Kürt'ün hafızasında ve duygusunda sınır

  • Sınır sözcüğünün ve bu sözcüğün Kürt halkı üzerinde yarattığı travmaların benzerleri dünyada çok azdır. Bugün bile Kuzey Kürdistan’da Serhat bölgesini isimlendirirken aslında “ser xet, ser sinor” denmek istemekte. Milyonlarca insanın yaşadığı alana “sınır” demekteyiz. Dünyanın herhangi bir yerinde buna benzer bir örnek göremezsiniz. 

MESUT ALP

Sınır nedir? Sınır kavramı tarihsel olarak bakıldığında, galiba zamanı ve ömrümüzü ölçmeye başlamamızla hayatımıza girmiş olmalı. Zamanı ve sonu olan bir yaşamı ölçmek, büyük bir olasılıkla belli alanlara sahip olmaya ve sınırlı ömrü olabildiğince “dolu” ve “kaliteli” geçirmeye dair çabayı da arttırmıştır. 

Her ne kadar özel mülkiyet anlayışının insan evladının yerleşik hayata geçmesiyle, yani tarım devrimi ile beraber geliştiği söylense de durum aslında biraz daha eskilere dayanıyor gibi görünüyor. Çünkü Göbeklitepe ve Karahantepe gibi arkeolojik alanlarda ortaya çıkan yeni veriler, avcı-toplayıcı grupların yerleşik hayata tarım devriminden önce geçtiklerini gösteriyor. Bu da bizlere belli bir alanda “hak iddia etme” öyküsünün o alanı ekip biçmekle veya o alanda üretim araçlarını var etmekle ilgili olmadığını düşündürüyor. Başka bir deyişle, belli bir alanda hareketli olmak veya hareketin sürekli olduğu bir bölge, birilerinin “öteki”lere karşı çizdiği “sınır”ı oluşturabiliyordu. Bu bağlamda Kürt halkının sınır ve sınıra dair deneyimlerinin çok katmanlı ve benzersiz olduğunu düşünüyorum. Çünkü Kürt halkı, ata kültürleri üzerinden ele alındığında, yaklaşık dört bin yıldır sosyo-politik açıdan insan hareketliğinin en yoğun olduğu coğrafyalardan birinde varlık gösteriyorlar. Bu da ister istemez, Kürtlerin hem tarih hem de günümüz çerçevesinden bakıldığında, çok değişken ve oldukça sık şekil değiştiren sınırların gölgesi altında yaşadıkları ve yaşamaya devam ettikleri anlamına geliyor. 

Kürtler için en travmatik süreç

Hint-Avrupa dil ailesine mensup bir dili konuşan Kürt halkının ata kültürünün ilk hareket alanının -başka bir deyişle çekirdek bölgesinin- Avrasya olarak zikredilen, günümüzde Doğu Belarus, Doğu Ukrayna ve Moskova hattını içine alan bölge olduğu dil bilimciler ve arkeologlar tarafından kabul görmektedir. Bu bölge, Karadeniz’in kuzeyinde, Asya ve Avrupa kıtalarının birleştiği alanda bulunmaktadır. Başka bir açıdan baktığınızda, iki büyük kültür alanın birbirine sınırı olarak kabul edilebilecek bir yerden yola çıkmış bir halktan bahsediyoruz Kürtleri konuştuğumuzda. Bu iki büyük bölgenin birbirine değdiği alan, beraberinde sürekli bir insan hareketi ve aidiyet sorununu da getiriyordu. 

