MEM-Sazın tellerine asılı kalanlar

Haberleri —

Ruhi Su, halk kültürüne meraklıydı. Bir gün anadilimde bir türkü (Setero) söyledim. Ruhi Su bu parçayı notaya aldı ve çalıştı ama ömrü bunu söylemeye vefa etmedi. Bana ‘Dikkat et, anadilinde türkü söylüyorsun ya, komünizmden daha tehlikelidir o’ dedi.

 Daha sonra ben anadilimde Kirmanckî’de devam ettim. Bu kadar bölünmüşlüğümüze, parçalanmamıza rağmen eğer biz Zazalar olarak hâlâ varsak, diyebilirim ki bu türkülerin sayesinde olmuştur.

PERVİN YERLİKAYA / STUTTGART

Dersimli halk ozanı, Kirmanckî (Zazakî) müziğin önemli isimlerinden, Ruhi Su’nun Dostlar Korosu’nda uzun yıllar yer almış Mehmet Çapan’ın hayatı belgesel oldu. Yazar ve Müzisyen Hasan Sağlam’ın yönetmenliğini üstlendiği ”Mem-Sazın tellerine asılı kalanlar” adlı belgeselin galası dün akşam Stuttgart’ta  yapıldı. Gala Ermenistan’dan gelen Süren Asaduryan’ın ilk önce Mey ile “Sarı Gelin” ağıtını seslendirdi, ardından sanatçı Devrim Kavallı mey eşliğinde “Turnanın  Ağıdı”nı okudu.

Stuttgart’da yaşayan en yaşlı Dersimli Ali Haydar Sever bir konuşma yaptı. Gala’nın girişinde konuşma yapan Ali Haydar Sever, ‘’Dilimiz yok edilmeye çalışıyor. Eğer dilimiz yoksa bizde yokuz. 90’larda Bülent Ecevit  Münih’e geldi, Karaoğlan gelmiş diye bizde gittik. Bülent Ecevit solcu fikirlerini Almanlar ile paylaştı ancak Almanlar Kürtler konusunda eleştirdi. Bizim dilimiz o günlerden beri yasaktır. Yaramız büyüktür. Bizim ozanlarımız, yazarlarımız var ama bu konuda çok az yazılı eserimiz var. Biz çocuklarımızla torunlarımızla bu dili konuşmazsak, dilimiz ile beraber kaybolup gideceğiz’’ diye konuştu.

Hasan Sağlam ve Mehmet Çapan ile belgeselin çekildiği yer olan Çapan’ın evinde keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Mehmet Çapan, Stuttgart’ta büyükçe bahçesi olan bir evde, tek başına yaşıyor. Röportaj esnasında evin tüm odalarını gezdik neredeyse. İlk uğrak yerimiz olan mutfakta başladık sohbete. Evde ısıtma sistemi olmasına rağmen Mehmet Çapan ”Ben bunlarla ısınamıyorum” diyerek, odun sobasını yaktı. Çalışma odasına geçtiğimizde ben sadece bağlama veya belki birkaç enstrüman daha beklerken odanın duvarlarını süsleyen ve çizimleri Mehmet Çapan’a ait olan resimlerle karşılaştım. Bunun yanı sıra odada iki piyano, iki bağlama, çokça eski kaset ve bir de dikiş makinesi vardı. Piyanoyu sorduğumda öğrenmek istediğini, özellikle notaları öğrenebilmek için piyanoyla çalıştığını söyledi. Kendini köyünde hissettiği için böyle bir evde yaşadığını da ekledi. Burada da kısa bir sohbet ettikten sonra yeniden mutfağa, sıcak sobanın yanına geçtik ve hikâyesini Mehmet Çapan’dan dinlemeye başladık...

30 yıldır Almanya’da

”Almanya’ya geldiğimde 43 yaşımdaydım şimdi ise 73 yaşımdayım. 30 yıldır burada yaşıyorum. Buradan başka gidecek yerim yok. Topraksız bir aileden geliyorum. Babam yarıcılık yapardı. Yarıcılık, toprağı olmayan birinin toprağı olan birisi ile çalışıp mahsulün yarısını almasıdır. Ben bugün memleketime gitsem bile kalacak yerim, bir ev yapmak için toprağım yok. Memleketimde bir yer almak istesem bile Almanya’dan geldiğim için 5 liralık yer 50 lira olur bana. Dedem genç yaşında ölünce ninem 5-6 çocukla tek başına kalmış. Köydekiler ‘Bu kadın çift süremez’ diye yardımcı olmuşlar; ancak o arada toprağı başkaları sahiplenmiş. O topraklarda ailemizden insanlar gömülmüş ama o kadar araştırmama rağmen bize ait bir toprak parçası bulamadım.”

