Kürtçe Hamlet olmak ya da olmamak


Dünyaca ünlü Shakespeare’in Hamlet oyunu Tiyatro RAST sanat yönetmeni Celil Toksöz tarafından Kürt kültürüne ve Kürtçeye (Kurmancî lehçesi) uyarlanıp çevirisi yapıldı. İlk olarak Amsterdam da sahnelenen oyunun biletleri kısa sürede tükenmişti.
1960 yılında Amed’de doğan Celil Toksöz, 1986’da Hollanda’ya geldi ve Amsterdam Tiyatro Okulu’ndan 1994’te mezun oldu. Hollanda turnesi devam eden Kürtçe oyuna dair konuştuğumuz Toksöz, „Kürt dilinin edebiyatı çok güçlü“ diyor.
Hamlet’i tercih etmenizin özel bir nedeni var mı?
Dünya edebiyatının en büyük şairleri ve tiyatro yazarları arasında yer alan Shakespeare’in, dünya edebiyatına mal olmuş bir yazarın bu ünlü eserini, yasaklı bir dil olan Kürtçe’de ele almak uzun süredir kafamda bir düşünceydi. Hatta Mem û Zin, Memê Alan gibi büyük destanlarımız var; niye bunlar değil de Hamlet, denilebilir. Bunlar yapılıyor ve kendi hikayelerimizi yasaklı bile olsa kendi dilimizde anlatıyoruz. Köylerde, dağlarda, şehirlerimizde anlatıyoruz. Peki acaba dünya edebiyatının ünlü oyunlarından biri Kürtçede nasıl yansıyacaktı, yapabilecek miydik, bu olabilir mi sorusu var. Bir de yıllar önce bir siyasetçi Kürtçeyle bir Hamlet oynanamaz demişti. O bende bir sızı yarattı. Her şeyi söyleyebilirsiniz, yasaklayabilirsiniz, ama 3 kelimesi olan bir dilde bile Hamlet oynanır. Bu fikir filizlenmeye başladı içimde. Ama bunu Avrupa’da, Avrupalı oyuncularla yapmak istemedim. Kürtçe müzik katarsınız, işin kaynağına inilmesi gerektiğini düşündüm. Bu arada Diyarbakır Şehir Tiyatrosu’ndan ortak bir oyun yapabilir miyiz teklifi geldi. Üçüncü ortak oyunumuz olacaktı. 2002’de Ahmed Arif oyununu, ardından Dilek adlı operayı birlikte hazırladık. Hamlet’i ise, bütünüyle Kürtçe, Kürt dilini ve edebiyatını da ortaya koyacak bir eser olarak planladık. Bir de 400 yıllık Türkiye-Hollanda ortaklığı çalışması vardı. Programlarına baktık, yalnızca İstanbul var programlarında. Biz dedik ki, orada Kürtler de yaşıyor, niye Kürtler yok, niye Kürtlerle ilgili bir oyun yapmayalım? Kürtlere de yer verilmeli dedik. Hollanda sıcak baktı ama Türk lobisi hemen karşı çıktı. O sırada bir Ermeni, Hollanda gazetelerinden birine bir yazı yazdı. ‘400 yıllık ortaklık Türklerle değil Ermenilerle başladı. Amsterdam’daki Dam Meydanı‘nda bir Türk’ü anlatan resim var, o da Türk değil Ermenidir’ dedi.
Biz bu projeye halklar da dahil olsun istedik. Sıkıntı yaşadık tabii. Kürt Hamlet’in ne işi var projede diyorlardı. Hollanda Kültür Bakanlığı projeye destek verdi. Kürt Hamlet en fazla merak edilen ilk 3-4 proje arasında yer aldı.
Oyunu Kürtçe’ye uyarlarken nasıl sıkıntılar yaşadınız?
Bir tiyatro oyununu, bir klasiği çevirmek öyle bir şey ki çok zor. Kawa Nemir çevirisini yaptı. Mükemmeliyetçi bir insan. Büyük bir ustalıkla metni çevirdi, ama bu kez yeni bir problem çıktı. Bülbül gibi Kürtçe konuştuğunu düşünen arkadaşlar bu edebi metni görünce zorlandılar. Her dilde günlük konuşma ayrı ama böyle bir metnin dilini yakalamak ayrı bir şey. Kürtçenin edebiyatı çok güçlü. Kürtçede bir bardak su ver dediğinde ‘canım ciğerim o nurlu ellerinle bir bardak su ver’ derler. Ya da su verdiğinde Flamancada teşekkür edilir. Ama Kürtçede bir de yanına, babanın ruhuna değsin sözü eklenir. Günlük konuşması bile böyle. Karşıdakini yücelten bir dil.
