Masadaki Gülistan

"GÜL SATICISI: Bir gül satıcısı gördüm uyandığımda/ Çok sevindim, gülü kalbe değişeceğine./ Gülü kalbe değişeceğine.// Bir kalbimiz vardı, hastalık ve yara dolu/ İnanamadım önce, gülü kalbe değişeceğine./ Gülü kalbe değişeceğine.// Pazarlık ettik; "Takas etmem" dedi;/ "Güle tapan canını da verir üstüne./ Canını da verir üstüne."// Sordum: "Can ve kalbini kim değişir bu güle!"/ "Pazarlık bu" dedi. / "Yaralı ya kalbin. Yaralı ya kalbin."// Canımı da kalbimi de verdim, kalp feryat etti/ "Hey Cegerxwin, bir güle değişti kalbini./ Bir güle değişti kalbini." (Cegerxwîn)
Değişik halkların edebiyatındaki temel sembollerden birisi güldür. Şair/şiir başına düşen gül miktarının fazla oluşunun "gül klişesi" yarattığı söylenebilirse de, gül, "kullanım", "değişim" ve sembol değeri olarak ününü sürmektedir. Gül ve şiir heveskarı bir okur olarak beni heyecanlandıran şiirlerden biri Cegerxwîn'un "Gulfiroş" (Gül Satıcısı) şiiridir. Türkçe'sini ve Kürtçe'sini ezberlemeye çalıştığım bu şiirin çevirilerinden emin olamadığım için hevesimin yarıda kaldığını, Kürtçenin ehli arkadaşlardan dağlar kere rica etmeme karşın bu isteğimin devrime kadar süreceğine dair şikayetim sürüyor! Bu iç dökmeden sonra ilk söylenmesi gereken; zamanı eskiten bu şiirin şimdiki zamanı algılamamızın "anahtarı" oluşudur. Mısır'ın Maat Efsanesi'nde kalbi dışında tüm organları alınan ölünün kalbinin tüy ile tartıldığı ritüel gibi, odağında kalbin ve can'ın gülle takası olan bu şiir, mitolojiyi ve şiiri aşan bir kapsam alanı yaratarak okuru katmanlı anlam kapılarından geçirdiği için kıymetlidir.
Şiirden hareketle siyasete sıçrarsak; "çözüm süreci" olarak kodlanan barış ve özgürlük meselesi "takas" olarak okunabilir. Lakin burada kritik soru; tarafların "takas"a hangi anlamları yüklediğidir. Devletin akıllara ziyan taktiği; kokusunu ve rengini savunan Kürt halkının değerlerine, zulmü ve inkarı yeniden üreten düzenin bekçisi devletle ve sembolleriyle el koyma taammüdüdür. Kürtler masaya, inkara karşı gülü koydukları için, dil tekmesiyle devrilmiştir masa. Edip Cansever'in "Masa Da Masaymış Ha" şiirindeki, "Masa da masaymış ha/ Bana mısın demedi bu kadar yüke" dediği "masa"nın tarafların "sır katibi" olduğu, devletin ise "fabrika ayarlarına dönmeyi" sahnelediği bir oyundur bu. Taraflardan biri masaya gül sembolü içinde, barış, eşitlik, özgürlük ve adaleti koyarken, diğeri halkların ensesinde zulüm pişiren devleti, korkuyu, inkarı, asimilasyonu yani eski ve eskimiş şeyleri koymaktadır. Bu "hileli terazi", "hileli masa", Bacıyan-ı Rum Gülten Akın'ın "İlahiler" kitabındaki "Gül İçin İlahi" şiirindeki dizelerle de suç üstü yapılabilir: "İnsanlar bir gülü bir senetle/ Değiştirmeye alıştılar/ İnsanlar başka insanların hayatını/ Bir hezaren sandalye midir hayat/ Dizip kaldırmaya alıştılar/ İnsanlar yüreği ve onuru, alıştılar/ Yelin üflediği yaprak mıdır onur/.../" Halkların hayatlarını, yüreklerini, onurlarını sandalye gibi dizip kaldırmaya alışmış bir devlet geleneğidir bu.
Madem konuyu gülle ilişkilendirdik Hafız-ı Şirazi'nin "Bütün bahçeler sende toplanmış gül müsün nesin" dizesini de koyalım masaya. Para-meta-para çevriminin dışında bir sembolik değer olan "gül", politik bir "değişim", "kullanım" ve dönüşüm değeri olarak masada kendinden fazlasını, tarihin ve siyaseten nesnelliği bağlamında halklar bahçesini de "temsil" etmektedir. Bayram gelmiş neyime, şiir damlar yüreğime diyerek, Turgut Uyar'ın, "hep böyle süreceği sanılır bu gül hikâyesinin/ hep böyle sürer geçi amma bir gün sonu değişir" dizelerinden el alarak şu söylenebilir; mücadelenin hikâyenin başını ve ortasını değiştirdiği tarihin ve siyasetin bilgisi dahilindedir. Geriye kalan, hikayenin sonunu da değiştirmek yani masanın üstündeki masalın sonunu gül'e bağlamak...