Hasan Sağlam belgesel için size geldiğinde, neler hissettiniz?

Çok duygulandım tabii. Böyle arkadaşların olması bizim için çok önemli. Sanat, birlikte bir şeyler üretince daha güçlü hale gelir. Böylece halk bunu bilir ve o sanat yürür, yaşar. Hasan Sağlam hayatımı belgesel şeklinde ele alarak bir sanat dalının yaşamasını ve sürmesini sağladı. Ben bu halkın türkülerini söylüyorum, diyorum ki bir daha bu acıyı çekmesinler. Ama bunları kimseyi ağlatmak için söylemiyorum. Bizim halkımız zaten yeterince ağladı, çile çekti, bundan sonra bu acıları çekmesinler ve tarihlerini bilsinler diye söylüyorum. Asla düşmanlık yaratmak istemiyorum. Bu savaşta her iki tarafta ölenler bizim gençlerimiz olduğu için savaşa karşıyım. Sonuçta savaş, emperyalistlerin bizi birbirimize düşürmek istediği için başvurduğu bir yöntem. Baktığınızda silah ve ilaç endüstrilerinde hepimizi kullanıyorlar.

Belgeseli nasıl buldunuz?

İstediğim her şeyi de anlatamadım. Çünkü başta da dediğim gibi ben memleketimden ayrılmak zorunda kaldım. Buranın sistemine ayak uydurmak zorunda kaldım. Almancayı neredeyse kendi dilimden daha fazla konuşuyorum. O zaman yazacaklarımın ne anlamı var? Bu evde 30 yıldır kalıyorum. Her şey kendi memleketimdeki gibi. Almanların sistemlerine uymak istemedim, en azından evim benim istediğim gibi olsun dedim. Şehir insanı değilim. Dışarı çıktığımda herkesin Almanca konuşuyor olması beni çok zorluyor. Birisi dönüp (burada sesini yükselterek) ”Yero Nero Memo” dese keşke; ama yok. Bir ağacın dalı nasıl kesilmişse beni de memleketimden öyle kestiler.

50 yılı aşkın bir sanat hayatınız var. Biraz başa dönersek nasıl başladı bu serüven?

Sanatla ilgilenmeye çocukluğumda başladım. ”Apo Sîleman”ı boşuna yazmadım. Apo Sîleman çocukken örnek aldığım gençlerden biriydi. O kemanesini çalardı, herkes etrafında toplanırdı. ”Watena ya ya, vajê vajê…” (Derler ya, söyle söyle). Kemaneden başka ses çıkardı, o başka söylerdi. Orada kültürümüzün farkına vardım.

Müzikten önce 18-19 yıl boyunca Zonguldak çevresinde ilkokul öğretmenliği yaptım. Fransızcam da iyiydi, o ara ilkokul öğretmenlerinden özel yetenekleri olanları seçtiler ve ben de bu sayede Fransızca öğretmenliği yaptım. Yunancayı da iyi biliyorum. Çünkü 3 yıl boyunca Yunanistan’da kaldım. Siyasi olarak yurt dışına çıkmadım ama, çocuklarımın annesi bana ”Sen bana bir toplu iğne bile almıyorsun” diyerek beni terk etti. Para yoktu ki, kirayı veriyorduk yemeye paramız kalmıyordu.

Müziğe dönecek olursak; zamanla Aşık Davut Sulari’yi ve Ruhi Su’yu tanıdım. Ruhi Su benim sanat babamdır. Ruhi Su’da halk sevgisi var, öyle eğitimciler var ki hiçbiri Ruhi Su gibi ”Pir Sultan”ı söylemez. Bir gün Ruhi Su’ya dedim ki nota bilmiyorum. Durdu bana baktı ”Yazık, sen öğretmen olmuşsun; ama nota bilmiyorsun” dedi. Yerin dibinde girdim. Şimdi hayatta olsaydı ”Gel hocam sana bir La ile Si, Mi’yi ben söyleyeyim, okuyayım” derdim.