Yani Hamlet Kürt diline katkıda bulundu, ama Kürt dili de Hamlet’e çok şey kattı…
Kesinlikle... Kürt dili Hamlet’e çok şey kattı. Bakir bir dilimiz var bizim. Dünya edebiyatına yeni yeni kapılarını açıyor. Yeni yeni çeviriler yapılıyor. Dünya tarihine göre çok eski ama açılım anlamında bakir bir dilimiz var. Çok şey yapabiliriz bu dille. Bazı arkadaşlar dil çok ağır dediler. Oyunculardan bazıları ben bunu söylüyorum ama anlamıyorum dedi. Dili günlük konuşmaya getirelim dedik. Kawa Nemir itiraz etti. Bizim dilimiz bu, elit, ebedi bir dili nasıl basitleştiririz dedi. Belki izleyici birkaç cümleyi anlamayacak ama kendini yenileme ihtiyacı hissedecek.
Oyunda Danimarka Prensi Hamlet kadar, avare oynayan bir Kürt Hamlet’i buldu izleyici...
Giriş, gelişim, sonuç gibi klasik bir tarzda yapmamalıyım dedim. Çünkü bizim Kürtlerin dengbêjlikten gelen geleneklerinde daldan dala atlama var, bir yerde Anka kuşundan gireriz diğer yandan yerin yedi kat dibine ineriz. Bu klasik eserler öyle bir şey ki, onu içine alıp yoğurmazsan sırıtır. Yıllar önce ben Nobel Ödüllü tiyatro yazarlarından Dario Fo’nun bir eserini yapmıştım. Oyunda karpuz kullandım. Ankara’da sahnelerken bir izleyici dedi ki, ‘Dario Fo’nun oyununda karpuz yoktu, niye karpuz kullandın?’ E, biz burada karpuz yiyoruz ne yapalım. Yok dedi özüne ters gelmiş. Sonra burada bir profesör vardı. Dario Fo’yu tanıyordu. Sıkıntımı onunla paylaştım. 2 ay sonra tekrar görüştük. Bu esnada Dario Fo ile görüşüyor ve ona anlatıyor. Dario Fo demiş ki, karpuzu çıkarırsa benim oyunumu yapmasın. Çünkü oyun girdiği yerin şeklini almalı, hani nasıl ki elbise giydiği insanın şeklini almazsa oturmaz. Bu da öyle. Hollanda’nın tanınmış eleştirmenlerinden biri oyunumuzu izledikten sonra doğru bir seçim yaptığımızı söyledi. Bir Afgan yönetmeni örnek verdi. Shakespeare’in bir oyununu Avrupalılar izleyecek diye Avrupalılaştırınca tereciye tere satmak gibi olmuştu dedi. Eğer Hamlet’i Kürtleştirmeseydik bol gelecekti o kıyafet. Habire öykünecektik. Yıllar önce Türkler Eurovision’a Çetin Alp’le Opera adlı bir parçayla girdiler. Avrupalı olsun dediler ama sonuncu oldular. Bir tiyatro eseri niye klasik olur? Herkes onu ülkesine kendisine uyarladığı, diline çevirdiği için. Çeviridir ama kodları farklıdır. Bir yerde elma vardır, ama biz nar kullanırız. Budur oyuna gücünü veren.
Onun için biz, kendi öykümüzden yola çıkarak bu işi yapmalıyız dedik. Dekorundan kostümüne kadar. Tek korkum folklorik olmasıydı. Folklorik olmamalıydı. Çünkü folklor, var olan bir gerçeklik. Varolan bir gerçekliği, zaten varolan ritmiyle, elbisesiyle sahneye taşırsak sanatçılığın katkısı olmuyor. Sanatçılık yaratıcılıktır. Sıfırdan bir şey alacaksın; eğeceksin bükeceksin heykel yapacaksın, daha önce o heykelden yapılmamış olacak. Ya da ressamsınız, o resim daha önce yapılmamış olacak. Fotoğrafçıysanız o kare daha önce yakalanmamış olacak. Onun için kostümlerde Kürt motifleri olsun ama biraz değiştirelim diye düşündüm. Ya da dekor olarak arkaya sütun koyalım ama büyük olsun soyutlayalım dedim.
