Mazlum’un direnişi dağlara ulaştı

Haberleri —

İlk Kurşundan Toplumsal Devrime - 3

15 Ağustos 1984 Atılımı’nın 28. yıldönümüne girerken, Kürdistan topraklarında işgalci güçlere karşı Kürt halkının direnişi sürüyor. 28 yıl önce atılan İlk Kurşun, Kürt halkının yaşamında çok şey değiştirdi. 15 Ağustos’u cezaevinde karşılayan Hikmet Tüysüz, yaşamıyla Kürt mücadelesinin tanıklarından biri. Öyle ki O’nun yaşam öyküsü, 1984’e giden yolun da bir göstergesi.
Hikmet Tüysüz, 1976-79 yılları arasında okuduğu Diyarbakır Öğretmen Okulu’nda mücadele ile tanışır. Okulda etkinlikleri yüksek olan faşistler, Kürt öğrencilere yönelik büyük bir baskı unsuru oluştururlar. Bu baskı fiziki işkenceye kadar götürülünce Kürt öğrenciler harekete geçer. Ancak çok fazla politik etkinlikleri yoktur. Tüysüz, tanıdığı birine durumu anlatır ve destek ister, O da “Apocular yok mu? Ancak onlar size yardım eder” diye cevap verir.

Apocuların afişi

O ana kadar kimi şeyler duyduğunu ama bilgi sahibi olmadığını belirten Tüysüz, “O dönem Haki Karer yaşamını yitirmişti. Duvarda afişleri vardı. Afişte Haki Karer’in fotoğrafı altında da ‘kahrolsun sömürgecilik, yaşasın bağımsızlık ve proletarya enternasyonalizmi’ yazıyordu. Bu dikkatimi çekmişti ama kime ait olduğunu bilmiyordum” diyor.
Derken tanıdıklar yoluyla Apocular denilen gruptan insanlarla tanışırlar. “Faşistlerin baskısı bizi Apocularla buluşturdu” diyen Tüysüz, sonraki süreçte örgütlenerek, Onları okuldan attıklarını anlatıyor. Daha sonra Apocular Amed’de bulunan birçok okulda örgütlenirler.
Kendi kimliklerini gizlemek zorunda kalan, anadillerinde konuşamayan Kürt halkı için bir umut ışığıdır Apocular, bir o kadar da gizemlidirler. Öğrenci gençliğin sempatisi giderek artar ve eğitim çalışmalarıyla gruplara katılımlar artar.
Devlet ve işbirlikçilerin baskılarıyla giderek sistemden koptuklarını belirten Tüysüz, “Tüm konsantremiz özgürlük için yapılması gerekenlerdeydi. Bu anlayışla bugünlere gelindi” diyor.

Hilvan-Siverek direnişi
Hikmet Tüysüz, 1979 yılında öğretmen okulundan mezun olduğu sırada Hilvan-Siverek direnişi de başlamıştır. Bu dönemde Siverek’e giden Tüysüz, oradaki mücadeleyi şöyle anlatıyor: “O dönem Süleymanlar aşiretine karşı bir mücadele başlamıştı. Çünkü devrimciler devletle işbirliği yapan ağalara karşı eyleme geçmişti. Devletten önce işbirlikçi kesime yönelik bir mücadelenin zorunlu olduğunu söylüyorlardı. Çünkü devletten önce onlar dikiliyordu devrimcilerin önüne, halka yoğun baskı yapıyorlardı. Siverek’de feodal işbirlikçi ilişkilerin kırılması için önemli bir yerdi. Artık yavaş yavaş Apocuların etkisi de belirginleşiyordu.”
Tüysüz, bu mücadeye de, 30 Temmuz 1979’da PKK’nin Kırbaşı eylemi sonrası kuruluşunu ilan etmesine de tanıklık yapar. Kendisi de Bucak aşiretinin saldırısında yaralanır. Kafasından yara aldığı için kısmi felç geçirir.

