Mahmut ŞAKAR*: 17 yıl dişe diş bir mücadele

BİR: İMRALI KONSENSÜSÜ
İmralı Ada Hapishanesi’nin politik çalkantılara rağmen bugüne kadar varlığını sürdürmesinin temel nedeni, uluslararası bir konsensüse dayanıyor oluşudur. Uluslararası Komplo’nun planlayıcı ve uygulayıcı güçleri, Öcalan’a mahsus düzenlenen “İmralı sistemini” öngördüler. Uluslararası camiada bugüne dek hukuki ve ahlaki normlara aykırılıklara karşın ciddi bir ses çıkmaması, “yokmuş“ veya “normalmiş” gibi davranılması, tamamen bunun sonucudur. Sayın Öcalan İmralı‘ya getirildikten sonra ilk ziyareti gerçekleştiren CPT yetkililerinin İmralı Ada Hapishanesi’nin koşullarına onay verdiğini biliyoruz. Bu mekanın seçilmesi, doğal tecrit uygulamalarına fırsat tanıması, askeri yasak bölge gerçeği ve Kriz Yönetim Merkezi tarafından olağanüstü hal mantığıyla idare edilmesine rağmen mekan, sözleşmeye uygun bulunmuş ve onay verilmiş, çok sonra, uygulamaların aşırı deşifresiyle CPT “tecrit” tanımlamasını yapabilmiştir. Bugüne kadar tüm görünür ilgisine rağmen, İmralı Ada Hapishanesi’ne yönelik yapısal bir eleştirisi bulunmamaktadır. Sadece ‘iyileştirmeye’ dönük eleştiri ve önerilerle sınırlı yaklaşıma sahiptir.
Uluslararası sistem açısından bakıldığında, İmralı Ada Hapishanesi’nin muhatabı olarak Avrupa Konseyi’nin kurumlarından CPT ve AİHM gösterilmiştir. On yedi yıllık sürecin siyasal-toplumsal ağırlığını kaldırması mümkün olmayan bu mekanizmalar, kendi kuruluş mantıklarıyla sınırlı bir işlev görebilmişlerdir. Kaldı ki, bunların insan hakları hukuku içinde önemsenecek bazı karar ve pratiklerinin de bağlı oldukları siyasal mekanizmalar tarafından boşa çıkarıldığını ve işlevsizleştirildiğini de not düşmemiz gerekiyor.
İKİ: İMRALI ARENASI
Komplo ve İmralı Ada Hapishanesi süreci, Sayın Öcalan şahsında modern bir çarmıha gerilme öyküsü olarak okunabilir. Öcalan, burada İmralı kayalıklarına çivilenerek parça parça ölüme terkedilmiştir. ‘Çürütme’ siyaseti olarak da ifade edilen bu uluslararası konsensüsa dayalı sisteme karşı, bu vahşi siyasetin öznesi olarak Öcalan’ın da büyük bir direnişi sözkonudur. Çarmıh ve özgürlük denkleminde süren mücadele İmralı Ada Hapishanesi’nde olan bitene ve elbette bir bütünen Kürt merkezli Ortadoğu siyasetine de yön ve biçim vermiştir. Bu nefes nefese yürütülen direniş, bu destansı mücadele anlaşılmadan İmralı öyküsü sadece egemenlerin istediği ve yön verdiği bir tarihsellik içinde ele alınmış olur ki, yanıltıcıdır ve anlaşılmazdır.
İmralı Ada Hapishanesi’nin günlük yaşamından yüksek politik aktivitelere kadar her alanda ikili bir karaktere sahip olması, Guantanamo’yu önceleyen ama onunla özdeş olmayan yanını da oluşturur. Mandela’nın öyküsü ile karşılaştırıldığında esaretten müzakere sürecine kadar geçen sürecin tek boyutlu ve edilgen pozisyonuna karşı, İmralı süreci her daim bir hareketlilik, arayış, çıkış imkanları veya ileriye dönük hamleleriyle farklı ve özgün bir dinamizme sahip olmuştur.
İmralı Ada Hapishanesi’nin bir tahakküm sahası olarak inşasına rağmen özgürlük mücadelesinin derinleşme ve büyüme alanına dönüşmesinde, Önderlik tarzının, tüm yoksunluklarına karşı kendini bu ağır esaret koşularında yeniden ve daha güçlü bir tarzda yaratmasının, bu yeni Önderlik tarzıyla Kürt Özgürlük mücadelesi ve Kürt halkı arasında uyumun yeniden kurulabilmesinin belirleyici rolü olmuştur. Tecrit olarak dilimize yerleşen ve zaman zaman katılaşan mekanizma esasta bu uyumu parçalamaya yönelik hamleler olarak değerlendirilmelidir. Yoksa İmralı sistemini salt tecrit kavramı üzerinden ifade etmek yetersiz olacaktır.