Geriye bir tek dil kalıyordu, bir de Hamlet’in kişiliği. Bir Danimarkalı, bir İngiliz, bir Fransız oyuncu sahnede olmak ya da olmamak dediği zaman, bu kendi benliğiyle ilgilidir. Ama bunu bir Kürt olarak söylediği zaman bu halkıyla ilgili bir şeye dönüşür. Aniden bir problem çıkıyor ortaya; olmak ya da olmamak! Hiçbir Kürt, bunu o aktörün şahsına dönük söylediği bir şey olarak anlamaz. Her adımında olmak mı olmamak mı var. Bu halkın vereceği her karar olmak ya da olmamakla ilgili, onun varlığıyla ilgili. Benim Amed’de amcamın oğlunun verdiği bir karar burada beni etkiliyor. Onun için olmak benim için olmak anlamına geliyor. Kişiselleştiremiyoruz bunu. Yani olmak ya da olmamak deyince, halk olarak var olmak mı olmamak mı anlaşılıyor.
Yani Kürtlerin varlık sorununu en iyi anlatabilecek oyun olduğunu mu düşündünüz?
Evet bence öyle. Hamlet intikam diyor. İntikam almaya giderken bir vezir ölüyor. Biraz üçkağıtçı bir vezir ama katil falan değil. Sevgilisi ölüyor, annesi ölüyor, çok sevdiği suçsuz olan biri, sevdiği kızın abisi ölüyor ve kendisi de ölüyor. Bunu soruyorum kendime ya da izleyiciye, ölümler mi bizim varlığımızı kabul ettirecek. Nereye kadar bu egemenlerin şiddeti? Bizi ancak ölü olarak mı kabul edecekler? Bir Kürt öldürüldüğü zaman Kürt oluyor. Bir Kürt öldü diyorlar. Olmak, olabilmek için çok taviz istiyorlar, kimliğimizi istiyorlar. Hicri İzgören’in bir dizesi var oyunumda kullanmıştım: ‘Her köşe başında kimliğimi soruyorlar, açıp yaralarımı gösteriyorum’ diyor. Yani kimlikle yaralarımız iç içe geçmiş durumda. Onun için Kürt Hamlet ‘olmak ya da olmamak’ dediği zaman kimlik, varlık sorunudur bu. Ama bir adım öteye gitmiyorum. Sosyolog değilim, araştırmacı, politikacı değilim. Politikacı arkadaşlarımız bunu çok güzel açıklıyorlar. Benimki orada durdurmak, soru sormak, kışkırtmak biraz. Yani bir şeye çözüm bulamam elimde bir reçete de yok, çözüm olarak bir oyun çok basit kaçar. Ancak soru sormak, kışkırtmak; yanıt vermek değil de soru sordurtmak istiyorum bu oyunda. Olmak ya da olmamak bu nedenle benim için çıkış noktasıydı.
Peki Kürtlerin yaşadığı sorunları Hollandalı tiyatrocular ile konuşuyor musunuz? Onlar durumu nasıl buluyor?
Ben orada yaşananları anlattığımda ‘bizim de o sıcaklığı yaşamamız lazım’ diyorlar. Oysa bizim orada yaşadığımız sıcaklık değil korkuydu. Böyle bir ortamın nasıl olacağını tasavvur edemedikleri için hayretle karşılıyorlar. Tiyatrocular burada da günlük yaşama müdahale ediyorlar. Mesela islamifobi gibi bir gündem atıldı ortaya. Tiyatrocular onu yoğun işledi. Bir tiyatrocu Kürtleri anlatmıştı. Bir geminin içinde anlatmıştı Kürtleri. Ama bizim Kürtler olarak kendimizi daha fazla anlatmaya ihtiyacımız var. Daha güçlü bir Kürt lobisine ihtiyacımız var. Bir stadyuma 40 bin kişiyi yığabiliyoruz, derneklerimiz güçlü ama bunun dışında dışarıya dönük çalışmamız az. Yabancılar biraz da Kürtlerin hikayesini Kürtlerin anlatmasını bekliyorlar.
Kürt tiyatrosu Kürt kültürünü yansıtmada rol oynamıyor mu?
