Mahabad’dan Rojava’ya seçenekler


İsyanlar sürecinden yenilgiyle çıkmış, bölgede kurulan ulus-devletlere kurban edilmiş Kürtler, İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği bağımsızlık, demokrasi ve özgürlük rüzgarlarından umutlanmışlardı. Nitekim şans yüzlerine gülmüştü sanki ve umutları Sovyet Rusya’nın ulusal sorun konusundaki söylemleri ve bölgeye dönük stratejik çıkarlarıyla örtüşüyordu.
Kürtlere yakınlaşan Sovyetler dünyanın en zengin petrol havzasına da epey bir yaklaşmış oluyordu. Önce Azerileri, ardından Kürtleri bağımsızlığa teşvik edecek ardından kendi kaderlerini tayin hakkını tanıyacak, siyasi ve askeri desteğini sunacaktı. Böylece İran topraklarında peş peşe iki cumhuriyet doğdu. Bunlardan biri de Mahabad Kürt Cumhuriyeti olarak bilinen, „Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti” idi.
Bu ölüme yatırılan, paramparça edilen, soykırıma alınan bir halkın ummadığı bir biçimde mezardan çıkarılması, elinden tutulması ve yaşama sürülmesiydi. Tüm egemen ve büyük güçlerin kendisi için kullandığı, zamanı geldiğinde de kafasına vurarak yerin dibine sokmaya çalıştığı Kürtler, Sovyet Rusya’nın bu büyük desteğiyle şaşkına dönmüştü.
Sanki bir rüyaydı yaşanan,
Sanki bir rüya; kabusa yakın duran…
Doğu Kürdistan üç bölgeye ayrılıyor
II. Dünya Savaşının ortasında, Temmuz 1941’de İngiltere ve Sovyetler (SSCB) arasında bir anlaşma gerçekleşmişti. Bu iki güç İran’ı işgal edip paylaşacaktı. Yapılan anlaşma gereği İngilizler güneyden, Sovyet Rusya ise kuzeyden girecek ve işgal edilen İran iki gücün etkinliği altında yeniden düzenlenecekti.
Temmuz’da yapılan anlaşmanın gereği aynı yılın Eylül’ünde pratikleştirildi. İngiltere ve Sovyet Rusya’nın askeri güçleri İran’ı işgal harekatını fazla bir direnişle karşılaşmadan tamamladılar. Bu doğal olarak sömürgeci İran rejiminin -Şah Rıza rejimi- otoritesinin de çökmesi demekti. Kürtler Ruslar karşısında yenilen ve geri çekilmek zorunda kalan İran kuvvetlerinin geride bıraktığı silahlarla silahlanmışlardı. Bu gelişme Kürtlerin konumunu bir anda değiştirmiş ve bölgedeki dengeleri alt-üst etmişti. Doğu Kürdistan, işgal sonrası Rus, İngiliz ve Kürtlerin denetiminde üç bölgeye ayrılmıştı. Güç toplayan Kürtler, Sovyet Rusya ve İngiltere’den İran’ın gasp ettiği haklarını kazanma ve kendi kaderlerini tayin etme konusunda yardım talebinde bulundular.
Sovyet Rusya Kürtlerin taleplerini ilk başta olumlu karşılamayacaktı. Kürtlerin kendi kaderini tayin etmesi demek ayrı bir Kürt devletinin kurulması demekti… Bu çetrefilli bir konuydu. İngiltere ise en başından itibaren Kürtlerin taleplerini reddeden bir yaklaşım içine girmişti. Bunu çok açık ortaya koymuyor ama her seferinde konunun birçok güç için hassas olduğunu belirtiyor, olumsuz yanıtlar veriyor ve oyalıyordu. Ortadoğu’da ulus devlete dayalı denge Kürtlerin sömürgeleştirilmesi temeli üzerinde kurulmuştu. Ortaya çıkan bu yeni durum kendi içinde savaşan sistem açısından büyük bir risk anlamına geliyordu. Kürtlere değil destek vermek, göz yummak bile sistem için ölümcül sonuçlara yol açabilirdi. Kürtlerin Sovyet Rusya ile buluşması ve hareketlenmesi sadece İran’ı değil Türkiye-Irak ve Suriye’yi de kapsayacak ve tüm bölgedeki ulus devlet sistemini yerle bir edebilecek bir bombayı ateşlemekti.
