Mekanımız yok ama seyircimiz var

Haberleri —

 Çoğunlukla Kürtçe yazıyorum üretiyorum ama rüyalarımı maalesef Türkçe görüyorum. Sansür, oto sansür, fiili yasaklar, görmezlikten gelme, ötekileştirme, küçük görme, mekânsızlık, ekonomik zorluklar gibi birçok sorun yaşıyoruz. Ama anadiliyle yapılanamayan bir toplum yetişiyor diğer taraftan, en temel zorluklardan biri bu.

 

BARIŞ BALSEÇER / STRASBOURG

Şermola Performans, Mirza Metin ve Berfin Zenderlioğlu’nun 2008 yılında İstanbul’da kurdukları Kürtçe tiyatro yapan ve beğeni toplayan önemli tiyatro topluluklarından biri. Son yıllarda projeleri ve aldığı ödüllerle geniş kitlelerce tanınan Şermola Performans, ekonomik sorunlar başta olmak üzere çeşitli sebeplerden dolayı, projelerini izleyiciyle buluşturdukları mekanlarını devretmiş durumda.

”Şimdi artık bir mekanımız yok ama seyircimiz var, şimdi seyyar bir tiyatroyuz” diyen Mirza Metin, ”Mekânsızlık, evsizlik ve hatta ülkesizlik gibi bir şey. Bu yüzden yeni bir ev kurmak için sakince ilerleyen bir hazırlığımız var” diye belirtiyor.

Köln’de Şermola Performans’ın Almanya ofisini kuran Metin, hem Avrupa hem de İstanbul’da düzenli faaliyet göstereceklerini söylüyor. Fringe Ensemble ile bazı çalışmalar yürüten Metin, yazımını bitirdiği Acht/Sekiz isimli oyunu sergileyecek. Oyun, 5-6 Temmuz’da Köln’de prömiyerini yapacak. Aynı zamanda Köln’de Kürtçe oyunlar çalışabileceği bir ekip kuran Metin, Kürt ve Alman tiyatrocular arasında da bir bağ kurmaya çalışıyor.

“Residence oyun yazarı” olarak Almanya’da üretimlerine devam eden Mirza Metin ile topluluğun kuruluşunu, Kürtçe tiyatro yapmanın zorluklarını ve yeni döneme dair projelerini konuştuk.

Şermola Performans’ın kuruluş hikayenizi sizden öğrenebilir miyiz? Kurulduğu dönemin siyasi-politik ortamı nasıldı? Sanatsal üretimleriniz üzerinde etkisi ne oldu?

2008 yılında, Seyr-i Mesel Tiyatrosu’ndan ayrılma fikri gündemimdeydi. Bir tıkanma yaşıyordum/yaşıyorduk. Benim açımdan çözülebilecek bir tıkanma gibi durmuyordu. Bir şeyler yaratmak istiyordum ve orada bunun zeminini bulamıyordum. Yeni bir oyun alanına ve yeni fikirlere ihtiyaç duyuyordum. 2008 yazında Seyr-i Mesel Tiyatrosu’ndan ayrıldım. Sonra Berfin (Zenderlioğlu) de benimle geldi. Türkiye her zamanki gibi politik ve sosyal olarak “eğlenceli” bir dönemindeydi. Ezilenler mücadelede, ezenler dönme dolap peşinde idi.

Ekim ayında Destar (El değirmeni) dedik yeni oyun alanımızın adına. Beraber buğday inceltiriz dedik. Tiyatro Simurg prova mekânlarının kapılarını açtı bize. Sonra Destar’a el verenler çoğalmaya başladı. Atölyeler, oyunlar yapmaya başladık. 2009’da “Kürt Açılımı” süreci başladı. Bu süreç üretimlerimizin görünür olmaya başlamasında, İstanbul’daki yeni kuşak tiyatro ile ilişkilerimizin gelişmesinde; eleştirmenlerin, gazetecilerin, ödül jürilerinin üretimlerimize ilgi göstermelerinde etkili oldu. Biz de bu arada boş durmadık, sürekli çalıştık.

