M. ŞEHMUS GÜZEL: Yazmak yaratmaktır Osman Şahin’de

Haberleri —

Bu yapıtını diğerleri izledi: Kıraleli, Acenta Mirza, Ağız İçinde Dil Gibi (1980 Nevzat Üstün Öykü Ödülü’nü aldı), Acı Duman, Kolları Bağlı Doğan, Ay Bazen Mavidir, Başaklar Gece Doğar (Yazarın ilk romanı)... Ve bunları diğerleri izledi, izliyor, izleyecek.

Osman Şahin’in bir özelliği de sinemaya en çok uyarlanan yazarımız olmasıdır. Birçok öyküsü senaryolaştırıldı, filme alındı. Sinemayla bu git-gel ve gel-git serüveni/süreci içinde bizzat kendisi de özgün film öyküleri yazmaya başladı: Kurbağalar, Derman, Kum, Firar, İpekçe bu konuda en çok bilinen örneklerdir. Bu işi de sürdürdü, sürdürüyor.
Yaşamını artık bir yandan yayınevleri, öte yandan film çekimleriyle paylaşmak zorundaydı. Günümüzde de bu paylaşımını sürdürüyor.  
Osman Şahin giderek adından en çok söz edilen öykü ve özgün film öyküsü yazarımız oldu. Şahin, yaşadıklarını, duyduklarını, dinlediklerini, kendisine anlatılanları, Yörüklerin alışkanlıklarını, hayat tarzlarını, deyişlerini, ağıtlarını, türkülerini, bizzat tanık olduklarını, gördüklerini kaleme alan ve onları okuyucularıyla paylaşmak isteyen bir yazar.
Yazdıklarında özgeçmişinden derin izler bulmak olası. Çocukluğundan günümüze yaşamını öykülerinden izlemek bile mümkün. Yapıtlarında Toroslar, Çukurova, Antik Kilikya yani ve bunun son derece önemi var, yani o koskocaman Adana ovası, Mersin ve öğretmen olmak için eğitimini tamamladığı Dicle Köy Enstitüsü’nün bulunduğu Ergani (benim de doğduğum, büyüdüğüm şirin kasabam) ve “ıssız istasyonu”, öğretmenlik yaptığı Urfa’nın ünlü Siverek İlçesine bağlı Kalemli köyünde dinledikleri, yaşadıkları, köylülerin, yoksul ve kimi zaman ezik Kürt köylülerinin yaşam ve çalışma koşulları üstüne dünya kadar bilgi, öğe, veri sunuyor. Tarihten, tarih öncesinden ve günümüzden. Olağanüstü bir zenginliktir bu. Anlattığı insanlar, destanları ve efsaneleriyle yaşayanlar kuşağındandır. Akıl ve fikirleri işte Şahin’in de zaman zaman aktardığı o derin destanlarıyla efsaneleriyle alış veriştedir çoğu zaman. Belki her zaman...
Osman Şahin, Yaşar Kemal gibi “köylülerinin” bilerek veya bilmeyerek, bilinçli ya da bilinçsiz, belki bilinçaltı ve bilinçüstüyle, rüyalarıyla ve ölüleriyle, ölülerinden akıl ve fikirlerinde sakladıklarıyla, ölülerinden kendilerine ve kendilerinde, en derin “içlerinde”, kalanlarla yaşadıklarını sergiliyor, sunuyor, gözlerimizin önüne seriyor.
Evet bu köylüler öyle sıradan köylüler değildir: Rüyaları ve ölüleriyle yaşayanlardandırlar. Şahin kendisinden önceki birçok usta gibi ve en başta Yaşar Kemal gibi dinleyen ve yazandır. Önce dinleyen, sonra bu sözlü tarih unsurlarını, destanları, ağıtları, efsaneleri, anlatıları, kendince yeniden “okuyan” ve yazandır.
Osman Şahin’in yazdıklarını, kendisine anlatılanların, anlatılmış olanların yeni tür bir “okunması” biçiminde değerlendirmek de mümkündür. Bu nedenle yapıtlarını irdelemeye çabalayan ve yıllar önce Fransızcada yeni üretilmiş olan bir terim bu yorumlamaya tam da uyuyordu: “Orature”, “orale” (sözlü) ile “lecture” (okuma) sözcüklerinin harmanlanmasından, birincinin ilk üç, ikincinin son üç harflerinin derlenmesinden oluşan terimin aynı zamanda “anlatmak” eylemini de içermesi, çağrıştırması amaçlanıyordu. En azından bu terimi yaratanların amaçlarından biri de buydu: “Orature” nam kişi, yazar, usta, anlatmak eylemini de üstlenen sözlü okuma işini yapan/yazan olmalı(ydı). Osman Şahin’in birçok öyküsünde yaptığı eylemin ta kendisi yani. Sözlü ve hemen sonra yazılı olan “şey”, öykü, anlatı böylece aynı anda bir eyleme de dönüşüyor. Birlikte yaratılıyor sunulan.