Almanya’da eğitim imkânı çok fazla olduğu için ben de bundan yararlandım. Öğrenmek için yaş asla önemli değil, şimdi burada müzik teorisi öğreniyorum. Hocam hep derdi ki ”Eğitim almasaydım müzikte bu kadar iyi olamazdım.”  Batı müziği ile bizim sistemimiz arasında çok fark yok. Batı müziğinin majör sistem üzerinde çok eserleri vardı. Bizimki ise minör sistem. Oyun havalarımız, türkülerimiz hepsi bu sistem üzerine kurulu. Bunları parçalayarak Hüseyni makamı gibi birçok makamla yüze yakın makam bulmuşuz, bana göre buna gerek yok. Bu kadar makam ezberlemenin bir anlamı yok.

Ancak şöyle de bir şey var: Bence artık halk müziği diye bir şey yok. Ruhi Su yok, Aşık Veysel’ler yok. Sanat yapanları da tutukladılar zaten.

Ruhi Su ile çalışmak nasıl bir duyguydu?

Öğretmenlik yaparken bir arkadaşım bana Ruhi Su’nun kasetini dinletti. Muhteşem bir sesi vardı ve ben çok etkilenmiştim. O yaz ne yaptım ettim Ruhi Su’ya ulaştım. Dostlar Tiyatrosu vardı, oraya gittim. Ruhi Su beni ilk gördüğünde polis olabileceğimden şüphelendi, kendimi tanıttıktan sonra beni bir imtihandan geçirdi. Kimim diye. Polis olmadığımı anlayınca bana ”Sazı çal” dedi. Çaldım ama heyecandan kan ter içinde kalmıştım. Drama Köprüsü parçasını söylemeye çalıştım, baktı ki ben ter içinde kalmışım ”Tamam yeter” dedi. Meğer beni deniyormuş. Daha sonra koroya girme şansı buldum ve 5 yıl kaldım. Sonra hocanın hastalığı çıkınca koro dağıldı. Ben de ülkeyi terk etmem gerektiğini düşünerek Yunanistan’a geçtim. Maddi olarak kendi ailenizin geçimini sağlayamıyorsanız orada kalmanın bir anlamı yok.

Ruhi Su bize teori öğretmiyordu; ama bol bol türkü söyledik, plaklar çıkardık. ”Sabahın Sahibi Var” adlı plağımız var mesela. Hepsi bende var bu plakların. Her plak çıktıktan sonra plağı dinler ve saz çalıp türküler söyleyerek kutlama yapardık. Ben çekingen bir insanım. Bir gün herkes bildiği ve söylemek istediği türküleri söyledi. Ben en sona kaldım ve anadilimde bir şarkı söyledim. Ondan sonra Ruhi Su durdu, bana baktı, ayağa kalkarak sesli bir şekilde ”İşte Mehmet’in söylediği bu türküden, orada bir halkın yaşadığını anlıyorum” dedi. Halk kültürüne meraklı bir insandı, hemen anlıyordu. Ertesi gün beni çağırıp o türküyü yeniden söylememi istedi. ”Setero”yu söylemiştim. Ruhi Su bu parçayı notaya aldı ve çalıştı ama ömrü bunu söylemeye vefa etmedi. Bana ”Dikkat et, anadilinde türkü söylüyorsun ya, komünizmden daha tehlikelidir o” dedi.

Daha sonra ben anadilimde Kirmanckî’de devam ettim. Bir ara türküleri topladım, onları Berlin’e gönderdim ama kayboldu gitti. Pülümür türküsünü (Vora kerdê pıro, vorane gıran gıran) Londra’da Ali Pekin söylediğinde hemen kaydettim. Mesela Gulli parçası var ”Cana mı Gulli roya mı Gulli...” birisi bu parçayı söyledi, hemen aldım. Aklımda kalan melodiler vardı, onları yazdım. Yazdığım şeyler ”Emnon, Zımıston” gibi parçalar ve çevremdekiler çok beğeniyor. Bu dille şiirler romanlar yazılmalıdır. Bu kadar bölünmüşlüğümüze, parçalanmamıza rağmen eğer biz hâlâ varsak, diyebilirim ki bu türkülerin sayesinde olmuştur. Bu nedenle de demokrasi olmalı ki insanlar polisten, hapisten korkmadan kendi düşüncelerini söyleyip, yazsın.

Şimdiye dek kaç albümünüz, esereniz birikti? 

2-3 tane kasetim, 10-15 tane kendime ait parçam var. Yazdığım 20-30 tane parça daha var elimde. Hasretliğimi yazdım bu eserlerde, şiir şeklinde yayınlamak ya da türkü olarak söylemek istiyorum. Ben hayatımı da yazmak istiyorum, annem-babam nasıl yaşadı, neler yaşadık yazmak istiyorum. Benim aklım daha çok gelenekten gelen sanatkârlarda ama. Aşık Veysel, Aşık Mahsuni, Aşık Davut Sulari gelenekten gelen sanatkârlardır, hiç şaşmaz ritmi yerindedir. Günümüzde çok farklı müzikler var ama ben türkü söylemeye çalışıyorum. Benim aklım eskilerde ve onları yansıtıyorum, türkülerini söylüyorum. Onların hayat tarzı beni çok etkiliyor.