O dönemler politik duyarlılıklarımız daha çok belirleyici olabiliyordu hayatımızda. Mezopotamya Kültür Merkezi’nde yetişmiştik. Ayrıca politik aktivist ailelerden geliyorduk. Enerjimizi, daha sanatlı bir alanda yönetebileceğimiz bir yol bulmak istiyorduk. Duyarlılıklarımızı sahnede en iyi şekilde yaşatmanın yolunun, bir estetik arayışına girmek olacağına karar verdik ve bunun için araştırma, inceleme, atölye ve sahneleme çalışmalarımızı daha fazla disipline edecek bize ait bir mekân arayışına girdik. 2010 yılında Beyoğlu’nda bir mekân bulduk ve arkadaşlarımızın, öğrencilerimizin desteği ve emeği ile bir sahneye dönüştürdük mekânı. Mekân adı ve grup adı farklı olsun istemiştik. Bu sebeple mekânın adının Şermola Performans olmasında karar kıldık. Sonra yıllar içinde Şermola ismi İstanbul’da daha fazla görünür olunca Destar ismine veda edip Şermola isimi ile yolumuza devam ettik.

Özetle, Şermola Performans sürekli gelişen bir hikaye anlatma fikridir. Bu fikri ben ve Berfin kurduk. Ancak fikrimizin gelişmesinde ve gerçekleşmesinde onlarca sanatçının ve sanat destekçisinin emeği var.

Kuruluş aşamasında özellikle oyunlarınıza karşı izleyici ilgisi nasıldı? Şimdi ne durumda?

O yıllarda ve önceki yıllarda izleyici bulmak için her bir ekip üyesi özel çaba harcamak, bilet satmak zorundaydı. Yine de ilk yıllarda, azımsanmayacak bir seyirci kitlesine ulaştık. Oynadığımız salonları çoğunlukla, doldurabiliyorduk. Sanırım seyirci, taşıdığımız taze enerjiyi fark etmişti. Bir de ilk defa oyunlarımızda Türkçe üst yazı kullanmaya başlamıştık. Daha sonra da İstanbul’daki yabancılar için İngilizce üst yazı ekledik. Oyunlarımız hakkındaki eleştiriler, yapılan haberler, sosyal medya, aldığımız ödüller, kullandığımız üst yazı ve tabii ki sahnedeki biçim ve içerik seyircinin artmasına ve seyirci profilinin çeşitlenmesine neden oldu. Sahneyi kurduktan sonra seyirciyi gişeye alıştırdık.

Tabii şimdi artık bir mekânımız yok. Ama seyircimiz var. 2016 yılının Nisan ayında bize çok katkısı olan ama çok zorlanarak işlettiğimiz mekânımızı, ekonomik sebepler başta olmak üzere, başka birçok değişik sebepten dolayı, Tiyatro Küp’e devretmiştik. Onlar da bir süre sonra Şa Performans adında genç bir gruba devretmişler. Şimdi seyyar bir tiyatroyuz. Mekânsızlık, evsizlik ve hatta ülkesizlik gibi bir şey... Bu yüzden yeni bir ev kurmak için sakince ilerleyen bir hazırlığımız var.   

   

İstanbul gibi bir mega metropolde tiyatro yapmanın avantaj ve dezavantajları neydi? Tiyatroların büyük bir sıkıntı yaşadığı dönemde özellikle Kürtçe tiyatro yapmanın ne gibi zorlukları oldu? Kürtçenin Türkiye’ de yasak olması üretimleriniz üzerinde ne gibi olumsuzluklara neden oldu?

İstanbul, biyolojik olarak doğmadığım ama sanatçı olarak beni doğuran şehirdir. Kürdistan’da Kürtçe tiyatro yapmanın mümkün olmadığı zamanlarda, bunu mümkün kılan şehirdir. Kalabalık oluşu ve çeşitliliği ile demokrasi dayatan, dezavantajı avantaja, avantajı dezavantaja dönüştüren şehirdir.

Tiyatro yapmak, sanırım hiçbir zaman kolay olmadı. Kürtçe tiyatro yapmak ise sadece Kürtçe olmasından ötürü birçok zorluk barındırıyor. Kürtçenin eğitim-öğrenim, ticaret ve günlük hayat dili olamamasına bağlı birçok zorluk var. Öte taraftan hiçbir kurumdan herhangi bir destek alamıyor, sponsor bulamıyorduk. İstisnaları saymazsak, yerel yönetimlerle bu anlamda iletişim kurmak mümkün olmuyordu. Bireysel destekler ise asla, yeterli olmuyor. Gişe gelirleri ile hayata tutunmaya çalışıyorsunuz. Bu zorlukların bir kısmı aşılabilir elbette. Geriye kalan önemli kısmın aşılabilmesi ise anadilin anayasal güvenceye alınmasına bağlı. Yoksa dil sağlıklı yapılanamıyor. Zaten insanı anlatmaya yetmeyen dil, iyice lâl oluyor. Varlık yamuk, rüyalar kırık oluyor.

Kürtçeyi sonradan öğrenmiş biriyim. Hafızamda çocukluğumdan kalma sadece bir cümle var, ona tutunmuşum. O da ölümle ilgili…

Neydi o kelime?