Sovyetler, Kürtlerle ortaklıklar kuruyor
İngiltere kendisini dünyanın hakim gücü haline getiren ulus devlet projesinin karşı karşıya kaldığı tehlikenin farkındaydı. Ortadoğu’da büyük entrikalarla, büyük zulümler ve soykırımlar pahasına kurduğu denge ne pahasına olursa olsun korunmalıydı. Bölgenin üç halkı Türkler-Araplar-Farslar çoğulcu, farklılıklara yer veren, zengin kültürel ve etnik yapısına uygun siyasi arayışlardan vazgeçirilmişler, ulus devlet tuzağına çekilmişlerdi. Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etmesi demek bu bağların çözülmesi, ulus devlet sisteminin çökmesi demekti.
Bu arada Sovyet Rusya Kürtlerle ilişkilerini geliştiriyor ve dayanabileceği bir ortak haline gelmesi için desteğini sunuyordu. Kürtlerle ortaklıklar kuruyor, anlaşmalar yapıyor, taleplerine giderek daha hoşgörülü yaklaşıyordu. Bu İngilizlerden çok çekmiş ve hala da taleplerine olumlu bir yaklaşım bulamamış Kürtler için büyük bir olanak anlamına geliyordu.
Sovyet Rusya’nın çok sınırlı diyebileceğimiz hoşgörüsü ve desteği Kürdistan zemininde meyvelerini vermekte gecikmedi. Sovyet Rusya’ya ve sosyalist fikirlere sempati duyan Kürt yurtseverleri ve gençleri örgütlenme arayışlarına girdiler. KOMELA olarak anılan, Komeleyê Jinêweyê Kurdistan-Kürdistan Diriliş Topluluğu bu temelde kuruldu (16 Ağustos 1943-Mahabad). Komela etrafında toplananlar ağırlıklı olarak aydınlar, öğrenciler, memurlar ve askerlerdi. Bağımsız bir Kürdistan fikri etrafında buluşuyorlardı ve inançları yüksekti. Ne de olsa Sovyet Rusya olumlu yaklaşıyordu. Kimi Kürt ileri gelenleri Moskova’ya davet edilmişlerdi, Kürtler Alman faşizmine karşı savaşta ciddi bir rol oynayabilirlerdi. Dikkate alınması gereken bölgenin en eski, asi ve direngen bir halkıydı.
Buna rağmen Sovyet Rusya temkinli yaklaşmayı elden bırakmadı. Kürtlerle ilişkilerini 1944’e kadar resmi bir düzeye çıkarmadı. Yine bir Kürt politikası deklere etmedi. Ancak 1944′te Kürtlerle resmi bir ilişki içine girdi. Komela’nın başvurusu üzerine Kürdistan-Sovyet Kültürel İlişkiler Topluluğu (KSKT) adında kültürel bir örgütlenme oluşturdu ve Mahabad’a bunun bir şubesini açtı. Bu örgüt aslında Kürt politikasını kontrollü bir şekilde geliştiren Sovyet Rusya’nın ilk adımı oluyordu. Arkası adım adım gelecek ve Sovyetlerin bölgede dayanacağı bir ortak haline getirilecekti.
Qadi Muhammed ile Mahabad devletine...
Bu politika temelinde hiçbir resmi sıfatı olmayan, illegal çalışan Komela 6 Nisan 1945′te, Kürdistan-Sovyet Kültürel İlişkiler Topluluğu’nun (KSKT) binasında Rızaiye’deki Sovyet Konsolosu ve Sovyet-Azerbaycan Kültürel İlişkiler Topluluğu’nun şefinin onur konuğu oldukları bir törende resmileştirildi.
Qadi Muhammed de bu toplantıda Komela’ya kabul edildi. Gerek birikimi, gerek karizmatik kişiliği, gerekse de ailesinin saygınlığı ile kısa sürede örgüt içinde yükselen ve lider haline gelen Qadi Muhammed Sovyet Rusya’nın da desteğini alıyordu.