 
 

Bellleğe ayna tutuyoruz

 

 Dili yaşatacak olanlar kılamlar. Artık önemli olan bu dile akademik bir boyut kazandırmak. Evet bu  diller kılamlarla bugüne kadar geldi; ancak konuşanlar gittikçe azalıyor. Bu belgesel elbette bu belleğe bir ayna tutuyor.

Mehmet Çapan’ın hayatını belgesele konu eden Hasan Sağlam, ”Benim de anadilim olan bu dil kaybolmak üzereyken, en azından bu belgeseli yapabilmeliydim” diyor ve bunun için çaba sarf edenlerin dünyadayken kadrini kıymetini bilmek gerektiğini ekliyor.

Sanatçı Mehmet Çapan’ın ”MEM- sazın tellerine asılı kalanlar” belgeselini çektiniz. Öncelikle adından başlayalım, neden ”sazın tellerine asılı kalanlar”?

Her ikisi de Mehmet Çapan’ın kendi deyimleri. Belgeselde yer alan kılam bende bu ismi verme duygusunu yarattı. Aslını isterseniz isim konusunda çok zorlandım. İlk olarak bu belgeseli yaparken planım Mehmet Çapan’la birlikte Emekçi ve Aşık Zamani’yi de işlemekti; ancak Mehmet Çapan’ın yaşamını konu alan belgeseli çektiğim zaman baktım ki bir belgesel değil, birkaç belgesel bile yetmez. Dolayısıyla her bir ozanı tek başına kaydetmeyi planladım. ”Sürgün Ozanları”, ”Gurbet”, ”Garip” ve ”Kırmızıyı Sevmek” isimleri arasında kararsızdım. Sonra belgeseli seyrederken bir baktım Mehmet Çapan orada kendi mahlasını kullanıyor. Apo Sîleman klamında ”Vazê Mem naleno ebê zonê ma” deyince, orada filmin ilk ismi ”Mem”i buldum.

Daha sonra bir arkadaşım belgeseli izlerken bir sahneye dikkatimi çekti. ”Mehmet Çapan Dersim Katliamı’nın tanığı halk ozanı Silo Qiz ile ilgili söylediği bir sahnede sazın tellerine dokunarak ”bak bunlar sazın tellerine takıldı kaldı” diyor. Biz de bu cümleden esinlenerek ”sazın tellerine asılı kalanlar” ismini bulduk. Her iki isim de hikâyenin içinden çıktı yani ve belki de bu yüzden ben belgeselin ismini çok etkileyici buluyorum.

Kirmanckî dilinde önemli eserler vermiş Mehmet Çapan’ın belgeselini yapma fikri nasıl doğdu?

Ben 2000’lerin ortalarında Türkiye’de İstanbul’da Yaşam Radyo’da çalışırken Mehmet Çapan konuk olarak programa katılmıştı. Kendisini daha önceden tanıyordum ancak birebir tanımak daha farklıydı, yıldızlarımız da barışmıştı. Daha sonra ben Avrupa’ya geldikten sonra sürgündeki ozanlar ile ilgili bir belgesel yapma fikri gelişti. Mehmet Çapan’ın Silo Qiz ile ilgili söylediği Apo Sîleman parçasından bir mesaj aldım. Apo Sîleman yıllar önce Avrupa’ya gelmiş ve kendine göre çalıp söyleyen bir insandı. Bizim için çok değerli ve kıymetliydi, müziği ritmik olarak çok iyi bilmezdi belki ama bir bellek vardı ve o belleği bize taşıyordu. Mehmet Çapan, Silo Qiz ile ilgili o kılamı söyleyince bizlere bu dünyadayken kadrini kıymetini bilmek gerektiğini hatırlattı.