Daha vurucu olan şudur: Anlatılan ve/veya anlatan bir insan olabilir. Bu pek şaşırtıcı değil. Ama anlatılan ve/veya anlatan bir bitki, bir ağaç, bir hayvan, bir kuş, bir kartal, bir güvercin, bir şahin, bir dağ, bir nehir, bir su, bir çiçek, bir kurt, bir köpek, bir kuzu, bir patika, bir yol, bir karınca, bir örümcek, yeryüzü, yeraltı da olabilir. Evet evet işte çarpıcı olan budur: Toroslar’ın, Fırat’ın sesini duymak ve bu sesi okuyucularına iletmek de az şey değildir hani. Osman Şahin bu işi onlar adına yapıyor yapıtlarında...
Son derece orijinal, coşkulu, çağlayan, bağır bağır bağıran, yeri gelince koşan, terleyen, ölüme yatmak isteyen, kendine özgü ve epey şaşırtıcı bir yazım tarzına sahip Osman Şahin’in yazmak ve yaratmak işine başlamasının ilk adımlarını aramak istersek yazarın bu konuda söylediklerine kulak kabartmamız gerekiyor:
“Siverek’in Kalemli köyünde ve Fırat yöresinde tanık olduğum, yaşadığım olaylardır asıl beni yazarlığa, yazmaya iten. Anlattıklarıma kimse inanmıyordu. Bari yazayım dedim. Kalemli köyü Fırat nehrine çok yakındı. Mayıs ayında taşan Fırat nehrinden odun çıkaranlar, Zengüçür çayında telp adı verilen tuzakla geceleri balık tutanlar, kavgalar, hırslar, sevinçler, toprağı, ağayı, ‘reşim’i [dikkat resim değil. MŞG] yani harmanlara vurulan ağa mührünü, ağalık kurumunu, aşiretlerin içyüzünü, yarıcıları, emeğinden başka hiçbir şeyi olmayan marabaları, yakından tanıdım. Onlarla birlikte doğumlarında bulundum, ölülerine ağladım. Fırat sellerinin kenarına vurduğu ölülerin tutanağını tuttum. Unutulmaz olaylar yaşadım. Notlar aldım. İncelemeler yaptım. Sırası gelmişken söyleyeyim: Dünyanın en güzel insanlarıdır onlar. Onların önüne her zaman yüreğimi çıkarır da korum. Öylesine müthiş güzel insanlardır onlar. Yıllar sonra öyküleştirmeye çalıştığım insanlar işte o insanlardır. O insanların ağır dinsel korkulara, muskalara sürgün edilen umutları, içlerindeki yaradan sızan kanı, kısa, yalın sözcüklerle yazmaya çalıştım.
Beni yazmaya iten bir başka neden de, küçükten beri yaşamımın her anına sinmiş olan yoksulluğumun iç dünyam üzerinde bıraktığı izler olmuştur. Köy kökenli oluşumun zamanla hor görülmesi ve buna karşı duyduğum öfke olmuştur. Bu duyguların ayırdına daha çok kentlerde vardığımı söylemeliyim. ‘Bu adam köylüdür. Kültürü de köylüdür’ gibisinden alaylarla çok karşılaştım. İnsanlara tepeden bakan böylesi tuzak anlayışların, Beyaz Adamın Siyah Adama ‘bakışından’, yani Avrupa-Amerikancı ‘Ben Merkezci’ yaklaşımdan kaynaklandığını biliyorum.”
Bu başlangıçtır: Yazar olacak kişiyi yazmaya iten, yazmaya teşvik eden. Peki sonrası nasıl gelişti? İşte yazarımızın yanıtı:
“Yazmaya ilkin inceleme ve makale türünde başladım. Malatya’da yerel gazete ve dergilerde mesleki sorunlar içeren yazılar yayınladım. Ankara’da yayınlanmakta olan Türkiye Beden Eğitimi Öğretmenleri’nin (Derneği’nin?) çıkardığı dergide sürekli yazılar yayınladım. Ama bütün bunlar kuru birer hevesten öteye geçmedi. Öykü yazmaya asıl 1960’ların ikinci yarısında başladım. Köy enstitülü yazarlar gibi köyü değil de, bir köylü gözüyle kenti yazmak istiyordum. Ama üstesinden gelemedim. Roman yazmak uzun soluk istiyordu. Yazmanın yokuşlarını o ilk denememde gördüm, bizzat yaşadım. Sonra kısa öykü yazmaya yöneldim. İlk öykümü Kırmızı Yel adıyla 1968 yılında yazıp bitirdim...”