Tiyatrocunun amacı bulunduğu ulusun kültürünü yansıtma olmamalı. Sanat kültürden farklı olmalı diyorum ben. Kültür yalnızca sanatçılar tarafından yaratılmaz; bir nine, bir öğretmen, bir mimar, bir sosyolog tarafından yani herkes kültürün yaratıcısıdır. Kültür ve sanat diye ayrılıyor ya. Sanat kendi işini ifade edebilmeli. Kültürü asla inkar etmiyorum. Ama sanatçı yaratmalı. Önümüzde duran şu kilim bir kültürü yansıtır mesela. Ama sanatçı günlerce düşünmeli yaratmak için. Onun için Kürt tiyatrosunu aksesuarlara indirgememek lazım. Kürt tiyatrosu kendi tarzını yaratır ve Kürt dilini de merkeze alırsa bir ihtiyaca cevap verir.
Oyundaki Pepuk fikri kime ait?
Sanırım Rojda veya Gülseven’den çıktı. Kürtlerde ölüm, kötü haberi Pepuk verir. Pepuk’u koyalım dediler. Ve çok güzel oturdu oyuna, işte bundan bahsediyorum. Bu elbisenin dışında bir şey. Bunu estetik podyuma göndermek. 3 saat oyuna gerek yok, Pepuğu koy olay bitmiştir. Tabii Rojda, Ali ve Gülseven’i unutmamak lazım. Onların zengin müzik tecrübeleri oyuna çok şey kattı. Rojda o tempo arasında oyuna önemli bir zaman ayırdı. Canla başla çalıştılar.
RAST karşı duruştur
RAST tiyatrosu nasıl bir kimliğe sahip?
RAST tiyatrosunun iki sanat yönetmeni var: Celil Toksöz, Şaban Ol, Gert de Boer üçlü bir yapıyla kurduk. Yapımız gereği Hollandalı bir tiyatro grubuyuz. Oyuncularımız arasında Kürt, Türk, Ermeni var. Hollandalı, Surinamlı var, Japon kostümcümüz var. Tamamen çok kültürlü bir yapımız var. Ulusal kimliğimiz değil; kışkırtıcı, karşı duran kimliğimiz öne çıkıyor. Örneğin Şaban Ol, Madımak Katliamı’nı yaptı. Öyle bir çıkışımız var. Çok çeşitli ülkelerde çalışıyoruz. Diyarbakır’da projemiz var, İstanbul’da, Ankara’da çalışmamız var. Belçika, İsveç’le çalışmamız var, Almanya’yla olacak. Kısacası Hollanda’nın uluslararası proje yapan tiyatro grubu olduk. Kendi repertuarını belirleyen, bazen kendi metinlerini yazan bir tiyatro grubu. Ama seçtiğimiz oyunlara da bakarsanız örneğin Ahmed Arif’i yaptım. Dilek, kadın cinayetlerini işliyordu. O an için tiyatroyu düşünüyorum, ama soru sordurmayı esas alıyorum. Yunan tragedyalarını yaptım örneğin. Sophokles’in Antigone oyununda iki kardeş çarpışır; biri krallara layık bir şekilde defnedilir, diğerine de ‘sen vatan hainisin, leşlere yem olacaksın’ denir. Bunu der demez kimlik sorunu tekrar ortaya çıkar. Kızkardeşi, Antigone gelir kardeşinin üstünü örter, leşlere yem olmasın diye. Kral bu kez Antigone’yi ölüme mahkum eder. O da bir çeşit Hamlet. ‘Özür dile seni kurtaracağım’ der. Geri adım atmaz, ‘yaptığın yanlış özür dilemem’ cevabını verir. Buradan anadilde savunmaya geliyorum. Türk mahkemeleri diyor ki, ‘Türkçe ben bu olayda yoktum de serbest kalacaksın.’ Bunun karşılığında ‘Ez Tirki nizanim’ diye cevap veriliyor. Şimdi buna inatçılık mı ne demek gerekir, Antigone bunu 2000 yıl önce yapmış. Demek ki bunun onur ve gururla ilgisi var. Yani ben Türkçe o sözü söyleyip serbest kalsam, eve gidene kadar 40 defa kendimden nefret ederim. Antigone’yi öyle bir oyun yaptım. Seçtiğimiz oyunların çizgisine baktığımızda bir karşı duruş oyunları, ret oyunları, kışkırtıcı oyunlar kimlik arayışları oyunları oluyor.
BİRGÜL ROAVA/NİLAY EGELİ