Kim bilir, belki de içinde Kürt halkının atalarının da bulunduğu Aryan göç dalgasının başlaması da bu “sınır alanı”nda vuku bulan bir aidiyet sorunu neticesinde başlamıştı. Bu büyük göçü tetikleyen etkenlerin ne olduğunu tam olarak hâlâ bilemiyoruz. Ancak Mitanni adı altında örgütlenen ata kültürünün yerleştiği coğrafyaya bakıldığında, Kürtlerin atalarının tabiri caiz ise yağmurdan kaçarken doluya tutulduklarını görüyoruz. Çünkü Mitanniler, günümüz Kürdistan sınırlarına çok yakın bir alanda tarih sahnesine çıkıyorlar, günümüzden 3500 yıl önce. Benim fikrime göre, Kürt halkının bu coğrafya ile bağının başlangıcı olarak bu tarihin milat olarak alınması gerekir. Peki Mitanniler nasıl bir yerde egemenlik kurdular? Çevrelerinde kimler vardı? Bu dönem, Kürt halkının sınır bilincine dair en travmatik süreci temsil eder. Nasıl mı? Gelin, kim neredeymiş görmek için beraber o dönemin Ortadoğusu’na bakalım.

Sınır bölgesinde var olmanın yıkıcı etkisi

Savaş kabiliyetleri gelişkin bir halk olan Mitanniler, bu becerilerinden dolayı kısa sürede güneyde Asur, kuzey ve batıda Hitit, güneybatıda ise Mısır gibi modern çağın Rusya, Çin ve Amerikası olarak görebileceğimiz medeniyetlerle çevrilmiş bir alanda kısa bir süre zarfında kendilerine yer edinebildiler. Mitannilerin kendilerini var ettikleri bu alan, aynı zamanda bütün bu süper güçlerin sınır alanları idi. İşte bu çok garip bir durum yaratıyor biz Kürtlerin hafızasında. 

Bir sınır bölgesinde var olmanın, var olmaya çalışmanın yıkıcı etkisi, Mitannili aşiret liderlerinin değişen dengelere göre sürekli olarak taraf değiştirmesinde ve sonunda gizli ittifaklar ve entrikalar ile çok güçlü ve istikrarlı bir temel üzerine kurulmuş olan devletlerini sadece 150 yıllık bir süre içinde yıkımın eşiğine getirmiş olmalarında; daha önce kendisini çevreleyen süper güçlerden vergi alacak kadar güçlüyken kısa sürede onlara vergi verir hale gelmesinde; ve dahası bu devletlerin Mitanni’yi sonunda kendi aralarında bir sınır bölgesine dönüştürmüş olmalarında açıkça görülebilir ve hissedilebilir. 

Bölünmüşlük, hüzün ayrılık, ölüm…

Bunun günümüze yansıması olarak, Nisêbîn’den (Nusaybin) doğmuş olan ben, Qamişlo’yu Nisêbîn’den ayıran ve bir insanlık ayıbı olarak görülmesi gereken mayın tarlalarında yaşamaya başlıyordum böylelikle. Kürt'ün “sınırda” hayatı binlerce yıllık bir hikâyeye dayandığından, sınır Kürt için yaşamın her alanında bölünmüşlük, kendi içinde yabancılaşma, hüzün, ayrılık ve ölüm anlamına geliyordu. Ahmed Arif’in “33 Kurşun”unda pasaporta kanımızın ısınmaması ve katlimize sebep olması, işte binlerce yıllık bu hafızadan geliyor aslında. 