Yazarlık alanında ilk adımını böyle attı Osman Şahin. İlk zorlukları da böyle aştı.
Kırmızı Yel öyküsünün de yer aldığı ilk öyküleri, 1971’de, aynı isimle kitap biçiminde okuyuculara sunuldu: “Kırmızı Yel’deki öykülerde aşırı bir yoksulluk, saflık, dinsel baskı ve topraksızlık görülür. O dönemde Güneydoğu’da yeterli fabrika, işletme yoktu. Tek üretim aracı topraktı, o da büyük aşiret ağalarının elindeydi. Bu durum köylülerin her yıl biraz daha köleliğe itilmeleri demekti. En çok da kadınların ezilmeleri demekti. Adları sanları bilinmeyen, sesleri solukları duyulmayan, değil okuma yazma, yeterince Türkçe bilmeyen, kentten gelen kadına, erkeğe ‘komutanım’ diye hitap eden, o insanların yaşamlarına vuran şaşkınlık, kendi iç dünyalarında hiç eksilmeyen kederli bir türküye dönüşmüş gibiydi. Bu gizli sesin dilini Kırmızı Yel’deki öykülerimde biraz olsun yakaladığımı sanıyorum.”
Kırmızı Yel 1970’de TRT Öykü Büyük ödülü’nü aldıktan sonra hem öykünün hem yazarının önü açıldı. Kırmızı Yel daha başından itibaren çok yoğun bir ilgi gördü. Osman Şahin o günleri anımsıyor:
“Umduğumun ötesinde bir ilgiyle karşılaştım. ‘Edebiyatımızda taze kanlar’ başlığıyla gazete ve dergilerde boy boy fotoğraflarım yayınlandı. Öyküm Cumhuriyet gazetesinin kültür-sanat ekinde yayınlandı. Doğan Hızlan, Adnan Özyalçıner, Rauf Mutluay benimle söyleşi yaptılar. Edebiyat dünyamızın ortasına paraşütle inmişim gibi duygular yaşadım. Kırmızı Yel kitabım için Hasan İzzettin Dinamo, Ömer Faruk Toprak, Tahir Alangu, Mehmet Seyda, Ahmet Köksal, Tomris Uyar, Selim İleri, Mehmet Ergün ve daha birçok yazar, şair ve gazeteci yazılar yazdı, görüşlerini açıkladı, olumlu olumsuz, haklı eleştirilerde bulundular.”
Sonrasını biliyoruz.
Bitirirken şunları da eklemek lazım mutlaka: Osman Şahin’in öyküleri Almanca, Sırpça, Lehçe, İtalyanca, Macarca, Fransızca başta olmak üzere birçok dile çevrildi. Kırmızı Yel 1984’te Den Röde Vinden ismiyle İsveççeye çevrildi. İsveç’te medya, basın ve edebiyat dergileri, yapıtın yayınlanmasına çok büyük bir ilgi gösterdi, son derece olumlu yankılara yer verdi, bunun sonucunda o günlerde yirmi kadar tanıtım yazısı yayınlandı.
Yabancı ülke radyolarında Osman Şahin ve eserleri üzerine özel programlar yapıldı, basın yayın organlarında övgü dolu makaleler yayınlandı. Evet Toroslar’ın çocuğunun ismi böylece ülkesinin sınırlarını aştı ve birçok Avrupa ülkesinde yankılanır oldu.
Onu kendi ülkesinin okuyucularına, kadın, erkek ve çocuklarına biraz daha tanıtabilmek arzusuyla bir kitap yazmam son derece doğaldı. Hatta bir tür görev. Aralık 1983’te Acı Duman’ı okur okumaz vurulduğum bu yazı tarzına tiryakiliği sizlere de aşılamam gerekiyordu çünkü. Umarım siz de denersiniz. Kaynak Yayınları’nın “İz Bırakanlar” dizisinin beşinci kitabı olarak meraklılarına sunulan “Öykücülüğümüzün Toros Zirvesi Osman Şahin” kitabı bu konuda yol açıcı olursa amacına ulaşmış olacaktır.  

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.