ÜÇ: İMRALI TECRİDİ
İmralı sisteminin bir günde kurulmadığını, adım adım inşa edildiğini ve politik genel gidişata göre de pratik uygulamaların değiştiği ifade edilebilinir. Ancak Sayın Öcalan’ın esaret hayatının kahir ekseriyetini küçük bir hücrede geçirdiğini, bu hücre yaşamına (müzakere sürecinde verilen TV’yi saymazsak) sadece kitapların, sansürlenmiş gazetelerin ve tek kanallı resmi bir radyo yayınının eşlik ettiğini vurgulamak yerinde olacaktır. İnsani iletişimin ilk süreçte sadece avukat ve ailesiyle olduğunu, 2009 yılından sonra adaya gönderilen beş hükümlü ile hafta içi bazı saatlerde görüşebildiğini ve avukatlarının devre dışı bırakıldığı müzakere sürecinde ise sadece düzensiz olarak HDP heyeti ile buluşma olanağına sahip olmuştur. On yedi yıllık esaret sürecinde keyfiyete dayanan idari anlayış, Sayın Öcalan’ın bu sınırlı imkanları üzerinden nerdeyse günlük değişebilen müdahalelerde bulunmuştur.
Bu esaret sürecinde, İmralı sisteminin idari pratiğini, bazı politik parametlere üzerinden kategorize etmek mümkündür. İlk dönem sistemin kuruluş sürecidir. İnşa süreci olduğu için keyfiyetin en fazla olduğu dönemdir. Ancak bugünkü pratik koşullar ile kıyaslandığında nerdeyse ‘en iyi’ döneme denk gelmektedir. Avukatlarıyla haftada iki gün bazen ikişer saat görüşme, düzenli haftalık aile görüşleri yapılmaktadır. Aramalar elle yapılmakta, dosya ve benzeri hukuksal belgelerle görüşme odasına girebilme sözkonusudur. Bu dönemin en kötü tarafı, Uluslararası Komplo’nun henüz yeni gerçekleşmiş olması ve psikolojik zorluklarının, etkilerinin basıncı altında bu sürecin yürümesidir. Bu dönemde İmralı Adası adeta bir inşaat sahasını andırır. Spor salonundan devşirilen bir mahkeme salonu yapılır, tüm ada modern gözetim tekniği ile donatılır, en ince aramaları gerçekleştirecek teknik cihazlar getirilir. Sivil idarenin etkisiz olduğu yönetim erki, olağanüstü hal koşullarında devreye giren Kriz Yönetim Merkezi’ndedir.
Belki de sayın Öcalan açısından en zorlu süreçtir. Komplo sonrası tavrını netleştirdiği, bu sürecin aşılması açısından yeni bir barış ve müzakere dönemini hedeflediği, Türkiye’nin savaş ve barış denklemi içinde nereye evrileceğinin kararının verileceği bu süreçte Sayın Öcalan’nın önü çok açılmasa da olası iç çalkalanmaların önlenmesi adına kısmen çalışma ve kendini ifade etme olanağını bulduğu bir dönemdir. 11 Eylül sonrası küresel terörizm konseptinin hakim olmasıyla birlikte bu süreç akamete uğrar ve Türkiye’nin iç dengeleri açısından da AKP’nin iktidara gelmesinin önü açılır.
AKP’nin ilk yıllarında İmralı süreci açısından kayda değer bir değişime rastlanmaz. Ancak göreli olarak avukatlarıyla görüştürmeme, hava muhalefeti vb. bahanelerin devreye girdiğine tanık oluruz. İkinci dönem olarak tarif edeceğimiz bu süreçte, AKP’nin esas müdahalesine tanık oluruz. Özellikle 2005 yılı içinde AKP’nin sistem içine yerleşme, güç olma, iktidarlaşma serüvenine bağlı olarak, kendisinin içinde yer alacağı şekilde sistemi hukuk içine çekme, yasalarla sınırlanmış bir iktidar pratiğine kavuşturma çabalarının İmralı’ya da yansıması olur. O güne değin uygulanan tecrit pratiğine yasal kılıflar hazırlanır. Keyfiyete bir açıdan resmi hüviyet kazandırılır. Avukatlarına yönelik müdahaleyi devreye sokar. Ceza Muhakemeleri Kanunu ve Ceza İnfaz Kanunu’nda yapılan değişikliklerle hem görüşmelerin dinlenmesi ve kayıt altına alınması hem de avukatlarının gerektiğinde yasaklanması, sınırlandırılması ile ilgili özel düzenlemeler yapılır.‘Öcalan Yasaları’ adını verdiğimiz ve ilk etapta sadece Öcalan’a uygulanan, onun pozisyonu hesap edilerek yapılan düzenlemeler bu dönemin eseridir. Buna AİHM’in verdiği yeniden yargılama kararının Öcalan’a uygulanmaması için yapılan hukuki cambazlıklar da dahildir. Öcalan’a mahsus bir yasal külliyatın oluşturulduğu yıllardır.