12 Eylül Darbesi Ve 12 Eylül 1980 askeri darbesi...
“Feodallerin gücü kırılınca devletin de ayakları kırılıyordu. 12 Eyül’ün bir gerekçesi de PKK mücadelesidir” diyen Tüysüz, tedavisi ardından bu sıralar memleketi Siverek’e dönmüştür. Henüz iyileşmeden 2 Ekim 1980’de Siverek’te gözaltına alınır. Felçili olması gözaltı kadar işkence görmesini de engellemez. Daha önce okuduğu yatılı okulda akla gelmeyecek işkencelere maruz kalır: “Yatılı okulları eğitim için açtıklarını söylüyorlar, ama işkenceyi okuduğum yatılı okulda gördüm. Okula işkence tezgahı kurmuşlardı.”
Halkın umudu ve sempatisi kırılsın diye işkence yaptıkları devrimcileri mahallelerde gezdirirler. Ailesinden de gözaltına alınan ve tutuklananlar olur.

5 No’luya ‘hoşgeldin’

Önce Siverek’te sonra götürüldüğü Urfa’da işkence görür. 37 gün boyunca işkence seansları dışında sürekli ranzaya bağlı ayakta tutulur. Tüysüz, “Orada ilk defa bir insanın ayakta uyuyabileceğini gördüm” diyor. 37 gün sonra tutuklanıp Diyarbakır 5 No’lu Cezaevine konulur. Gördüğü işkencelerden dolayı felç hali ağırlaşır. Artık tek başına ayakta kalacak durumda bile değildir. Ancak hastalık, sakatlık, yaşlılık dahil hiçbir insanı durum 5 No’lu işkencehanesinde geçerli değildir. İşkencehaneye girer girmez ‘hoşgeldin’ dayağına maruz kalır, 10 gün hücrede tutulur. Ardından 5 numaralı koğuşa konulur. Bitişik 7. koğuştaki Kemal Pir, “hoşgeldin” ile karşılar O’nu. Tüysüz, “Senden önce başkaları hoşgeldin dedi” deyince gülüşürler. 
1985 yılına kadar yani beş yıla yakın bir süre yatalak kalan Tüysüz’e arkadaşları bakar.

Kaşık protestosu
1981 yılının başında ellerine ulaşan bir gazeteye bakarlarken, Mamak Cezaevi’nde tutukluların uygun adım yürütülürken çekilmiş bir fotoğrafı vardır. Kemal Pir, fotoğrafa bakarak, “Bu bize de gelecek” der. Pir’in söylediği gibi de olur. Böylece baskılara karşı 1981 başında açlık grevi başlatılır. Tüm devrimciler hücrelere konulur. Bu eylemde PKK’li tutsak Ali Erek yaşamını yitirir.
1981’in başında açlık grevi başlatılır. Eyleme geçen tüm devrimciler hücrelere götürülür. Hikmet Tüysüz, felçli olduğundan bir kaç arkadaşıyla koğuşta bırakılır. Ancak koğuştaki tüm kap kacak da alınır. Bu sırada koğuşa sol gruplardan bir grup getirilir, Tüysüz de kalan bir kaç arkadaşıyla onların bulaşıklarını kullanırlar. Bir gün sonra gelip kaşıkları geri isterler. Bu davranışlarına tepki gösteren Tüysüz, üç yıl boyunca yemek yerken kaşık kullanmaz.

Direnişlerde yer alır

Hikmet Tüysüz, Mazlum Doğan eylemi ile Dörtler ve 14 Temmuz direnişçilerinin eylemlerine de tanıktır. Devrimciler eylemlerini mahkemelerde açıkladığında da oradadır. “Hayri Abi” dediği M. Hayri Durmuş‘un çevresine güven veren kişiliğinden bahsediyor. Tüysüz, tecrit politikası nedeniyle devrimcilerin yaşamını yitirdiklerini aylarca sonra öğrendiklerini belirtiyor. Bu eylemler ardından direniş devam eder. 1983 sonunda bir açlık grevi daha yapılarak, tutsaklara dayatılan tüm kurallara karşı çıkılır. 1984 yılının başlarında tek tip elbise uygulaması başlatılarak, baskılar üst seviyeye çıkarılır. Bu dönemde yapılan açlık grevine tüm örgütlerden devrimciler katılır. Burada ise PKK’li Cemal Arat ve Devrimci Yol’dan Orhan Keskin yaşamını yitirir. Herkesi hücrelere koydular, iki kişilik hücreye on kişi koydular.
1984 sürecine gelindiğinde 5 No’lu da uygulanan rehabilitasyon politikaları ayyuka çıkmıştır. Hikmet Tüysüz, bu sürece ilişkin “Devletin politikası şöyleydi; direnişe geçince bir umut veriyorlardı. Hani karanlık bir odaya ışık salınır ya, sonra yeniden tüm hakları alıyorlardı. Bu işkenceden daha korkunç bir politikaydı” diyor. Bu ruh haliyle 1984 sürecine girdiklerini belirtiyor Tüysüz.

