlevini bildiğim içindir ki, bugüne kadar Türkçe, Kürtçe ve Batı dillerinde iki albüm çalışması yaptım. Bunlardan biri “Gravürler’le Kürtler / Bi Gravûran Kurd” (2002); diğeriyse “Osmanlı’da Kürt Kadını” albümü. İlk Albüm yayımlandığında; bunun, Kürt liderlerinden Celal Talabani’nin eşi Hero Talabani tarafından Batılı devlet insanlarına “Kürtler’in Görsel Tarihi” olarak armağan edildiğine tanık olmuştuk.

Bu albümlerde, 16. yüzyıldan başlayarak Batılı gezgin ve ressamların çizdiği Kürt gravürlerine tanık oluyorduk. Özellikle, 19. yüzyılda Kürtlere ve Kürdistan’a ilişkin seyahatname ve gravürlerde büyük bir patlama yaşanıyordu. Bu gravürlere daha sonra fotoğraf ve kartpostallar da eşlik edecekti.

“Osmanlı-İslâm” ideolojisinin kurgulanmaya ve yerleştirilmeye çalışıldığı Abdülhamid döneminden, bunun “Türk- İslâm”a evrildiği Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerine kadar Kürt gravürlerine uygulanan sansür ve saptırma çabalarına; yukarda anılanlar da dahil birçok çalışmamızda örneklerle yer vermiştik.

Sözgelimi, 1854’te Osmanlılar’ın, İngiliz ve Fransızlar’la birlikte Ruslara karşı giriştiği ve literatürde kısaca “Kırım Harbi” olarak da nitelendirilen “kader” savaşına 300 süvari ve piyadenin başında katılan ve Osmanlı kadınını birey bazında Batı literatürüne en çok sokan Kürt kadın kahraman Fataraş’ın “Kürt cengâveri, Kürt kahramanı, Kürt prensesi” sıfatlarından soyutlanarak nasıl Türk “Kara Fatma”ya, giderek “Tarihin dişi arslanı”na dönüştürüldüğünü; yine “Kürt prensesi Kara Fatma”nın, İslâmcı yazar Aynur Mısıroğlu’nun kalem darbesiyle nasıl “Kuva-yı Milliye Kahramanı”na dönüştürüldüğünü; keza doğanla avlanan Kürt avcının, kendisi de Kürt olan tarihçi Cemal Kutay marifetiyle nasıl “Uç Beyi”ne, “Kürt Beyleri”nin de nasıl “Türk serdarı”na dönüştürüldüğünü biraz gülerek, biraz da üzülerek görecektik...

   

Gravürlere irdeleyici gözle bakmak

16. yüzyıldan buyana yer verdiğim Batılı gravürlerin erkek figürlerine ilişkin kesiminde en çok dikkati çeken husus, Kürt erkeğinin hemen her aşamada bıçak, süngü, kılıç veya tüfekle resmedilmesidir. Dışardan bakan bir Batılı için, bu aksesuar ve kompozisyon ilginç gelebilir ama acaba Kürt insanı sadece “silah”la mı özdeş bir varlıktır. Onun başkaca hasletleri ve resmedilecek özellikleri yok mudur? Kuşkusuz vardır ancak bu “silahla resmetme” özelliği ona daha da cazip gelmektedir...

Batılı’nın bu türden resmetme eğilimine eleştirel bir gözle baktığımızda, altında ilginç toplumsal ve siyasal nedenler bulmak mümkündür. 180 dolayında kitabı bulunan Bedirhan ailesinden tarihçi Cemal Kutay’ın, elindeki materyali kemalist ideoloji doğrultusunda kullanmasını anlayabiliyoruz. Çünkü Kürt kimliğinin oluşumunda büyük katkısı olan Bedirhan ailesinin büyük bölümü Türk rejimiyle çelişirken, Vasıf Çınar gibi politikacılar ya da Cemal Kutay gibi tarihçiler, kemalist siyasetin ve kültür politikasının hizmetine giriyordu...

Ancak, beni bu irdelemeye sevkeden asıl etken, Özgür Politika’nın 29.7.2017 tarihli Kürtçe sayfalarında yayımlanan bir görsel ürün oldu. Ressam Frank Feller tarafından çizilip 1907 yılında Almanya’nın Bavyera eyaletinde basılmış bir pulda yer alan gravür, “A Raid by Kurds” altbaşlığıyla verilmiş ve Life in Russia “Rusya’da Hayat” adıyla yansıtılmış.

Gazetede, “Pûla 1910 û Talana Kurdan Rakırî” yani bir pul resmine yansıyan “Kürt Talanı” başlığıyla yer alan haberde şöyle deniyor: "Jiyana Rûsyayê ku ji bo Ewrûpa û wê de li Emerîkayê egzotîk bu, bi vî resmê hanê ku bîhna Oryantalizmeke xav jê difûre, ew pûl li Almanya, İngilistan û Emerîkayê tê firotın; û bi weke bezê ser kezebê li Rûsyayê jî.”

Özetle, Rusya Kürtleri’nin yaşamının Avrupalılar ve Amerikalılar için egzotik bir olgu olduğu, pulun ilk defa 1907’de kullanıldığı ve ilgiyle karşılandığı söyleniyor. Burada, üzerinde özellikle durulması gereken husus, pulun hazırlanış ve kullanılış tarihinin Osmanlı padişahı II. Abdülhamid ve Alman İmparatoru II. Wilhelm dostluğunun zirveye çıktığı döneme rastlamasıdır. Çünkü, Ortadoğu ve Uzakdoğu sömürgeleştirmesinde kendisini atlatılmış sayan Alman militarizmi, Abdülhamid üzerinden Anadolu-Bağdat Demiryolu imtiyazını almış, ardından da Türk- İslamcı İttihad ve Terakki yönetimini 1913’ten başlayarak savaşa sokmuştur. Demiryolu güzergâhında gördüğü başlıca engel Kürt topluluklarıdır. Bunun için iki kez İstanbul’a - bölgeye gelmiş ve Selahaddin Eyyubi’nin kabrini ziyaret etmiştir.

Örnekler

Asıl amaç, Selahaddin Eyyubi’nin kabrini ziyaret ederek Kürtler’e sevimli görünmek; bir yandan da politikasını hayata geçirirken güzergâh üzerinde buna karşı çıkan Kürtleri Batı dünyasında karalamaktır... Bu anlamda, sözkonusu pul dolaşımı üzerinden yapılan anti propagandanın zamanlaması mânidardır. (Bu konuda, Alman resmi- ideologu Paul Ruhrbach’ın Türkçe’ye de çevrilmiş “Hatt-ı Saltanat” adlı rapor- kitabı ile bizim “Alman Emperyalizminin Türkiye ile Kürdistan’a Girişi ve Ziya Gökalp” konulu inceleme- araştırma yazımıza bakmak yeterlidir. Bkz. Kürdoloji Belgeleri- I, Özge yay. Ank. 1994).

Pul yoluyla yayılan resimde; “Kürt Talanı” adıyla bir “Kız Kaçırma” sahnesi veriliyor. İki Kürt, atlarıyla kız kaçırıyorlar. Oysa, aynı sahneler başka gezginler ve ressamlar tarafından başka halklar için defalarca kullanılmış ve yayımlanmıştır. Biz bunlardan sadece birkaçını paylaşmakla yetineceğiz.

Görüldüğü gibi, “talan”la “kız kaçırma” geleneğini özdeşleştiren bu türden gravür ya da çizgi- resimler toplumsal yapı içinde iyice irdelenmeden gerçekliği kavramak mümkün değildir...

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.