Sovyet Rusya ile ilişkilerini geliştiren Qadi Muhammed, 1945 yılının son baharında yanında bir Kürt heyetiyle Bakü’ye giderek Sovyet yetkilileriyle görüşmeler gerçekleştirdi. Görüşmelerden olumlu sonuçlarla dönen Qadi Muhammed, Mahabad’a döndükten kısa bir süre sonra Kürdistan Demokrat Partisi adlı bir parti kurduğunu açıkladı ve bir bildirgeyle Kürt aydın ve ileri gelenlerine katılım çağrısında bulundu. Katılanlar desteklerini bir belgeyle ilan ederek partiye üye oldular.
Mahabad merkezli bir Kürt oluşumu için Sovyet Rusya yeşil ışık yakmıştı. Bu her şeyiyle açığa çıkmıştı ve Kürtler Qadi Muhammed’in liderliğinde bu fırsatı değerlendirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Siyasi askeri hazırlıklar yapılıyor, devletleşme sürecine katılmaları için davetiyeler yollanıyordu. Çağrıya olumlu yanıt verenlerden Molla Mustafa Barzanî ve peşmergeleri Mahabad’ta törenle karşılandı.
Takvimler Kasım 1945’i gösterdiğinde Sovyet Rusya’nın desteği ve korumasında önce „Azerbaycan Milli Hükûmeti” kuruldu. 22 Ocak 1946′da ise Qadi Muhammed, Çarçıra Meydanı’nda „Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti”nin kurulduğunu ilan etti.
11 Şubat 1946′da Kürdistan Milli Meclisi, Kürdistan Cumhuriyeti Anayasası’nı açıkladı. Cumhurbaşkanını (Qadi Muhammed) Başbakanı (Hecî Baba) Genelkurmay Başkanını (Mustafa Barzani) ve Kolluk Kuvvetleri Komutanını (Seyfi Qadi) atadı. Aynı gün, yürütme organları, yargı kurumları yine askerî ve kültür kurumları kabul edildi. Oluşan Kürt Devletinin resmî dili, bayrağı ve milli marşı belirlendi. Buna göre resmi dil Kürtçeydi. Milli marş olarak Şair Dildar Rauf’un „Ey Reqib” adlı şiiri uygun bulunmuştu. Bayrak olarak ise bilinen bayrak kullanılacaktı. Ayrıca resmi bir matbaa kurulacak resmi de bir gazete çıkarılacaktı (Kurdistan).
Kürdistan Milli Meclisi’nin aldığı kararlar bunlarla sınırlı değildi. Bir ulus devlet için ne gerekiyorsa her şey düşünülmüştü. İlköğretim genel ve zorunlu olacaktı. Kültürel çalışmalar devlet eliyle geliştirilecek, yine devlet radyosu kurularak bunu bütün dünyaya duyuracaktı. Her şey sihirli bir sopayla dokunulmuş gibi ortaya çıkıyor ve yerine geçiyordu. Kürt devletini kurmak ne kadar da kolaydı…
Eşit ve saygıyı içeren bir çözüm aranıyordu
Bu arada konuyla ilgili güçlerin tepkileri de gelişmeye başlamıştı. Türkiye Başbakanı Mehmet Şükrü Saraçoğlu 6 Mart 1946′da, Sovyet Rusya ve işgal altındaki İran rejimine sert bir telgraf çekmişti. Telgrafta gelişmelerin endişe verici olduğunu ve konuya müdahale edebileceklerini belirtiyordu. İran boydan boya işgal altındayken Şah, Kürtlerin sağladığı gelişmelerden duyduğu rahatsızlığı Sovyet Rusya ve İngiltere’ye şöyle iletiyordu: „Sovyetlerin Kürt gücünü kontrol edememesi tehlikeli sonuçlar doğuracaktır!”
Bu gelişmeler üzerine Kürdistan Milli Meclisi, İran Hükümeti’ne bir muhtıra çekti. Muhtırada İran’daki Kürt sorununun yeni kurulan Kürdistan Demokratik Cumhuriyeti sınırlarında yaşayan Kürtlerle sınırlı olmadığı, İran’ın tümünde yaşayan Kürtlerle ilgili bir iç sorun olduğu belirtiliyor ve karşılıklı müzakereler ile Kürtlerin insani haklarının iade edilmesi isteniyordu. Yine bir „Kürdistan Yüksek Konseyinin oluşturulmasını teklif ediyordu. En sonunda ise bu muhtıranın barışa uzatılmış bir el olarak algılanması gerektiği vurgulanıyordu. Aslında buradan da anlaşılacağı gibi illa da ayrı bir devlet kuralım yaklaşımları yoktu. Formüle edilememiştir, adı konulamamıştır ancak eşit ve karşılıklı saygıyı içeren ortak bir çözüm aranmaktaydı.