Bir sayfa Serxwebûn
Tüysüz, o süreçte esir alınan devrimciler yoluyla 1984 Atılımı’ndan haberdar olduklarını ancak kapsamını bilmediklerini belirtiyor. Tüysüz, “Silahlı mücadelenin başlatılacağını yeni yakalananlar aracılığıyla duymuştuk. Silahlı propaganda birliklerini anlattılar. 15 Ağustos öncesinde cezaevinde de dökümanlar hazırlandı, eğitim yapıldı. Hatırlıyorum Serxwebûn dergisinden bir sayfa elimize geçmişti. O sayfada döneme ilişkin değerlendirmeler vardı. O sayfa koğuş koğuş gezdi, üzerine çok tartışma yapıldı” diye konuşuyor.

‘Şakiler’in atılımı
15 Ağustos 1984’te Türk haber bültenleri “Şakiler Eruh-Şemdinli’de saldırdılar” şeklinde geçerler. Ardından Türk ordusunun ‘kahraman’lıklarını sıralarlar. Oysa yıllarca adeta tırnaklarıyla kazıdıkları direnişleri bir anlamını bulmuştu. Hikmet Tüysüz, o anda kapıldıkları mutluluğu şöyle anlatıyor:
“Artık Mazlumların direnişi dağlarda anlam buldu diye düşündük. Kaygılarımız azaldı, iç rahatlığı yaşadık. Karamsarlık yenildi. Çünkü yıllarca direnişi kırmak için yüklendiler. 15 Ağustos bu direnişin kök saldığını gösteriyordu. Artık belimiz bükülmeyecek dedik. Birçok şey yoktan varedildi. O psikolojik ortamda 15 Ağustos bizim için büyük bir umut oldu. Artık cezaevi yönetimi de bize temkinli yaklaşıyordu. Devlet de artık kolay kolay yenemeyeceğini anladı. 12 Eylül darbesi ve askeri girişimin sonuç vermeyeceği anlaşıldı. O ana kadar Türkiye’de her on yılda bir darbe yapıldı, insanlar da buna alıştırıldı. Ama 15 Ağustos ile başlayan gerilla mücadelesi, bu darbe anlayışını da kırdı. Bu bir dönem noktasıydı.”

‘Artık gidecek yerimiz var; dağlar’

Tüysüz, “O zamanlar Kürdüm demek zordu. Devlet yönelimi çok farklıydı. Silahlı mücadele zorunlu hale gelmişti. Artık bu süreçten sonra daha dikkatli davranmaya başladılar. Böylece 12 Eylül darbesi de sonuç vermemişti. Çünkü tüm baskılara gerilla savaşı ile karşılık verildi. Bizim de çıktığımızda gidebileceğimiz bir yer vardı” diye konuşuyor. Tüysüz, diğer sol hareketlerden devrimcilerin de kendilerine, “Artık sizin gideceğiniz bir yer var. Biz tahliye olduğumuzda nereye gideceğiz?” dediklerini de hatırlıyor.

Her askeri eyleme etli yemek
14 Ağustos sürecinden sonra devletin kendilerine karşı daha dikkatli davrandıklarını belirten Hikmet Tüysüz, “Askeri eylem olduğunu asker ve gardiyanların hareketlerinden çıkarıyorduk. Etli yemek çıktığında ‘acaba yine nerede eylem’ oldu diyorduk” şeklinde anlatıyor.
Hikmet Tüysüz, 1985 yılında daha geniş koğuşlara geçtiklerini, burada spor yapma olanağı bulduğunu belirtiyor. Arkadaşlarının da yaptığı masajlarla yavaş yavaş yürümeye başlıyor. Ancak işkence ile yaşadığı sakatlık hayatının sonuna kadar da onunla olacaktı.

