Meşakkatli yolculukların efsanevi kahramanları: SEYYAHLAR

Gezginlerin meşakkatli ve kimi zaman ölümle noktalanan acılı serüvenlerin Kürdistan boyutuna ilişkin ilk kez Fransız gezgin Babtistin Poujoulat’ın ”Voyage dans l’Asie Mineure en Mesopotamie, a Palmire et en Palestine et en Eygpte 1836-1841” adlı eserinde rastladım. İki ciltlik seyahatname, İstanbul’dan Mısır’a uzanan coğrafyayı, Anadolu, Mezopotamya, Suriye, Filistin’i konu ediniyor.
Batı dünyasının denizaşırı ülkelerin keşfinden sonra Önasya, Mezopotamya, Ortadoğu ve Uzakdoğu ülkelerinin keşfine yönelmesi ve özellikle bu yönelişin 19. yüzyılda tam bir yükselişe geçmesiyle, bugün salt Kürtler’den, Kürdistan’dan ve Yukarı Mezopotamya’dan söz açan ve bu çerçevede kitap ya da yazı boyutunda eser veren 250 dolayında gezgin/ seyyah adı belirlemiş bulunuyorum. Bunlardan çok sınırlı bir bölümü bugüne kadar Türk diline çevrilmiş bulunmaktadır. Oysa, gerek günlükler gerek mektuplar gerekse araştırma metinleri tarzında kaleme alınan bu gezgin seyahatnameleri sadece geçmiş tarihin bilinmesi açısından değil, görsel ürünlerle birlikte folklor ve etnografya açısından da önem taşımaktadır.
Hiç unutmam, Fransa’nın 19. yüzyıla ait en önemli seyahat dergisi Le Tour du Monde’un ciltlerini taramak üzere Düsseldorf Üniversitesi Kütüphanesine gittiğimde; bu derginin “Tıp Tarihi Enstitüsü Kütüphanesi”ne verildiğini öğrendim. Bunun üzerine ilgili kütüphaneye giderek, onlarca ciltten oluşan dergi külliyatını tarama imkanı buldum. Derginin neden bu kütüphaneye verildiğini inceledikten sonra anlayabildim. Bir de baktım ki, üzerinde en çok durulan ve altı çizile çizile incelenen temel yazılar, Uzakdoğu kaynaklı “doğali tıp”la ilgili yazılar. Bugün önemli bir tıp dalı olan doğal tedavi yöntemlerinin anayurdunun Uzakdoğu olduğunu, Batı dünyasının bu dalı geliştirmek üzere bu yazılar üzerinde yoğunlaştığını ve konunun öncelikle Tıp Tarihi’ni ilgilendirdiğini böylece anlayacaktım.
Bu araştırmalar sırasında dikkatimi çeken hususlardan biri de; Osmanlı padişahının yetki belgesiyle seyahata çıkan Macar gezgin ve bilim insanı Prof. Arminius Vambery’nin, Orta Asya Türk topluluklarına ilişkin seyahat yazılarıydı. 19. yüzyılın ortalarında bu dergide yayımlanıp bir bölümü daha sonra Alman Globus Dergisi’ne de taşınan bu yazılarda, seyahat sırasında karşılaşılan nice güçlüklerin yanı sıra daha o tarihlerde bu topluluklar arasında şer’i kanunların nasıl uygulandığını gösteren görseller gibi çarpıcı not ve anekdotlara da yer veriliyordu.
Vambery hakkında ilk broşür “Vambery Tehlikede” başlığıyla tarihçi Feridun Kandemir’in babası Fahri Bey (1864- 1928) tarafından kaleme alınan ve 1316/ 1900 yılında Cenevre’de yayımlanan broşürdür. Vambery’yi “Yahudilik”le ve “ajanlık”la ilk suçlayan ise bildiğim kadarıyla 1950’li yıllarda çıkardığı dergi ve daha sonra aynı yazılardan oluşan kitabıyla tarihçi Cemal Kutay oluyordu. Buna, daha sonra Mim Kemal Öke ve Rıza Akdemir gibi isimler eklenecekti.