Bu açıklamanın ardından Fransız Haber Ajansı AFP muhabiri Qadi Muhammed ile bir görüşme yapacak ve çarpıcı sorular soracaktır:
„İran merkezi hükümeti ile çatışma olasılığı nedir?”
„Yabancı güçlerin müdahale ihtimali var mı?”
Sorular nedensiz değildi tabi.
Diplomatik heyetler gidip geliyor, tehdit kokan açıklamalar birbirini izliyor, Türk devlet temsilcileri Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ne müdahale edebileceklerini açıklıyorlardı. Bu resmen Sovyet Rusya’yı tehdit demekti. Türkiye’nin hassasiyeti gözü kara açıklamalar yapacak düzeyde seyrediyordu ve tüm batının sahiplendiği bir hassasiyete dönüşüyordu. Öyle ya;
- Kürtlerin inkarı ve imhası üzerine kurulan işbirlikçi-ajan ulus devletler yanı başlarında bir Kürt devleti kurulurken inkar ve imha politikasını nasıl yürüteceklerdi?
- Ortadoğu’yu denetim altına almak, sömürmek ve talan etmek amacıyla kurulan „Ulus Devlet Dengesi” Kürt halkının ve vatanının parçalanıp pay edilmesi temelinde kurulmuştu. Bu yıkılırsa ne olacaktı?
Sovyetler baskı-şantaj karşısında desteğini çekti
Bu sorular İngiltere’nin başını çektiği kapitalist modernist sistem ve bölgede oluşturduğu statü açısından hayati önemdeydi. Yanıtlanması ve gereklerinin yerine getirilmesi de aynı derecede önem taşıyordu. Bu temelde harekete geçen İngiltere Mart 1946’da güçlerini İran’dan tamamen çektiğini açıkladı. Sovyetleri de aynı şeyi yapmaya davet etti. Ardından ABD ve Türkiye İngiltere’nin çağrısına uyması için Sovyetler’i uyardılar. Zira dünyanın nirengi noktasına parmağını sokmuştu ve dünyanın dengesini bozabilecek, bir hamle yapmıştı. Ne olursa olsun bunun önlenmesi gerekiyordu.
Baskı-şantaj ve rüşvet politikaları karşısında Sovyet Rusya şaşkına dönmüştü. Bir taraftan hatırı sayılır güçlerden tehdit ve şantajlar geliyor, bir yandan da çekici rüşvet önerileri alıyordu. İran şahı, İran petrollerinin işletme hakkını Sovyetlere verebileceğini açıklamıştı, hatta bunun için gerekli anlaşmaları imzalamaya hazır olduğunu bildiriyordu. Yeter ki boy veren Kürt devletine desteğini geri çeksindi…
Sovyet Rusya, ABD, İngiltere, Türkiye ve İran’ın baskılarına Mayıs’a kadar dayanabildi. 9 Mayıs 1946′da Moskova Radyosu Sovyet Rusya’nın İran’dan güçlerini, Demokratik Kürt Cumhuriyeti’nden de desteğini çektiğini açıklıyordu. İran Şah’ı, Kürtlerden desteğini çekmesi karşılığında İran petrollerini sunuyordu. Ancak Sovyet Rusya’nın İran petrolünü içmenin Kürtleri harcamak kadar kolay olmadığını öğrenmesi için fazla zaman geçmeyecekti…
Kürtler bir anda yapayalnız kalmıştılar. Qadi Muhammed, 1 Haziran 1946′da yaptığı bir açıklamada İran Hükümeti’nin İran genelinde demokratik yasaları uygulamasını, Kürtlerin dil, eğitim ve kültürel haklarını tanımasını istedi.