5 No’luyu asla unutmadı
Ancak hem devletin baskıları hem de buna karşı direnişler sonraki yıllarda da sürer. 1987’de yapılan açlık grevinde Emin Yavuz adlı bir devrimcinin yaşamını yitirdiğini hatırlatan Hikmet Tüysüz, 1988’de Diyarbakır’dan Eskişehir’e sürgün edilenler arasındadır. Fuat Kav’ın ‘Mavi Ring’ adlı kitabında anlattığı Eskişehir-Aydın sürgününde de vardır Hikmet Tüysüz. Ancak bir grupla Nazilli Cezaevi’nde bırakılır. 1991 yılına kadar burada tutulur.
2 Ekim 1980 yılında tutuklanır. 11 yıl sonra yine bir 2 Ekim günü serbest kalır. 22 yaşındayken girdiği cezaevinden 33 yaşında çıkar. Tüysüz, 11 yıl sonra tahliye edildiğinde cezaevi üsteğmeni “Çıkınca ne yapacaksın?” diye sorar. O da, “Hiçbir şey yapmasam dahi bu devletin Diyarbakır’da yaptıklarını unutmayacağım, gittiğim her yerde de anlatacağım” diye cevap verir. Üsteğmen, “Orada ne yaşanmış“ diye sorar yeniden. Tüysüz’ün “Senin mantığının almadığı ne varsa onu yaşadım” cevabıyla susar üsteğmen.
Ardından 1992’de Özgür Gündem gazetesi Adana bürosunda çalışmaya başlar. Ancak müebbet cezası onaylanınca 1993 yılının Aralık ayında yurtdışına çıkmak zorunda kalır. 8 ay Ortadoğu’da kalan Tüysüz, 1994 yılından beri yaşadığı Avrupa’da Kürt halkının özgürlüğü için mücadelesini sürdürüyor.

YARIN:
* KCK Yürütme Konseyi Üyesi Zeki Şengali ve o süreçte dernek çalışmaları yürüten Mahmut Seven, 15 Ağustos Atılımı'nın Avrupa’daki etkisini anlattı.

 DENİZ BİLGİN




Kürtler 28 yıldır tarih yazıyor
PKK’nin silahlı mücadeleyi başlattığı 15 Ağustos 1984 Eruh-Şemdinli baskını üzerinde 28 yıl geçti. Savaş bugün de tüm şiddetiyle sürerken, baskının tanıkları, “Kürtler tam 28 yıldır tarih yazıyor” diyor.
Kamuoyunun Umut Kitapevi’nin (2005) bombalanması ile tanıdığı ve 15 Ağustos 1984 tarihinde Şemdinli yapılan baskının tanığı Seferi Yılmaz, o günü ve gelişmeleri gazetemiz için değerlendirdi:
15 Ağustos Atılımı’nın üzerinden 28 geçti. Bu sürece nasıl gelindi. Hangi ihtiyaçtan kaynakladı. Bilindiği gibi yaşanan 12 Eylül faşist darbesi toplumun tüm dinamiklerini yerle bir etmişti. 12 Eylül’le birlikte demokratik kitle örgütleri, dernekler kapatılınca ve adeta düşünmek yasaklanınca, yeniden örgütlenme ihtiyacı doğdu. 12 Eylül darbesini yapanlar, Türkiye genelinde yoğun propaganda ile “Tüm devrimci muhalefetini ezdik, anarşistleri bitirdik” diyorlardı. O dönemde yapılan işkencelerin izlerini hala birçok insan taşıyor. Baskılar karşısında birçok kişi yurtdışına kaçmıştı. Ve devlet bitirdik demeye başladı…
Ama işin gerçeğinin öyle olmadığı ortaya çıktı. Bu hareket dışarıda örgütlendi ve bitmediklerini, mücadeleye devam edeceklerini halka ispatlamak, Kürt gerçeğini ve karalılığı ortaya çıkarmak için, 1984 Şemdinli ve Eruh eylemlerini gerçekleştirdi. Her şeyin bittiği, devrimci muhalefetin ezildiği bir ortamda, çok küçük gruplarla ve silahlı mücadele başlatılmıştı. O günden bugüne kadar 28 yıl geçmiştir. Şemdinli atılımı devlet içinde büyük bir panik yaşatmıştı. Devletin o dönemdeki tek televizyonu bunu 3 gün sonra haberleştirdi. Bu atılımı yapanlar hem halka yönelik hem de devlete yönelik bildiriler dağıtarak baskını üstlenmişlerdi.