Bende kalsın, söylemeyeyim. Çoğunlukla Kürtçe yazıyorum üretiyorum ama rüyalarımı maalesef Türkçe görüyorum. En temel zorluk bu. Sansür, oto sansür, fiili yasaklar, görmezlikten gelme, ötekileştirme, küçük görme, mekânsızlık, ekonomik zorluklar gibi birçok sorun yaşıyoruz. İstanbul’da, doğru. Ama anadiliyle yapılanamayan bir toplum yetişiyor diğer taraftan, en temel zorluklardan biri bu. Kürtçe tiyatronun değil sadece, genel olarak tiyatronun yaşadığı bütün çıkmazların nedeni ülkenin kuruluş ideolojisidir. Demokrasi yokluğudur. Yine de, tiyatro bütün her şeye rağmen kendine oyun alanları yaratabilen bir sanat. İstanbul her şeye rağmen tiyatroya kucak açabilen bir şehir. Biz her şeye rağmen tiyatro üretmek zorunda olan sanatçılarız.    

Kürtçe tiyatro gruplarının çoğunun KHK’larla kapatıldığı bir dönem yaşanıyor. Siz her ne kadar kapatılmadıysanız da bir Kürt tiyatro grubu olarak ne gibi zorluklarla karşı karşıyasınız?

Evet, KHK ile kapatılmadık. Ama dikkatli bakıldığında Şermola Performans olarak etkinlik sayımızın ve alanımızın İstanbul’da ne kadar azaldığı, görülür. Yaptığımız iki büyük sahne oyununu (Serencama Qijikan/Kargalar-2016 ve Panopticon-2017) yeterli derecede gösterim yapabileceğimiz sahne bulamadığımız için, gösterimden kaldırmak zorunda kaldık. Sahnelerin bir çoğundan yanıt alamadık. Zor zahmet yanıt aldıklarımız ise iki günden fazla gün vermedi ya da veremedi. Eleştirmenler, gazeteciler, bazı seyirciler bu sebeple ya takip edemedi oyunları ya da politik atmosferden ötürü ilgiyi kesti. Bir otosansüre çarptığımızı düşünüyoruz. Darbeden sonra her şey fabrika ayarlarına geri dönmeye başladı sanki. Halihazırda İstanbul’da yaşadığımız sorunlar, son üç yıldır ikiye katlandı.

Sanatsal üretimlerinizin ortaya koyma aşamalarını anlatacak olursanız, geleneksel Kürt sanatından esinlendiğiniz oluyor mu?

Son zamanlarda üzerine çalıştığım metinlerimden birini örnekleyerek gireyim konuya. Metnin adı “Antî-Kilama Têlîyê”. O çok meşhur “kilamên dila” dediğimiz aşk kılamlarından biri Têlî. Kilamın, neden, kimin dilinden kime söylendiğine dair rivayetlere girmeyeceğim. Orijinal metinden anlıyoruz ki bir erkek bir kadına olan imkansız aşkından ve kadının güzelliğinden bahsediyor. Yer yer eril söylemlerle de karşılaşıyoruz. Ben bu metinden yola çıkarak, yeni bir metin yazdım. Benim metnimde ise bir erkek değil bir kadın başka bir kadına olan imkansız aşkını dile getiriyor. Böylelikle metindeki eril dil de kırılıyor. Aynı zamanda kilam formunun şiirsel, arkaik, vokal ve bana göre performatif olanaklarını ve Kürtçenin vokal olanaklarını da kullanarak yazmaya çalıştım metni. Tüm bu olanaklar sahnede oyuncu için de, bir performans araştırmasına dönüşecek nitelikteler. Oyun tek kişilik olacak. Önümüzdeki sezon için hazırlıyoruz. Berfin oynayacak. Berfin oyuncu olarak, bir araştırma sürecine girecek. Oyun -çoğu zaman olduğu gibi- Kürtçe olacak ve Türkçe üst yazı ile sahnelenecek.

Bu sadece örneklerden bir tanesi. Birçok çalışmamızda benzer süreçler görülebilir. Benim teatral algım geleneksel kültürel birikimleri analiz ederek, parçalayarak, sınıflandırarak, tersine çevirerek, vs. estetik bir öz aramak ve çağdaş biçimde yorumlamak yönünde.

   

Şu an Köln’desiniz? Köln’deki çalışmalarınız ve yeni dönem hedefleriniz hakkında bilgi alabilir miyiz? Şu an üzerinde çalıştığınız veya sahnelediğiniz bir çalışmanız var mı?