İran’ın buna karşılığı işgal hazırlıklarını yoğunlaştırmak oldu. Bu arada İran, Sovyet Rusya ile anlaşarak Azeri bölgesine saldırdı. Tebriz’i geri aldıktan hemen sonra Mahabad’a doğru harekete geçti. Cumhuriyetin genelkurmay başkanı Mustafa Barzani bu durum karşısında Qadi Muhammed’e Sovyet Rusya’ya gitme önerisinde bulundu. Qadi Muhammed kalıp direnmekte kararlı olduğunu söyleyince İran güçleri saldırıya geçmeden bir gün önce Mahabad’ı ve Sakız’ı boşaltarak Nagada’ya doğru geri çekildi. Kürtlerle İran arasında uzlaşma sağlamak isteyen çevrelerin çabalarıyla görüşmeler yürütülüyordu ve bu görüşmeler esnasında cumhuriyeti savunmakla görevli Kürt silahlı güçleri Mahabad dışına çekilmiş, meydan İran güçlerine bırakılmıştı.
Kürtlere yeniden darağaçları reva görüldü
Barzani Kürt silahlı güçlerini çektikten sonraki gün İran saldırıya geçti. Qadi Muhammed ve akrabası Seyfî Qadi da dahil olmak üzere bir gün içinde Kürdistan Milli Meclisi’nin tüm üyeleri tutuklandı. Kürdistan Demokratik Cumhuriyeti yıkıldı. Takvimler 17 Aralık 1946’yı gösteriyordu
Halkta kimi huzursuzluklar olsa da İran ordusu Mahabad’ı denetim altına almakta zorlanmadı. Geriye özgürlük ve eşitlik isteyen Kürtler için fermanlar vermek, darağaçları kurmak kalıyordu. İran için bunlar çok aşina olduğu işlerdi. Kurulan derme çatma mahkemede Qadi Muhammed ve arkadaşları (Seyfî Qadi ve Qadi Muhammed’in kardeşi Sadrî) için alelacele idam fermanı çıktı. Alelacele alınan bu karar Kürdistan Cumhuriyeti’nin ilan edildiği Çarçıra Meydanı’nda 31 Mart 1947′de infaz edildi.
Mahabad Kürt Cumhuriyeti bir yıl bile yaşayamadı. Bunun birçok nedeni sıralanabilir ancak esası özgüce değil geçmiş isyanlarda olduğu gibi bir büyük güce dayanma yaklaşımıydı. Sovyet Rusya desteğini çektiğini ilan ettikten sonra Kürt cumhuriyeti kendini savunacak ve yaşatacak gücü gösteremedi. Dişe dokunur bir direniş bile sergileyemedi.
Oysaki egemen güçler Kürtlerden ciddi bir direniş bekliyordu. Türkiye İran sınırına asker yığmış, top bataryaları konuşlandırmıştı. Benzer bir durum Irak sınırında da geçerliydi. Ama beklendiği gibi olmadı. Ne Mahabad’da ne başka bir yerde Kürtler ciddi bir direniş göstermediler. Mahabad Kürt cumhuriyeti Kürt halkının alın teri ve göz nuruyla değil, başkalarının elinde doğmuştu, başkalarının nezaretinde de ölüyordu. Bu durumu Kürtler üzüntüyle karşıladılar. Diyarbakır, İstanbul, Süleymaniye, Bağdat gibi şehirlerde yine Avrupa’nın kimi kentlerinde küçük protestolar düzenlendi.
Avrupa’daki Kürt öğrencilerin yayın organı Kürdistan’ın Sesi dergisinde ABD, İngiltere, Irak ve İran eleştirildi. Qadi Muhammed, „Kürdistan’ın Ebedî Muzafferi” ilan edilirken; Mahabad Kürt cumhuriyetine destek verdiği için Irak’ta idam edilen subaylardan Hayrullah Abdülkerim’in son sözleri siyah çelenkler üzerinde Avrupa’daki elçiliklerin kapılarına bırakıldı:
„Düşmanlarımıza ölüm, Yaşasın Kürdistan!”
Mahabad Kürt Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı sıfatını taşıyan Molla Mustafa Barzani peşmergeleriyle önce Güney Kürdistan’a geçti; Irak devletinin müdahaleleri ardından da Sovyet Rusya’ya gitti.