Mehmet Çapan’ın Silo Qiz’a söylediği şey çok önemli: ”Burada inanç, coğrafya, dil her şey var. Kirmanckî kaybolmak üzere olan bir dil. Memo, kendi anadilinde inliyor bunun üzerinde de bir şey kalmamıştır.” Burada Mehmet Çapan ”Bi vind, bawo, bawo” diyerek o kısmı bize hatırlattı. Benim de anadilim olan bu dil kaybolmak üzereyken, en azından bu belgeseli yapabilmeliydim. Apo Sîleman, Düzgün Baba; bunlar öyle bir kılamlardır ki hiç Kirmancki-Zazakî bilmeyen Kürt, Türk, aydın, demokrat hemen hemen herkes konserlerde bu kılamları dinlemek istiyor. Dil bilmeyen bir insana bile o hissi veriyor. Müzikal değeri çok estetik ve melodi söz ile tam oturmuş.  Örneğin Mehmet Çapan bir gün İranlı bir sanatçının Düzgün Baba kılamını seslendirdiğini belirtti ve ”Dünyaya gelmem boşuna değilmiş” dedi.

Mahsuni Şerif’den de çok etkilendim. Ahmet Kaya linç edildiğinde Mahsuni ona bir beste yaptı. Mahsuni Şerif ”Hangi dil bilirsen, diline kurban dön Ahmedim, dönmez misin?” Ahmet Kaya daha yaşarken bu parçayı seslendirdi. Demek ki dedim böyle olması gerekiyor, hayattayken kıymet kadir bilmek gerekiyor. 98’den beri sanat yaşamının içindeyim ve bütün eserlerimde dilimiz için bir şeyler yapmaya çalıştım.

Kirmanckî’nin UNESCO listesinde yok olmaya yüz tutan diller arasında olması, Mehmet Çapan’ın müziği ve belgeselinize ne gibi sorumluluklar yüklüyor?

Tabii ki belgeselin odak noktası Mehmet Çapan’ın kılamları ve yaşamı ama belgeselin tamamı Kirmanckî değil, kendisi nasıl isterse öyle anlattı. Ama yine de orada öne çıkan konu, dili bugüne kadar taşıyan kılamlar. Dili yaşatacak olan yine kılamlar çünkü. Artık önemli olan bu dile akademik bir boyut kazandırmak. Evet bu diller kılamlarla bugüne kadar geldi; ancak konuşanlar gittikçe azalıyor. Bu belgesel elbette bu belleğe bir ayna tutuyor; ancak tümüyle bu ihtiyacımızı karşılamıyor.

Mehmet Çapan’ın ”Apo Sıleman” eserini birçok sanatçının yanı sıra siz de okuyorsunuz. Belgesel tanıtımında Mehmet Çapan ile de okuyorsunuz. Apo Sîleman’ı yakın zamanda yitirdik. Neler hissettiniz?

Keşke onunla da bir iş yapabilseydim. Montaj devam ederken yaşamını yitirdi ve onunla ilgili kısa bir not ekledik. Uzun ve çileli bir yaşamı oldu. Belgeselini izlemiştim. 1938’deki soykırımda keman çalarak soykırımcıları nasıl da eğlendirmek zorunda kalmış, nasıl da hayatta kalmış... Kemanını hiçbir zaman bırakmadı ve uzaktan bildiğim kadarıyla son yıllarını biraz yalnız geçirdi. Kocaman bir tarihi kaybettik ve bu çok üzücü oldu.

Belgesel nasıl bir çalışmanın sonucu hazırlandı?

Ekibimiz sabit bir ekip değil. Bir arkadaş ile montaj ve kurguda sürekli beraberiz. Ama çok destek aldık. MMC ve Sterk Tv’de ki arkadaşlardan ve birkaç kurumdan arşiv konusunda  yardım aldık. Bu belgesel ortak bir çalışmanın ürünü oldu.

Aslında çekimlerimiz kısa sürdü diye düşünüyorum, birkaç gün daha ekleyebilirdik. Uzun bir hayat ve anlatacak çok şey var ve dediğim gibi bir belgesele sığmaz. Bugün sizin röportajınızda bile yeni şeyler duydum mesela. Eminim ki yarın farklı ayrıntılar çıkacak. Yine de Mehmet Çapan bize ciddi bir doküman verdi. Sadece finansal anlamda bir sorun yaşadık, onu da bir şekilde aştık.

Belgeseli seyrettiğinizde görecekseniz zaten; aşktan ekmeğe, kavgadan gülmeye, ağlamaya kadar yaşamın tüm detayları var...

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Bu belgesel bir tarih. Yarınlara bir arşiv bırakmak istedik. 30 sene önce Dersimle ilgili bilgi alabileceğimiz bir sürü insan vardı, ama yapamadık, belki teknik bu kadar ileri değildi ama yazabilirdik, kaset kayıtları alabilirdik. Bugün bu olanaklar var. İmkânı olan herkes tarihin kaydını tutmak için bir yerinden işe koyulmalı.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.