Evet, bir bursla buradayım. Burs kapsamında oyun yazıyorum ve Fringe Ensemble ile bazı çalışmalar yürütüyorum. Bir yandan da Köln’de, Şermola Performans’ın Almanya ofisini kurdum. Bir yıl oldu. Bundan böyle hem Almanya -dolayısıyla Avrupa- hem de İstanbul’da düzenli faaliyet göstereceğiz. Disko 5 No’lu adlı oyunumuzun gösterimlerini yaptım. Uzun bir ara vereceğim bu oyuna.

Şimdi de yakın zamanda yazımını bitirdiğim “Sekiz (Almanca: Acht)” adlı metni Almanca olarak sahneleyeceğim. Tuğsal Moğul oynuyor. Kemal Dinç canlı müzik yapacak. Şermola Performans olarak Almanya’da gerçekleştireceğimiz ilk bağımsız proje olacak. Projeyi NRW Kuststiftunk’un maddi desteğiyle yapıyorum. 5 ve 6 Temmuz’da Urania Theater Köln’de prömiyer yapacağız. Sonra da yeni sezonda oyunu biraz dolaştıracağız.

Yanı sıra Köln’de Kürtçe oyunlar çalışabileceğim bir oyuncu ekibi kuruyorum. Olgunlaşmayı bekleyen, başka proje hazırlıkları da var. Bir de dediğim gibi Bonn’da, Fringe Ensemble adında bir Alman tiyatrosu ile yazar olarak çalışıyorum. Bir yandan da onlar için yeni bir metin yazıyorum. Daha önce de Şermola Performans ve Fringe Ensemble ortak projeler, gerçekleştirdik. Üç yıldır partnerlik yapıyoruz. Kürtçe-Almanca projeler de yaptık, yapacağız. Frank Heuel (Fringe Ensemble yönetmeni) ile beraber Nexus adında bir proje geliştirdik. (Nexus: Kürt-Alman Tiyatrocular Ağı) Bir web sitesi yaptık. Almanya’da yaşayan, Kürtçe bilen ve tiyatro geçmişleri olan insanları tespit edip, ağa dahil ediyoruz. Kürt ve Alman oyuncuların, yazarların, yönetmenlerin, tasarımcıların katıldığı Workshoplar düzenliyoruz. Kürt ve Alman tiyatrocular arasında bir tanışıklık yaratmaya çalışıyoruz. İleride çalışmaları daha fazla büyütüp, ağdaki sanatçılarla Kürtçe-Almanca bir prodüksiyon yapmayı planlıyoruz. Hatta Nexus’u bir proje olmaktan çıkarıp kurumsal bir kimliğe kavuşturmak için de çabalıyoruz.

Bir de Eurodram ile ilgili çalışmalarım var. Eurodram Fransa merkezli bir drama çeviri ağı. Avrupa ve Asya’da konuşulan yaklaşık 30 dilde faaliyet gösteriyor. Her dilin bir koordinatörü ve komisyonu var. Geçen yıl Mayıs ayında Eurodram’ın Kürtçe koordinatörlüğü görevini üstlendim. Bir komisyon kurdum ancak komisyonla henüz çalışmaya başlayamadık. Kürtçe tiyatro metinlerinin başka dillere çevrilmesi ve başka dillerde yazılmış metinlerin Kürtçe’ye çevrilmesi için çalışmalar yapacağız önümüzdeki yıllarda. Diğer taraftan belirli zamanlarda da “Ateş Dramaturjisi” adını verdiğim bir kitap çalışmam ile ilgili araştırma inceleme yapıyorum. Ateş imgesi ışığında Kürt tiyatro tarihini inceliyorum. “Ateş nedir?” sorusu ile başladım, çalışıyorum. Umarım sonunu getirebilirim. Üç yıla kadar tamamlamayı umuyorum.

Yurtdışındaki izleyici ile Türkiye ve Kürdistan izleyicisini karşılaştırmanız mümkün mü?

Almanya’da farklı bir tiyatro kültürü var. Metinler, sahnelemeler, oyunculuk biçimleri farklı. Dolayısıyla izleyicinin seyir alışkanlıkları da farklı. Almanlardan bahsediyorum tabii. Almanya’da yaşayan Türkiyelilerin seyir kültürünün ise maalesef geri seviyede olduğunu görüyorum. Türkiye’den sürekli popüler ve çoğunlukla vasat oyunlar gelmiş, geliyor. Arada iyi yapımlar tabii ki gelmiyor değil. Ancak seyircinin büyük çoğunluğunun ilgisi sürekli popüler olana ve televizyonda tiyatro diye izlediği şeylere benzer olana doğru akıyor. Bizim oyunlarımızın izleyicisi Bonn’da çoğunlukla Almanlar’dan, Köln’de ise Kürtler çoğunlukta olmak üzere Türkler ve Almanlar’dan oluşuyor.

