Lüksemburg’da dil deneyimi

Lüksemburg, dil deneyimi açısından kendine has ve dünyada benzeri neredeyse olmayan örneklerden biri. Bu özelliği, ülkenin sadece resmi olarak üç dilli olmasından gelmiyor. Zira 2 veya daha fazla resmi dili olan çok ülke örneği var. Hindistan’da 20’den fazla dil resmi statüye sahip. Kanada resmi olarak 2 dilli. Belçika, İsviçre, Finlandiya, Etiyopya, Güney Afrika, Papua Yeni Gine, Singapur, Çin û Maçin. Liste böyle uzayıp gidiyor. Doğrusunu isterseniz dünyada Türkiye gibi tek bir dil üzerine kurulu ülke sayısı bir elin parmağıyla sayılacak kadar az. Ama resmi statüsü olduğunda bile bu ülkelerin hemen hepsinde söz konusu diller arasında ciddi hiyerarşiler var. Lüksemburgça, Fransızca ve Almanca’nın resmi dil olduğu Lüksemburg’da ise bu diller arasında neredeyse hiç hiyerarşi yok. Ülkedeki hemen herkes çocukluğundan itibaren bu 3 dille büyüyor ve gündelik hayatında bu 3 dili de kullanabiliyor.
Nüfusu 560 bin civarında olan Lüksemburg, hem nüfus hem de yüzölçüm itibariyle son derece küçük bir ülke. Gün içinde çalışmak için gelenlerle birlikte ülke nüfusu en fazla 800 bine ulaşıyor. Ekonomisi finans ve hizmet sektörüne dayalı olan ülkede, yaşam standardı son derece yüksek. 60 üyeden oluşan Lüksemburg Parlamentosu’nda Sosyalistler, Liberaller, Yeşiller, Hıristiyan Demokratlar ve Sol Parti var. Kendi deyimleriyle, parlamentolarında sadece “aşırılar” bulunmuyor.
Yüksek öğrenim gören öğrencilere verilen fonlar ile ilgili oylamanın yapılacağı bir parlamento oturumuna tesadüfen katıldığımızda, doğal olarak hangi dillerin konuşulduğunu merak ederek takip ettik. Sosyalist Parti üyesi olan bir vekilin Lüksemburgca başlattığı tartışmada sonraki konuşmacı vekil Fransızca, onu takip eden vekil de Almanca görüşlerini paylaştı. Herhangi bir çeviriye gerek kalmadan tüm vekillerin konuşulan 3 dili de anladığı ve ne zaman hangi dil ile isterse onunla cevap verdiği Lüksemburg Parlamentosu dil açısından son derece eşitlikçi bir örnek. Ama illa da bir fark aranacaksa bu diller arasında, Lüksemburgça’nın daha çok gündelik dil olarak kullanıldığı, Fransızca ve Almanca’nın da genelde resmi yazışmalarda tercih edildiği gözlemleniyor.
Eğitim açısından anaokulundan üniversiteye kadar tüm seviyelerde öğretim her 3 dilde yapılıyor. Okullarda öğretmen olarak çalışan herkesin her 3 dilde de yeterliliklerini belgelemeleri gerekiyor. Okul öncesinde Lüksemburgça, ilkokulda Almanca’nın, ortaokulda ise Fransızcanın diğer dillere göre daha fazla zaman aldığı eğitim sistemde, çocuklar kendi anadilleri dışındaki diğer 2 dile ağırlık verilecek şekilde öğretim görüyorlar. Okulların büyük bir çoğunluğu ücretsiz kamusal eğitim sunuyor. İlkokulun 6 yıl, ortaokulun ise 7 yıl sürdüğü ülkede, öğrenciler daha sonra genel veya teknik eğitime devam ediyorlar. Ülkede sadece bir üniversite var, o da 2003 yılında kurulmuş. Öğrenciler okumak için daha çok Fransa, Belçika ve Almanya gibi ülkelere giderek üniversite eğitimi alıyor. Eğitim her düzeyde 3 dilli, ancak çoğu kişi İngilizce de öğrendiği için heryerde 4 dil duymak mümkün. Okulda İngilizce eğitimi genelde ortaokulda başlıyor ve zaten çokdilli olan çocuklar hızlı bir şekilde yeni bir dil öğrenebiliyorlar. Göçmen sayısının görece az olduğu ülkede çalışmak için gelenlerin çocukları da Lüksemburg okullarında eğitim alabiliyor. Bu çocuklar da haftada en az 2 saat kendi anadillerinde öğrenim alabiliyor. Ülkede ayrıca, 50 farklı ülkeden gelen çocukların anaokulundan lise sonuna kadar okuduğu son derece prestijli Uluslararası Lüksemburg okulu bulunuyor.
Dillerin çoğu zaman keskin bir hiyerarşi ile sıralandığı bir dünyada Lüksemburg deneyimi, bu tür bir hiyerarşinin olmadığı nadir ülkelerden biri. Kurmancî ve Zazakî/Kirmanckî’nin de malesef hiyerarşik olarak konumlandırıldığı Kuzey için Türkçe’yi de düşündüğümüzde Lüksemburg deneyiminden faydalanmak, buradan dersler çıkarmak şahane olurdu.