İran ise Azerbaycan ve Mahabad’daki durumu kontrol altına aldıktan sonra sırtını ABD ve İngiltere’ye iyice dayayacak: sonra da Sovyetlerle yaptığı ikili petrol anlaşmalarını iptal ettiğini ilan edecekti. Türkiye rahat bir nefes aldıktan sonra durumdan duyduğu memnuniyeti peşpeşe telgraflarla çeşitli merkezlere iletti ve Kürtler üzerindeki kontrollerini sıkılaştırdı. Kürtlerin ise acıları bir kat daha çoğaldı, özgürlüğe inançları zayıfladı.
Sistemin kurucusu İngiltere bölgede kurduğu ulus devlet dengesini İkinci Dünya Savaşı gibi bir tufandan ve Kürt krizinden başarıyla çıkarmanın haklı gururunu kazanırken sistemin dolayısıyla da bölgenin efendiliğini ABD’ye devretmeye başlamıştı.
Kürtlerin üçüncü özgürlük girişimi Rojava’da
Mahabad, Kürtlerin 20.yy.daki en dikkate değer bağımsızlık ve devletleşme girişimiydi. Bölgenin işbirlikçi ajan rejimleri ve modernitenin büyük güçleri arasında ciddi bir gerilime neden oldu. Yine büyük umutlar ve hayal kırıklıklarına da vesile oldu. Kuşkusuz günümüz açısından da geçerliliği bulunan büyük dersler bıraktı.
ABD’nin 2003’te Irak’a müdahalesi ardından şekillenen Federe Kürt yönetimi bağımsızlık ve devletleşme yolunda Kürtlerin ikinci girişimi olarak tarihe geçti. Her ikisi de dış bir güce dayanarak çıkış yaptı ve güç olmayı esas aldı. Bunlardan Mahabad hüsranla sonuçlanırken, Federe Kürt yönetimi büyük risklerle karşı karşıya bulunuyor. İkisi de devletçi bir perspektifle kurulmuştur.
Bu seçenekler ağırlıkla Kürt halkının ve bölge halklarının aleyhine seçeneklerdi. Büyük güçlerin lehine ve çıkarına hizmet ettiği oranda Kürtlere yer verme yaklaşımı hala değişmemiştir. Belki bir kısım Kürt için kazandırabilir ancak kaybettirdiği ve kaybettireceği Kürtlerin sayısı kesinlikle daha fazladır. Bunu anlamak için Kürt Federe yönetiminin sınırları içinde küçük bir tur atmak yetecektir.
Kürtlerin üçüncü bağımsızlık ve özgürlük girişimi ise günümüzde Rojava’da gerçekleşmektedir. Dış bir güce dayanmayan, kendi öz gücü üzerinde yükselen ve devletleşme amacı taşımayan bu girişimiyle Kürtler; kendi demokratik siyasal sistemini inşa etme, bunu diğer halklarla paylaşma ve bölgenin sorunlarına alternatif bir çözüm sunma gibi iddialı bir duruş içindedir.
Gücünü halka dayanması ve halkın doğrudan siyasete katılmasından, sistemin kuruluşunu, geliştirilmesini, savunulup korunmasını halkın bizzat omuzlamasından alan Demokratik Özerklik projesi Rojava’da, tarihin bu sürecinde ve adeta kurtlar sofrasında Kürtlerin başarıya en yakın seçeneği olarak yükselmektedir. Rojava’da halkımızın alın teri ve göz nuru ile şekillenen iradesi de Mahabad’a benzer şekilde bölge sömürgeci ve işbirlikçi ulus devletlerini ve modernitenin patronlarını derin kaygılara sokmuştur. Mahabad’ın katilleri yine işbaşındadır. Yalnızlaştırma ve provokasyonlarla tüketme, bölge ve Suriye zemininde siyasal bir Kürt iradesi olarak kabul etmeme temelinde yoğun çabalar, kulisler ve pazarlıklar yürütülmektedir. Başka Mahabadlar yaşamak istemiyorsak gaflete düşmeden, küçük hesaplara girmeden, demokratik örgütlülüğümüzü ve demokratik ulusal birliğimizi geliştirerek, bunu bölgenin diğer halklarına taşırarak çoğaltmalı ve bu özgürlük seçeneğini başarıya götürmesini bilmeliyiz.
ŞİYAR KOÇGİRİ
