Kürtlerin Dersim’deki izleri siliniyor


İSMET KAYHAN
Türk devletinin etnokratik politikalarının birinci nesnesi Kürtlerdir. Türk siyasal elitlerinin belirlediği bir kimlik formu içinde Kürt kimliğinin yok edilmese bile eritilmesi amaçlanmıştır. Yüz yılın başında bu politikanın merkezine Dersim konuldu. Soykırımdan sonra yoğun bir asimilasyon politikası uygulandı. Ancak bunda başarılı olmayınca 1980’lerden itibaren ‘Kürtlerden Alevi olmayacağı’ tezi ortaya atıldı. AKP hükümeti döneminde Zazaların Kürt olmadığı ortaya atıldı.
Aslına bu yüz yıllık bir politika.
Bir örnek olarak; Ağrı İsyanı (1926-30) boyunca ırkçı ifadelerle de olsa Kürtlerin varlığı tanınır. Kamusal alanda, basında Kürtler görünür durumdadır. Bu tanıma, “Türk’ün bahşettiği yaşam hakkı ve nimete rağmen nankörlük eden Kürt” tasviri ile gerçekleşir.
Ağrı İsyanı’ndan üzerinden 7 yıl sonra Dersim soykırımı sürecinde Kürtler, ‘Dağ Türk’ü olarak tanımlanır. Dersim ise “Türk Dersim” olarak anılacak, “Tunceli’nin Türklüğü’nün Orta Asya ve Anadolu’nun Türklüğü kadar eski olduğu” iddia edilecektir. Dersimlilerin Orta Asya’dan ve Horasan’dan göç etmiş öz-Türkler olduğu ve konuştukları dilin de Dağ Türkçesi olduğu hep gündemdedir. Dersim üzerinden geliştirilen politika bütün Kürtleri, Kürtçe’nin inkarına kadar devam edecektir.
Antropolog Dilşa Deniz, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana bu politikanın hala yürürlükte olduğunu ifade ediyor. Deniz’e göre Kürtlerin Dersim’deki izlerinin planlı bir şekilde silindiğini söylüyor. Dersim’deki ziyaret isimleri, köy isimlerinin tamamının Ermenilere bağlayan bir eğilim olduğunu belirten Deniz, ‘’Bazı yazarlar Dersimle ilgili her şeyi etimolojik olarak sadece Ermenice’ye bağlarlar. Örneğin asla Kürtçeye girmezler. Böylece yazılı kayıtlardan Kürtlerin Dersim’deki izleri siliniyor. Bunun için en uygun strateji Zazalık olarak planlandığı anlaşılıyor’’ diyor.
“Yol/Rê: Dersim İnanç Sembolizmi” kitabıyla Dersim’e dair ilk antropolojik çalışmayı yapan Dilşa Deniz ile söyleşimizin son bölümünde devletin Kürt Alevilere ve Zaza’lara yönelik politikalarını konuştuk.
Dersim’de tarihte sosyal ilişkilerde aşiret yapılanması mı yoksa ocak vb inanç yapıları mı daha etkin olmuş? Genelde ne tür etkenler, iktidarları Dersim’e sefer düzenlemeye motive etmiş?
Pek çok kişinin aksine ben aşiret yapılanmasının Kürtlerin en stratejik politik sistemi olduğunu düşünüyorum ve devletleşene kadar da bu sürecektir. Toplumlar da tıpkı herhangi bir canlı organizma gibi hayatta kalma refleksleri vardır ve aşiret sistemi Kürtlerin toplum olarak hayatta kalma refleksidir. Ocak sistemi ise Yol mensubu Kürtlerin aşiret sitemine dayandırılmış idari yapılanmasıdır. Bir tür idari bürokrasidir, kutsiyet üzerinden tanımlanmış hak, yetki ve sorumlulukları tanımlar.
Bütün bunlar inanç üzerinden tanımlanmış ve aşiret sistemi ile kolektif olarak işletime sokulmuş çok özel bir yapılanmadır. Bir devlete ihtiyaç duymaksızın toplumsal ve dinsel olarak kendi varlığını mikro ve makro düzeyde sürdürmeye olanak tanımaktadır. Bu, devlet dışı olma hali, onun asimile edilmesini ve din değiştirmesini engellemiştir. Yani sorunuza cevaben, her ikisi bir korelasyon içinde işlemektedir. Bir olmaksızın diğeri işleyemez. Seferler esas olarak bu iki yapı üzerinden işleyen ve mevcut merkezi otoriteye teslim olmayan Kürt Yol Mensuplarına yöneliktir. Bu iki kimlik Türk-İslam paradigmasına uygun değildir.