Bugün elimizde Vambery’nin gerek Orta Asya gerekse İran coğrafyasında karşılaştığı zorluklarla başkaca gezginlerin yaşadıkları tehlikeleri resmeden birçok gravür bulunuyor. (Resim: 1,2,3,4)
Seyyahların meşakkatli ve ölümcül yolculukları
Gezginlerin meşakkatlı ve kimi zaman ölümle noktalanan acılı serüveninin Kürdistan boyutuna ilişkin bir anlatıma, ilkin Fransız gezgin Babtistin Poujoulat’nın ”Voyage dans l’Asie Mineure en Mesopotamie, a Palmire et en Palestine et en Eygpte 1836- 1841” (Paris, 1840- 1841) adlı Anadolu, Mezopotamya, Suriye, Filistin ve Mısır’a ilişkin seyahatnamesinde rastlamıştım. İki ciltlik seyahatname; İstanbul’dan Mısır’a kadar uzanan iki yıllık bir seyahatı kapsamaktaydı. Moltke’nin Anadolu ve Kürdistan’da bulunduğu (1835-1839) sıralarda bölgeyi gezen ve Batı Fırat Kürtleri açısından büyük öneme sahip “Kürtler, Êzîdîler, Sekizbukleliler ve Mezopotamya’nın Diğer Halkları” başlıklı bölüme, ilk kez “İçtoroslar’da Alevi Kürt Aşiretler” konulu çalışmamda yer vermiştim (Bkz. Age, Özge yay. Ank. 2006, s. 121- 132).
Yazar burada kendisinden önce İran bölge valilerinden Asliar Han’ın izniyle başka bir nüfuz bölgesine giren Alman bilgin- gezgini Schulz’un acıklı serüvenini şöyle anlatıyordu:
“Fransız Hükumeti hesabına bilimsel araştırma yapmak için Asya’ya gönderilen Alman bilgini bahtsız Schulz’un, Kürt eşkıyalar tarafından katledilmesinden sonra Kürtler’in konukseverliğine ilişkin övgülere Avrupalı gözlemciler pek katılmıyorlar. Schulz, İran’ı gördükten sonra Kürdistan’a gitmek üzere 1829 sonbaharında yola koyuluyor. Yanında o tarihlerde bir taşra valisi olan Asliar Han’ın kendisine eşlik etmek üzere verdiği hizmetçi ve altı asker vardır. Alman gezgin ve maiyeti, onları korur gibi görünen Kürtler tarafından acımasızca öldürülür. Zavallıların cesetlerini gömmeye zorlanan Ermeni köylüleri, bu korkunç haberi Asliar Han’a bildirdiler. Schulz’un, İran Prensinin sarayında kalan notları ve eşyaları, İstanbul’daki Fransız Elçiliğine gönderildi fakat Kürdistan yolculuğu sırasında yanında bulunan eşyaları eşkıyaların eline geçti.” (Age,s.126)
Kuşkusuz sadece Fransız gezgin Poujoulat değil kimi başka gezginler de gerek Kürdistan’da gerekse başkaca memleketlerde karşılaştıkları zorlukları ve meşakkatlı yolculukları eserlerine yansıtmışlardır. (Söz gelimi bkz. Reinhold Schiffer/ Çev. Eser Köker: 19. Yüzyıl Türkiyesi’nde Avrupalı Gezginlerin İzlenimlerine Göre Korsan ve Haydutlar, Tarih ve Toplum, Sayı:80-81/ 1990). Bu arada Poujoulat’nın, başka bazı gezginler gibi Osmanlı Sarayı’nın izniyle bölgeyi gezdiğini ve Moltke’nin de müşavir-subay kimliğiyle içinde bulunduğu Osmanlı Ordusu’nun Kürt coğrafyasında yaptığı katliamlara bizzat tanıklık ettiğini belirtelim.
Schulz’un ölümcül yolculuğu, Sever Işık tarafından “Bir Şarkıyatçının Paris’ten Hakkari’ye Uzanan Trajik Serüveni” başlığıyla ilginç bir yazıya konu edilir (Kürt Tarihi Dergisi, Sayı:16/ 2015). Burada, özetle şu görüşlere yer verilir:
“19. yüzyılda Van ve çevresinde ilk bilimsel araştırmaları yapan kişi Schulz, 1799 yılında Almanya’nın Darmstadt şehrinde doğdu. Uzun süre Doğu dilleri üzerinde çalıştı ve 1822’de Giessen Üniversitesi’nden felsefe profesörü ünvanını aldı. Daha sonra eski Doğu dilleri eğitimi için geldiği Paris’te Asya Araştırma Cemiyeti’ne (Societe Asiatique) üye olan genç arkeolog-araştırmacı, 1826 tarihinde Cemiyet’ten Baron Damas’ın görevlendirmesi ve Fransız Dışişleri Bakanlığı’nın da izniyle incelemeler yapmak üzere İran ve Van’a gönderildi. (...) 19. yüzyıl, modern tarihin en uzun yüzyılıdır. Bu dönemde yapılan şarkıyatçı çalışmalar, birçok kültür eserinin ve tarihsel kalıtın günümüze ulaşmasına, kayıt altına alınmasına önemli bir katkı sağlamıştır. En önemli alanlardan biri ise antik tarih ve arkeolojidir. (...) Şarkıyatçı ilginin en fazla yöneldiği ve yoğunlaştığı coğrafyalardan biri de Ortadoğu idi. Bölgedeki araştırmalar, özellikle 19. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren daha düzenli ve planlı bir hâl almaya başlamıştır.