AKP’nin liberal kesim ve cemaatle yaptığı iç ittifakla birlikte sistemi ‘yasa ve yargı‘ eliyle denetime alma sürecinin etkilerini görmekteyiz. Bu elbette ki keyfi uygulamaların olmadığı, her şeyin ‘kitabına’ uydurulduğu anlamına gelmemektedir.
Bu dönemde hem ‘sivil’ idare daha etkinleşmekte ve hem de ulusal/uluslararası sahada cılız da olsa itirazların önünü kesecek bir resmiyeti yaratma amaçlanmaktadır.
2011’den bugüne kadar süren dönem yani AKP’nin ‘ustalık’ döneminde, tecrite artık herhangi bir yasal kılıf bulma çabasına girmeden, keyfiyetin en alasının uygulandığı, ilk yıllara rahmet okutacak bir idari basıncın uygulandığı dönemdir. Temmuz 2011’den bu yana avukatlarıyla görüşmesi yasaklanır. Başbakan ve Adalet Bakanı bu yasağı açıkça savunurlar. Başta yeni bir yasal düzenleme yapacaklarını ifade ederler ancak sonra bu ‘zahmete’ bile katlanmazlar. ‘Hava muhalefeti’ ve ‘gemi bozuk’ iddialarıyla beş yılı aşkın bir zamandır bu yasağa devam edilir. Müzakere süreci boyunca HDP heyetinin gitmesi, bu son dönem keyfi ve katı tecrit sürecinin görünmesini engeller. Hatta nerdeyse tecritin bittiği gibi yorumlara da mazhar olunur. Ancak Öcalan’ın yaşam koşullarına dair çok tekniki bazı değişimler dışında ciddi bir gelişme yaşanmaz. Nisan 2015’den bugüne kadar da Öcalan ile kimse görüşemez zaten.
DÖRT: İMRALI DİRENİŞİ
Tüm bu dönemler boyunca sistem güçleriyle dişe diş bir mücadele veren Sayın Öcalan, AİHM davaları için yazdığı savunmalarıyla, kendi paradigmasını yaratır, derinleştirir ve sisteme kavuşturur. Kürtlerin özgürlük mücadelesini artık bir kez daha herhangi bir komplo ile kırılamayacak bir düşünsel bağlama yerleştirir. Yol haritası, deklarasyonlar ve çözüm önerileriyle barışın yönetimini üstlenir.
HDP projesi ve Rojava Devrimi’nin düşünsel-ideolojik tüm arka planı Öcalan’ın İmralı Ada Hapishane’sinde yürüttüğü büyük direnişin sonucunda vücut bulur. Sadece düşünsel-ideolojik yanıyla değil aynı zamanda bu projelerin nefes alabilecekleri ortamı yaratan siyasi hamleler de Öcalan’ın imzasını taşır.
SONUÇ
Son bir yılda uygulanan, merkezinde AKP/Erdoğan’ın olduğu ancak sisteme mal edildiği anlaşılan konsept ile aslında İmralı Ada Hapishanesi açısından da yolun sonuna gelinmiştir. Bugüne kadar Sayın Öcalan ile bir şekilde bağını koparmayan mevcut rejim, Öcalan’ın barış ve müzakere süreçleriyle yarattığı geleneği de yok eden bir çabanın içine girmiştir. Yeniden bir müzakere veya tanıdığımız, bildiğimiz tarzda bir diyalog sürecinin olanaklarını önemli ölçüde tahrip etmiştir.
AKP merkezli hakim siyaset, Kürdistan’ı yeniden kolonileştirerek hem kendi politik/şahsi hakimiyetini ilelebet sürdürmek hem de Türk egemenlik sistemini bu temelde yeniden kurmak istemektedir. Kuzey Kürdistan’ı bu yeniden kolonileştirme sürecine Güney Kürdistan’ın dahil edildiğini ve Rojava Devrimi’nin kazanımlarının yok edilmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır.
İmralı Ada Hapishane’sinin kaderi, bu yeniden kolonileştirmeye karşı yürütülecek direnişle belirlenecektir. Ve Öcalan’ın özgürlüğüyle de, on yedi yıl önce uluslararası bir komplo sonucu inşa edilen İmralı sistemine son verilmiş olacaktır. Komploya karşı verilen direnişin tarihi bu konuda umutlu olmamıza ziyadesiyle izin vermektedir.
* Öcalan’a Özgürlük İnisiyatifi üyesi