Baskın üç gün sonra haberleştirildi
Devlet bu eylemi kimin gerçekleştirdiğini bilmesine rağmen açıklamıyordu. Güneş ve belli gazeteler teröristlerin (şakiler) yakalanacağını ve başlarına inlerinin yıkılacağı manşetleri atılıyordu. Aradan 28 yıl geçmesine rağmen aynı dili kullanan ve başka dil kullanmayan devlet halen de aynı dili farklı bir şekilde dile getiriyor. Bu olaydan sonra tutuklamalar başlandı. Yüksekova, Şemdinli karayolu trafiğe kapatılarak ilçe açık cezaevine çevrildi. Gözaltına alınanlar burada güneş altında çeşitli işkencelerden geçirildikten sonra, Diyarbakır zindanına gönderildi. Burada yaşanan işkence ve vahşet çok sayıda günahsız insan yıllarca cezaevinde kaldı. Halen bu işkencelerin izlerini taşıyan ve sakat kalan insanlar oldu.
1984 tarihinde Şemdinli’nin nüfusu 1990 kişiydi. Dört tarafı dağlarla çevrili ilçedeki yurttaşlar, sınıra yakın olduklarından gerillalarla görüşüyordu. Kırsaldan şehre yönelik örgütlenmeler başlamıştı. 12 Eylül vahşetine rağmen yurtseverlik duyguları tükenmemiş halen varlığını koruyordu. Diğer yandan halkın Irak’ta bulunan KDP hareketinden etkilenmeler vardı.

Operasyon 20-30 dakika sürdü

Kürt Özgürlük Hareketi, 84 Atılımı ile örgütlenmeyi, halk savaşını kırdan şehre taşımıştır. Şemdinli kırsalında silahlı ve silahsız gruplarla (çok küçük olan 20 kişilik grupla) 15 Ağustos’ta, saat 21.30’da önce kahvehanelere girilerek propaganda yapıldı. Burada halka bu atılımın gerekçeleri anlatıldı. Daha sonra Şemdinli jandarma komutanlığı ve askeri gazinosuna girildi. Tüm operasyon 20-30 dakikalık sürede gerçekleşti. İlkönce Yüksekova-Şemdinli karayolu kapatıldı ve Diyarbakır zindanında yaşamını yitiren Mazlum Doğan’ın posteri Ziraat Bankası önüne asıldı. Şemdinli’ye yapılan bu baskının amacı asker ve polisi öldürmek değil, sadece gerçekte ne olduklarını, amaçlarının ne olduğunu ve yenilmediklerinin propagandasını yapmaktı. Güçlerini hem halka hem de sisteme ispatlamaktı. Tabii baskın halkta da panik yarattı.
O günden bugüne baktığımızda, 15 Ağustos Atılımı’nın bu düzeye ulaşacağını kestirmek çok güçtü. O dönemde kitle iletişim araçları yoktu. Bu dağlar arasına sıkışan bu halk hiçbir televizyondan gerçekliği öğrenemiyordu. Çok dar bir alanda örgütlenmeye çalışan bu halk, baskınla birlikte slogan atarak yürümeye başladılar. İlk anın heyecanında olanlar ise sonradan bir süre sonra adeta ayaklanır şekilde eyleme geçtiler. Halkta kurtarılmış bölge, özgürleştik sevinci vardı. Atılım, 12 Eylül’den kurtulmayı ve halkın özgürlüğe susamışlılığını ortaya koymuştu.
Lise yıllarında devrimci hareketle ilişkilerim vardı. Yine o dönemde devrimci fraksiyonlar vardı. 12 Eylül öncesi ve sonrasına kadar tartışıyor, devrimci harekete karşı yabancı kalmamıştık. Bu tartışmalarla birazda olsa bilgi birikimim oluşmuştu. Bununla sosyalizm tanışma, yurtseverliği anlama vardı. Gençliğin vermiş olduğu bir heyecan vardı. Bu heyecanı ve tarihi atılımı en iyi yaşayanlardandık.
Şimdinli halkı 28 yıl önceki halk değil artık. Bu mücadelenin başlamasıyla halkta politik bir bakış açısı ortaya çıktı. PKK 1984 yılında silahlı mücadeleyi başlattı, bugün ise yine Şemdinli’de Demokratik Özeklik’i ilan ediyor. 20 günü aşkındır Goman Dağı’nın ardında da bir tarih yazılıyor. Bu tarih yazımı 28 yıl önce başladı ve devam ediyor. Kürtler 1984 yılında dirildi, 2012 yılında ise ölü Kürt’ten diri Kürt’e geçişin ardından özgür Kürt’e geçildi.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.