19. yüzyılın ilk yarısında arkeolojik incelemeler yapmak amacıyla İran, Van ve Hakkari’de incelemelerde bulunan, Babil kraliçesinin izlerini ararken farkına varmadan Urartular’ın yazıtlarını kayda geçiren Alman Şarkiyatçı Arkeolog Friedrich Edward Schulz (1799- 1929), bu gezi sırasında Hakkari’de Nurullah Bey tarafından öldürtüldü.” (Agy, s.52-53)
Işık daha sonra Schulz’un, Hakkari’de ölümle sonlanan merakını şöyle özetliyor: “Schulz’un bölgedeki tarihi kalıntılara ve madenlere olan ilgisi, sürekli ölçümler yapması, durmadan defterine bazı notlar alması ve altına benzer parlak zırnık madeninden numuneler alması, Kürtler’de rahatsızlığa sebep oldu ve sonunda Schulz, bölgeyi idaresinde bulunduran Nurullah Bey tarafından Başkale yakınında öldürtüldü. Talihsiz arkeologun ölümüyle birlikte kaybolan notları ve kayıtları daha sonra bulundu ve ölümünden 11 yıl sonra 1840’ta Paris’te Journal Asiatique’de yayınlandı. (...) Schulz’un ölümünden sonra Hakkari bölgesine gelen ve burada Kürtler ile Nesturiler arasında faaliyet gösteren, hekim olarak Nurullah Bey’i iyileştirerek onunla dostluk kuran ünlü misyoner Amerikalı doktor Asahel Grant (1807-1844), Schulz’un “Kürt hainliği”nin kurbanı olduğunu söyler.”(s.55)
‘Mezopotamya Cinayeti’
Fransız Hükümeti adına çalışma yapan Alman Şarkıyatçı Schulz’dan sonra Hakkari bölgesine gelen Amerikalı doktor- misyoner Asahel Grant, Schulz’u öldürten Nurullah Bey’i tedavi edip onunla dostluk kurarken, başka iki Amerikalı misyonerin 1863’te Bitlis yöresindeki macerasına ise Soner Yalçın, Zirve Katliamı üstüne kaleme aldığı bir yazısında yer veriyor. Yalçın, “İlk Saldırı 1863’te Bitlis’te, İlk Cinayet 2007’de Malatya’da” başlığıyla verdiği yazıda, Bitlis’teki saldırı konusunda şu özet bilgileri veriyor: ”Yıl 1863. Yer Bitlis. Kürt Hoyti Aşireti lideri Musa Ağa ve adamları, Heresan mahallesi çıkışındaki ağaçların arkasına saklanmışlar, gözlerini yola dikmiş, misyonerleri bekliyorlar. Ellerinde sopa var. Hepsi öfkeli. Öfkeleri Amerikalı misyonerlere... (...) Musa Ağa ve eli sopalı adamları “American Board of Commissioners for Foreing Mission” (kısaca BOARD)’ın Bitlis bölgesi sorumlusu George C. Knapp ve misyoner arkadaşı Dr. Georg C. Raynolds, okuldan çıkıp atlarıyla Musa Ağa ve adamlarının olduğu yere doğru yürümeye başladılar. Misyoner Knapp, tanıdığı şehrin ileri gelenlerinden Musa Ağa’yı görünce elini kaldırıp selam verdi: (Hello!). Sonrası malum... Musa Ağa ve diğer saldırganlar, kendilerine saygısızlık yapıldığı için misyonerleri dövdüklerini söylediler. Tahrik edilmişlerdi! Sonra da eklediler: (Onlar zaten İngiliz ajanı!) Devlet, Musa Ağa ve adamlarına pek bir şey yapmadı. Zaten devlet katında misyoner, yabancı güçlerin ajanıydı” (Bkz. Not Defteri, Hür. 22.4.2007).
Tarihçi Murat Bardakçı ise, “Kara kıta”daki gezginler, Müslüman gibi görünmek zorundaydı/ Afrika aşkıyla Avrupalılar sünnet oldular” başlığıyla sunduyu konuya ilişkin bir yazısında, görseller eşliğinde Afrika kıtasından birçok ilginç olay sıralar (Bkz. Hürriyet- Tarih, 10 Eylül 2003).