İktidarların “Dersim düşmanlığını” ve nihayetinde soykırımı (tertele) yaratan gerekçeler bugün hâlâ yaşıyor mu?
Konuya yanıt vermeden önce kavrama bir itirazım var. Dersimliler bu tertele kavramını pek severler ama orada yapılanı kısmi olarak tanımladığı için yanlıştır. Tertele hem Kurmanci’de hem de Kırmancki’de ekonomik yağmayı karşılayan bir terimdir. Oysa orada yapılan bir soykırımdır. (Soy)kırımlar her zaman yağmayı da içerir mevcut niteliği açısından. Bizim yaşlılarımız Kurmanci’de ‘Qırkırın’ ya da ‘Qırkırın a Desım’ Kurmanckı de ise ‘Qırkerdan’ ya da ‘qırkerdan a Desim’ yani ‘Dersim kırımı’ı diye tariflerlerdi. Oysa son yıllarda kavramların etimolojisine hakim olmayan ya da hakim olamayan bir kesim ısrarla bu kavramı kullanıyor.
Evet, koşullar devam ediyor ve pek çok açıdan orayı boşaltma, Kürt Alevilerinden yani Kürt Yol mensubiyetinden kurtulmak için çok yoğun bir çaba var Dersim’de. Örneğin Cemevi tamamen bloke edilmiş durumda. Orada belli kişilerle iş birliği halindeler. Barajlar çılgınca devam ediyor. Kutsal mekanlar su altında, ormanlar sistematik olarak yakılıyor, rutin olarak bombalanıyor. Orada kısa sürede birçok cami inşa ettiler. En az üç adet var o kadar küçük bir yerde ve yerli halkın Alevi olduğu bir yerde. Sembollerini yerleştiriyorlar.
Bu yıl Ramazan’da piknik yapanlar “yanlışlıkla” bombalandı… Dolayısıyla orada soykırımın nedeni olan Kürt ve Yol mensubiyetinden hala kurtulmuş değiller. Bu nedenle de Dersim her zaman özel yasalarla yönetilmektedir. Oraya gönderilen üst düzey kamu görevlileri seçilerek yollanmakta. Orada birden fazla toplumsal mühendislik planları aynı anda ve çoklu açılardan yürütülmektedir. Her zaman iş birliği yapanlar vardır. Bunun içinde akademisyeninden, dedesine kadar bir dizi insan açık veya gizli yer almış ve almaktadır.
Birçok Alevi ve Kürt tarihi araştırmacısı tarihi belgelerde ‘Zaza’ olarak tanımlanan özgün bir ‘millet’ten bahsedilmediğini ancak ‘Ekrat- ı Zaza’ (Zaza Kürdü veya Kürt Zaza) gibi tanımlamalara rastladıklarını belirtiyorlar. Ancak son 30-40 yıl içinde Avrupa’da geliştirilip Türkiye-Kürdistan’a taşırılmaya çalışılan bir Zazacılık söz konusu. Devletin de Tunceli Üniversitesi ve Bingöl Üniversitesi’ni Kürt kimliğine bu türden bir operasyon amaçlı geliştirdiği belirtiliyor. Hatta Zaza partisi bile kurulduğu basına yansıdı. Sizin bu konuda düşünceleriniz neler?
Zazalığı ayrı bir etnik kimlik olarak kurma, Kürtleri parçalara ayırmayı hedefleyen bir toplumsal mühendislik projesidir. Bu projede görev alanlar üç cepheden oluşmaktadır. Devletin özenle beslediği ve iki üniversitede çalışmalar yürüttüğü, bu bölümlerde çalışanları özenle seçtiği bir politika ile çalışan devlet ekibi. İkinci kesim, solculuktan vaz geçmeyip, kapıya dayanan Kürt sorunu konusunda pozisyon almayı riskli bulup ama solculuk yapmayı da devam ettirmek isteyen bir kesimin kendilerine paravan olarak kullanmak için sarıldıkları Zazalık (sadece Dersim’de bu arada), üçüncü kısım ise artık daha açık olmaya başlayan ve bazı makalelere de rastladığımız özellikle Kurmancki/Zazaki konuşanlara arta kalan Ermeniler olarak tanımlayan kesim.
Eğer Google falan girerseniz örneğin Dersim’deki ziyaret isimleri, köy isimlerinin tamamının Ermenilere bağlayan bir eğilim var. Bazı yazarlar Dersimle ilgili her şeyi etimolojik olarak sadece Ermenice’ye bağlarlar. Örneğin asla Kürtçeye girmezler. Böylece yazılı kayıtlardan Kürtlerin Dersim’deki izleri siliniyor. Bunun için en uygun strateji Zazalık olarak planlandığı anlaşılıyor. Örneğin yazılı kaynaklarda Kürt kelimesini geçirmezler. Zazaca’dan başka bir lehçe yokmuş gibi harekete ediyorlar.