400 yıllık bir hafıza

Mitannilerden verdiğim sınırda yaşama örneğinin hangi medeniyet ve uygarlığı düşünürseniz düşünün, aynı şekilde devam ettiğini görürsünüz. Göreceli olarak biraz daha farklı bir coğrafyada kurulmuş olan Medler de yine bir sınır denkleminde, bu kez İran-Mezopotamya sınırında karşımıza çıkarlar. Kürtlerin içinde bulunduğu bu sınırda yaşama durumu, ne 641 senesinde İslam ordularının gelişinde ne de Eyyübiler’de ya da Osmanlılar zamanında değişir. 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması ile ilk kez fiziksel bir ayrılığa maruz kalan Kürt halkının kendine yabancılaştırılıp bu yabancılaşmaya inanmaya başlamasının öyküsü, bu antlaşmayla başlayan 400 yıllık bir hafızaya dayanmaktadır. Lozan ve Sykes-Picot antlaşmaları ile doruğa çıkan bu bölünmüşlük, kendini dilde, inançta, ulusal bilinçte ve kültürde de göstermeye başlıyor; mayın tarlalarına barajlar, utanç duvarları ve yeni ağıtlar ekleniyordu. 
Yukarıda verdiğim mayın tarlasında yaşama örneği kendi başına duygumuzun özeti aslında. Yaşadığınız alan bir mayın sahası ise kendiniz attığınız her adımda yok olabilirsiniz, ki bu Kürt'ün kendi içinde yaşadığı yabancılaşmadır. Siz hareketsiz dursanız bile, o sınır alanı sürekli bir geçiş ve ihlal alanı olacağı için dışardan baskı, şiddet ve ilhaklara maruz kalabilirsiniz. 

Dünyada bir benzeri yok

Sınır sözcüğünün ve bu sözcüğün Kürt halkı üzerinde yarattığı travmaların benzerleri dünyada çok azdır. Bugün bile Kuzey Kürdistan’da Serhat bölgesini isimlendirirken aslında “ser xet, ser sînor” denmek istemekte. Milyonlarca insanın yaşadığı alana “sınır” demekteyiz. Nitekim Kürt ulusunun kuzey sınırından söz etmekteyiz. Dünyanın herhangi bir yerinde buna benzer bir örnek göremezsiniz. Sınırlar bir hat halinde ilerlerken Kürdistan’da binlerce hektarlık alan ve şehirleri de içine almaktadır. Bu durum Güney ve Rojava sınırı için de aynıdır. “Ser xetê û bin xetê,” hattın yukarısı ve aşağısı dediğimizde, Efrîn, Serêkaniyê, Amûdê, Dirbêsiyê, Nisêbîn, Cizîr, Qamişlo, Kobanê gibi onlarca kent, binlerce köyden bahsediyoruz aslında. Bu da beraberinde bir “arafta olma” durumunu doğurmaktadır. Arafta olma durumu da Kürt'ün hafızası ve duygusunda yüzlerce hatta binlerce yıllık bir coğrafya hafızası ile yitip giden bir aidiyet duygusu ve kayıp bir ulus bilinci olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kayıpların yanına her şeye ve her zorbalığa rağmen sınırları aşmaya çalışan halkın verdiği bedeller eklenmektedir. Bu bazen bir ağıt, çığlık, zılgıt veya bir isyan ile kendini gösterir.  
    
O tellere takılan sadece hediyeler değil!

Çocukluğumdan bir anı ile bitireyim. Bir Nusaybinli olmanın yanı sıra, annemin babası da Dirbêsîyê, yani Türkçe karşılığı ile Şenyurt’ta yaşamaktaydı. Her bayramda bir lütufmuş gibi halkın sınır tellerine akın etmesine müsaade edilir, yıllardır birbirinden ayrı olan öz kardeşler, akrabalar ve belki de aşıklar, sınıra 10-15 metre kala durdurulur, konuşmalarına ve birbirlerine karşılıklı hediyeler atmalarına izin verilirdi. Merak edenler internetten izleyebilirler bu görüntüleri. Olayın kendisi bir utanç ve insanlık ayıbı olmasına rağmen, bize hep bir lütufmuş gibi gösterilir, medyada öyle servis edilirdi. Ben trenle o sınır hattında her yolculuk yapışımda sınırın iki yakasından atılmış hediyelerin takılı kaldığı dikenli telleri görürdüm. O tellere takılan sadece hediyeler değil, ağıtlar, düşler, masallar, aşklar ve kayıplardı da. Bundan dolayı, Kürt halkının hafızasında sınır, aşılması gereken Rubicon’dur.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.