Yine Tarihçi Şevket Dönmez de, IŞİD çetelerinin Mezopotamya’da Dicle ve Büyük Zap ırmaklarının kesişme noktasından yer alan Nimrud/ Kalhu’daki tarihi Saraya ve anıtsal yapılara karşı giriştiği tarih ve kültür katliamından giderek, sözü kazıların 20. yüzyıldaki son başkanı Max Edgar Lucien Mallowan’ın eşi, tüm zamanların en iyi polisiye roman yazarı Agatha Christie’nin çalışmalara bifiil katıldığı ve bu kazılar sırasında kaleme aldığı “Mezopotamya Cinayeti” romanına getirir. Öyle anlaşılıyor ki ünlü yazar, bir romancı sezisiyle Mezopotamya uygarlığının başına gelecekleri önceden hissetmiş ve bunu romanlaştırmıştır. Yazar, Nimrud’daki yıkımı “Kültürel Barbarlık” olarak nitelendirip şöyle diyor: “Bir asır kadar önce Osmanlı toprağı olan bölgedeki Asur yerleşimlerinin IŞİD tarafından önce yağmalanması, ardından bombalar, dozerler ve matkaplarla yerle bir edilmesi, tüm dünyada 2001 yılında Taliban’ın Afganistan’daki Bamiyan heykellerini tahrip etmesine benzer bir kültürel vahşet olarak yorumlandı.”
Eşek ve köpekle devriâlem yapan, gorillerle yaşayan ‘Çağdaş Dervişler’
Geçmiş yüzyıllardaki Kürdistan Seyahatnâmeleri bir yana, yakın geçmişte de Kürtler ve Kürdistan üzerine kitap yazan, resim çizen ve fotoğraf albümleri hazırlayan çok sayıda Batılı ya da Doğulu entelektüel aydına rastlıyoruz. Ancak bunların ayrıntısına girmeden adeta birer “Çağdaş Derviş” kimliğiyle ortaya çıkan iki turist-gezgine değinmek istiyorum.
Bunlardan Fransız Julien Fortgeot, eşeği ve köpeğiyle dünya turuna çıkıyor. 2012 yılında Türkiye’nin birçok yerini dolaşan bu çağdaş gezgin, “Türkiye gezimin ardından, İran, Irak, Afganistan, Pakistan ve Hindistan’a gitmek istiyorum” diyor. Hayvanların dostluğunu daha kalıcı bulduğunu dile getiren ve bu nedenle eşek ve köpekle yola çıktığını belirten çağdaş gezgin, gezi sırasındaki tüm anılarını kayda aldığını, turu tamamladıktan sonra bunları kitaplaştırmak istediğini söylüyor. Bu çağdaş dervişin, bu meşakkatlı yolculuğu tamamlayıp tamamlamadığını ve kitap haline getirip getirmediğini bilmiyoruz... (Taraf, 6.9.2012)
Ancak vereceğimiz ikinci örnek, son derece ilginç ve ilginç olduğu kadar da can incitici. Nalân Mahsereci, “Gorillerle Yaşadı, İnsanlar Tarafından Öldürüldü” konulu yazısında, bilim insanı Dian Fossey’in (1932- 1985) Afrika’daki unutulmaz mücadelesini paylaşıyor. (// Tarih, Sayı:47/ 2018)
“Hayatını Afrika gorillerini araştırmaya adamış Amerikalı Dian Fossey, bundan 32 yıl önce Ruanda’daki araştırma merkezinde vahşi şekilde öldürülmüştü. Çoğumuzun National Geographic belgesellerinden ve beyazperdeden tanıdığı Fossey, biricik ailesi olarak gördüğü, birlikte yaşadığı gümüş sırtlı gorillerle ölümde de buluşmuştu. (...) Dian Fossey, başta goriller üzerindeki incelemesine bir alaylı olarak başlamıştı, 1976’da Cambridge Üniversitesi’nde yaptığı hayvan davranışları alanındaki doktorasıyla etnolog ünvanını aldı.”
“Dağda yalnız yaşayan kadın” ünvanını alan bu doğa ve hayvan âşığı kadın araştırmacı, bölgedeki canlı hayvan avcılarına savaş açar ancak bu, onun için de bir “korkunç son” olur: “Fossey, bundan sonra yakaladığı kaçak avcıları yetkililere teslim etmek yerine onları ısırgan otlarıyla döverek aşağılar. (Ben bu dağın tanrıçasıyım, siz benim çocuklarımı öldürdünüz, ben de sizi affetmeyeceğim) der. (...) Aradan çok geçmeden 28 Aralık 1985 sabahında, Dian Fossey’in cesedi Karisoke Araştırma Merkezi’ndeki kulübesinde bulunur. Fossey, kulübesinin arkasında oluşturduğu, en sevdiği gorillerini bağrında saklayan mezarlığa gömülür. Aradan geçen bunca yıla rağmen Dian Fossey cinayeti hala gizemini koruyor...”