Oysa eğer bugünkü Tunceli İl sınırları kast ediliyorsa dört ilçe Mazgirt, Pertek, Per (Akpazar), Çemişgezek Kurmanci, Hozat, Pülümür, Ovacık ve Nazimiye’de ise Kırmancki konuşuluyor. Bu arada en kalabalık ilçe Mazgirt, Pertek olduğunu da hatırlatalım. En eski ve en yeni nüfus sayımlarına bakılabilir. Nereden bakarsan bak en kötü ihtimalle yarı yarıya Kurmanci konuşulmaktadır. Oysa Dersim’de sanki Kurmanci konuşan Kürtler yokmuş gibi kaynaklara geçiriliyor. Bu çabalar öyle bilinçsiz yapılan çabalar değil. Tamamen planlı ve ileride kullanılacak şekilde kayıtlara müdahale ediliyor.
Zazacanın üzerine bina edilen tartışma Zazacanın ayrı bir dil ve dolayısıyla Kürtçenin bir lehçesi olmadığı ve dolayısıyla da Zazaların Kürt olmadığı tezini geliştiriyorlar. Bütün bunları sadece yarısına yakını aynı olup, telaffuz farkından kaynaklı bir dil üzerine bina ediyorlar. Bir etnisiteyi ya da ulusu oluşturan etmenlerden biri bile değil yani.
Tarih, kültür ve toprak birliği gibi üç temel faktör burada görünmez kılınıyor. Türkçenin 50 lehçesi var ve bu lehçelerden bir ikisi hariç hiçbirisi birbirini anlamıyor. Tamamen farklılaşmış diller ve hala Türkçeler. Oysa Kurmancki/Zazaca ile Kurmanci neredeyse yarısına yakını telaffuz farkı iken ve Zazalar hala Kürt olamıyor. Bu, Kürtlerin parçalanması ile Dersim’in ve dolayısıyla Kürt Alevilerin blok olarak Kürtlerden koparılmasına yönelik bir girişimdir. Eylemlerine ve yazdıklarından yola çıkarsak sert bir Kürt karşıtlığı ile yürütülmektedir.
Bu kesime dahil edilmiş bir grup akademisyen de vardır. Bunların önemli bir kısmı Avrupa’dadır. Böylece projeye akademik bir çehre kazandırılarak, yazın alanı kontrol edilmektedir. Hatta akademik alanda örneğin benim çalışmam gibi etimolojik olarak Kürtçenin her iki lehçesini kullanan çalışmaların bu alanda kullanımını engelleyici önemli çabalar var ve bundan haberim vardır.
Bunun gibi projeleri, Kürt Aleviliğine yönelik Türk-İslam projesinin bir parçası olarak değerlendirmek mümkün mü?
Tabi ki yukarıda yazdıklarım zaten tam buna işaret etmektedir.
Kürt Alevilerin yaşadığı bölgelerde Sünni Türk islam söylemi inanılmaz ölçüde sızmış durumda. Bu saldırı durumu mezhepsel mi yoksa kimlik bazında mı gelişiyor?
Her ikisini hedeflemektedir. Hem Aleviliği hem de Kürtlüğü hedeflemektedir. Kürt Alevileri açısından baktığımızda her iki açıdan direkt hedef halindedir. Türk-İslam çerçevesine alınmaları için baskı kuruluyor.
Kemalist rejim, feodalizm diyerek tekke ve zaviyeler adı altında Kürt medreseleri ve Cemevlerini tasfiye etti. Oysa aynı dinsel kurumların en gericileri İstanbul’un kalbinde, Karadeniz’de tarikatlar şeklinde örgütlenmesine rağmen devlet neden buraya dokunmadı?
Kemalizm İttihat ve Terakki’nin ırkçı ve şoven politikalarını biraz zamana yayarak ve biraz da cilalayarak uygulamaya aldı. M. Kemal kendisi de zaten bir ittihatçı. Dolayısıyla ilk hedefledikleri Türk ve Müslüman olmayanlar. Bu kesimleri, kurdukları iktidarı blok olarak tehdit edecek unsurlar olarak kodladılar. Asimile etmenin sayısal nedenlerle kısa vadede mümkün olamayacağını, toplu olarak imhasının da mümkün olmaması nedeniyle daha zaman yayacak planlamalarla yapılmaya başlandı. Bu nedenle ilk hedeflenen doğal olarak bu kesimlerin örgütlülüğü ve kurumsallığı oldu. Tekke ve zaviyeler bu işlevi görmekteydi. Hedefin içinde Yol mensubiyetinin sosyal örgütlenmesi olan tekke ve zaviyelerin kapatılmasının yanında, daha da önemlisi pirlerin dolaşımı ve cıvat/cem ritüeli yasaklandı. Böylece bugün kolaylıkla cemevlerinde adam devşirebiliyorlar. Çünkü bu yasaklarla yolun bilgisinin kuşaktan kuşağa aktarımı engellendi. Yani inancın devamlılığı sabote edildi ve köklerinin kurumasıyla çökeceği planlanmıştı.