Siz aynı zamanda projelerinizin yönetmenisiniz. Oyuncu seçiminizi neye göre yapıyorsunuz? Kürtçe tiyatro yapan oyuncu bulmakta zorlanıyor musunuz?

Kürtçe oyunlar için oyuncu seçimi yapmak gibi bir şansımız genellikle olmuyor maalesef. Yakınınızda, yörenizde kim varsa onunla çalışıyorsunuz. Yine de seçici olmaya çalışıyoruz. Uzun yıllar Berfin’le beraber gerçekleştirdiğimiz atölyelerde yetişen oyuncularla çalıştık. Yaptığımız oyun provaları onlar için çoğunlukla birer oyunculuk okuluna dönüştü. Ben de böyle yetiştim. Çalıştığım yönetmenler oyunculuk hocamız oldular aynı zamanda. Özellikle Erdal Ceviz’in önemli katkıları oldu bana. Yönetmenlik yaparken oyuncunun yeteneklerini geliştirmesi için de çalışıyoruz. Oyunculuktan gelen bir oyun yazarı ve yönetmen olduğum için oyuncunun açmazlarını, girintisini, çıkıntısını bilerek yaklaşıyorum oyuncuya. Ekipteki oyunculara göre oyun yazdığım da oluyor durum böyle olunca.

Kürt gençliğinin sanata yaklaşımı ve ilgisi ne durumda?

Atölyelerimize çalışmalarımıza katılan gençler bir an önce bir oyunda oynama hevesindeler. Bu heves belki normal, ama bunun için çok çalışmaları, çok okumaları ve inatçı olmaları gerekir. Az gelişmiş toplumlarda oyunculuk, yönetmenlik, yazarlık veya gazetecilik gibi bazı meslekler birer hobi biçiminde gerçekleştirilip profesyonel bir kılıfla sunulabiliyor. Bu sebeple insanlar 6 ay içinde gördüğü bir kursla ya da yaptığı bir üretimle hemen kendini oyuncu, gazeteci veya yazar diye nitelendirebiliyor. Süreklilik teşkil etmese dahi bu olabiliyor… Bu durumu Kürtler’de de çok görebilirsiniz. Sosyal medyanın demokratik zemini de bu anlamda hor kullanılıyor kanısındayım. Bilgiye hızlı ulaşma ve bilgiyi hızlı paylaşma, hızlıca bir “oluş” yanılsaması yaratıyor. Sanat serüveni öylesine bir hevesle başlayabiliyor ancak sanat öylesine bir heves değil. Süreklilik gösteren amatör çabaları ayrı tutuyorum elbette. Amatör çalışmaları önemsiyorum. Potansiyel dinamikleri açığa çıkarmada önemli rol oynadığını düşünürüm.

Gençlerin tiyatroya ilgisini ise oyunlarımızı izledikten sonra sosyal medyadan benim, arkadaşlarımın veya tiyatronun sosyal medya hesaplarına gönderdikleri yorumlardan biraz çıkarsayabiliyorum. Teşekkür eden, eleştiren, beğenilerini sunan birçok genç var. Bir ilgi olduğu, özellikle son yıllarda ilginin arttığı aşikâr. Daha da artmasını umut ediyorum. Devletten, yerel yönetimlerden umudum yok. Ama gençlerden umudum var. Kürt tiyatro gruplarını ancak, seyirci ayakta tutabilir. Kürtçe okuma gruplarına benzer daha büyük seyirci grupları oluşturabilir gençler. Yoksa bağımsız tiyatro grupları veya sahneleri sürekli kapanmakla, işlevsiz hale gelmekle yüz yüze kalmaya devam edecekler. Kürt tiyatrosu için bir seyirci örgütlenmesine ihtiyaç var. Bunu ancak gençler başarabilir.

Kürtçenin tek bir lehçesinde bile bölgesel ağız farklılıkları söz konusu. Bu bir sorun teşkil ediyor mu?

Dildeki ağız farklılıkları, lehçeler bana göre sahnede bir zorluk değil. Zorluk oyuncunun dile hakimiyetinde, dille olan ilişkisinin niteliğinde. Her dil veya ağız iyi artiküle edildiğinde ve gerektiği gibi tonlandığında sahnede anlaşılır kılınabilir. Bu çalışılabilir bir şey. Kaldı ki iyi kullanıldığında dilin anlaşılmazlığı bile, sahnede bir dil yaratabilir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.