Şimdi bu çökertme aşamasındalar… Direnmenin en önemli ayağı heq/hak kavramı ile inancın içinde mevcuttur. Hak aynı zamanda heqi/hakikat olarak doğruluk için, hak için de direnmeyi içermekteyken, bu bahsettiğim kuşak bunun ne bilgisine ne de felsefesine sahip değil. Bu nedenle inancın doğrusundan öte, “gücün doğrusu”na doğru kayabilmektedir. Oysa Alevi inancı bir direnme inancıdır. Ritüelinde Dar adı altında asılanlar, derisi yüzülenleri bu nedenle yerleştirmiştir. Örneğin ‘Dar e Mansur’ derisi yüzülen Hallac-ı Mansur’un direnişini sembolize eder.
Bir yorum, Dersim’in bugün çokça övülen yönleri olan “laikliği” ve “sınavlarda birinciliği”, soykırım sonuçları olarak değerlendiriyor ve esasen “Dersim”in değil “Dersim Soykırımı”nın başarısı olarak görüyor. Ne dersiniz?
Ben, Dersim’in eğitime ve bilime olan talebinin başarısı olarak görüyorum. Bunun tarihsel ve sosyal arka planı var. Dersimliler yani Kurmanclar, Yol mensubu Kürtler, yüzyıllarca yazı teknolojisinden uzak tutuldular. Çünkü eğitim bireyleri değiştiren, dönüştüren ve soyut düşünceye yönelten önemli bir araçtır.
Eğitim ile birlikte Kurmancların önemli bir güç kazanacaklarını bildiklerinden, Osmanlıdan beri bu teknolojiden uzak tutuldular. Hatta bölgedeki Ermeniler çok eski tarihlerden beri kendi okullarına sahipken, Kurmanclar yüzyıllarca mahrum kaldılar. Dolayısıyla Kurmanclar, bu teknolojiye ulaşmak için çok çaba sarf etmişler. Bu konudaki yazışmalar var. Hatta misyonerler onların kendi dinsel toplantılarına katılma isteğine şüphe ile bakıyorlar. Haklılar, çünkü Kurmancların derdi onların dinini değil, okuma yazma öğrenmektir. Osmanlının, Dersim’de önemli aileleri kontrol etmek için aşiret mektepleri ile başlayan okuma-yazma yolculuğu, yine büyük bir asimilasyon projesi olarak 1938 sonrası bir uygulama üst düzeye ulaşıyor. Bu tarihten itibaren Dersim ciddi oranda eğitime odaklanıyor, uzun süre peşinde koştukları bu teknoloji ciddi prestij kaynağı haline geliyor. Eğitimli bireyler ve aileler bir tür sınıf atlıyorlar. Bu prestije ulaşmak için her birey okumak zorunda hissediyor, tabi aileler de. Bunun yanında eğitimin dışında iş olanakları da yok. Ayrıca 1937-38 okuma-yazma ve Türkçe bilmemenin yol açtığı ağır durumlar da var. Bu nedenle bu, bir hayatta kalma meselesi aynı zamanda.
Ancak şunu da eklemek lazım, bu topluluk zekâ açısından önemli bir potansiyele sahip. Bu da sanırım kültürel olarak, Yol inancının insanları belli bir kalıba sokmaya çalışmamasına bağlı. Biliyorsunuz, diğer baskın dinler ve politik kanallar bunu sıkça yapar. Oysa Yol mensubiyetinin önemli bir özelliği olarak da bu konuda oldukça özerk düşünme geleneği var. Bu da sanırım başka bir etken. Ben, incelenmesi durumunda tüm Alevilerde bu başarının varlığının görüleceğine inanıyorum.
Mesela Varto da aynı durumda. Orası da Yol inancının olduğu bir yer. O yüzden bu soykırım arkasından gelişen bir durum olsa da soykırımın başarısı değil, özerk düşünmenin yarattığı düşünsel bir kapasite artışı ve toplamda soykırıma direnmenin başarısıdır. Dersim ve Aleviler yani Yol mensupları eğitim düzeyi arttıkça muhalif kimliğinden çok şey kaybetmemiştir, tersine daha nitelikli itiraz alanları geliştirmiştir.
