‘Mesele model değil mantalitedir’

‘’Kürtçeyi savunmak, Türk devletinin meselesi değildir. Bu artık bir iç meseledir. Kürtçeden vazgeçmiş şehirli orta sınıf şimdi ulusal ve bölgesel siyasette hakim, bu da şehirlerde Kürtçenin gelişmesinin önünde bir engel. Bu yüzden Kürtçenin geliştirilmesini bırakalım Kürtçenin savunulması bile artık zor görünüyor.’’
UNESCO tarafından 1999 yılında 21 Şubat olarak açıklanan Dünya Anadil Günü, asimilasyon tehlikesi altında olan diller için özel bir anlam ifade ediyor. Kürtçe de bu tehlike altındaki dillerden biri. 21 Şubat olarak açıklanan Dünya Anadil Günü’nde çeşitli etkinlikler, paneller ile asimilasyon sorunu gündeme gelse de, Kürtçe için sorun devam ediyor. Son yıllarda Türkiye’deki Kürt siyasi hareketine ‘Kürtçeyi araçsallaştırıyor’ eleştirileri var. Bu ‘araçsallaştırma’ eleştirisinin yanında Kürtçeye ilişkin bir politikasının olmadığı da dile getiriliyor. ‘Dil Politikası’nın olmayışı Türkiye ve Kuzey Kürdistan’dan yaşayan Kürtler’in geleceği düşünüldüğünde ciddi bir sorun. Dil aktivisti ve çevirmen Necat Ayaz dil politikası ve modelleri üzerine çalışmış, kitaplar çevirmiş bir isim.
Bahsettiğimiz ‘araçsallaştırma’ ve ‘dil politikası’ arasında Kürtçenin geleceği nedir, sorusuna Necat Ayaz ‘’Dil politikası yoksa ve dil çalışmaları temel mücadele alanı değilse, dilin araçsallaştırılması da kaçınılmazdır.’’ diyor ve konu hakkında şunları söylüyor: ‘’Kürt örgütlerinin dil ile ilişkilerine baktığımızda acı bir gerçek ile karşılaşıyoruz. Son 40 yıllık süreçte belirgin bir dil politikası ortaya çıkaramadılar. Ara ara Kürtçe gündeme gelmiş, Kürtçenin üniversitede seçmeli ders olması için kampanyalar düzenlenmiş, aileler Kürtçe eğitim için dilekçeler vermiş ve Kurdî-Der kurulmuş. Evet bunlar var, fakat bu tür girişimler kısa süreli ve politik çerçevesi olmayan girişimlerdi.
Başıboş bir pasifizmi güçlendiriyor
Başlarda ilk ve ortaokullarda Kürtçenin seçmeli ders olmasının reddi, Artuklu Üniversitesi’ndeki Kürtçe bölümüne ambargo uygulanması, yine özel okulların Kürtçe için kullanılmaması dil politikasının olmadığının işaretleriydi. Bir de ‘Ben anadilde eğitimden başka hiçbir şey talep etmiyorum’’ diyen Kürt kurum ve örgütlerinde hakim içi boş bir radikalizm var. Aslında bu radikal retorik, esasında toplumsal olarak başıboş bir pasifizmi güçlendiriyor. Ne işe yarar bir çalışma önüne koyuyor ne de toplumun dil hakkı ve savunması için harekete geçmesini istiyor.
Kürt diline karşı bir suçtur
Tüm bunlar aynı zamanda asimilasyon ile barışık olan şehirli orta sınıfın da işine geliyor. Çünkü bu içi boş radikalizm, ya tüm suçu devlete yüklüyor ya da her şeyi devrimin ertesine bırakıyor. Üzülerek belirtiyorum ki vurdumduymazlığın büyümesinden dolayı ki bana göre bu Kürt diline karşı bir suçtur, gelecek için pek umutlu değilim.’’
Siyasi elitler bu işi başaramaz
Yine sık sık vurgusu yapılan ‘Kürtlerin bir devleti yok o yüzden bu sorunlar yaşanıyor’ fikri var. Oysa yakın zamanda başka ‘devletleşen halklar’ düşünüldüğünde, şöyle bir denklem çıkıyor önümüze; ‘Devletleşme otomatik olarak dil sorununu çözmüyor.’ Benzer halkların deneyimleri üzerine araştırmaları bulunan Necat Ayaz, bu denklem ile ilgili şunları söylüyor: ‘’Doğru. Özellikle gecikmiş devletleşmeler için bu geçerli. İki yıl sonra İrlanda’nın bağımsızlığının yüzüncü yılı. Büyük çabalara rağmen bugün İrlanda’da, İrlandaca sadece iki-üç kırsal kesimde güçlü. Şimdilerde Atlantik Okyanusu kıyılarında bulunan bölgelerde adım adım geriliyor. İskoçya da yarı devlet olmasına rağmen, Galce sadece toplumun yüzde biri tarafından konuşuluyor. Durum böyle olunca hükümetin dil için çabaları da bu saatten sonra da faydasız oluyor. Şöyle bir şey var, eğer dil toplumsal olandan koparsa, çocuklar tarafından konuşulmazsa, devlet artık bu yükün altından kalkamaz. Hem dili diriltmek çok zor bir olay hem de siyasi çıkarları için seçmenleriyle aralarını bozmak istemeyen siyasi elitler bu işi başaramaz. Bu bahsi geçen iki ülkede seçmenlerin çoğu eski sömürgecilerinin dili ile konuşuyor. Dilin diriltilmesi sadece İsrail’de meydana geldi fakat o da bir istisna çünkü tarihi, dini faktörler ve Yahudilerin devasa örgütlülükleri sebebiyle bu gerçekleşti. Devletler ya da statü sahibi bölgesel yönetimler dilin devletin ve yönetimin her kademesinde kullanılması ve gelişmesi için kanunlar çıkarabilir, fakat toplumun dil tercihini radikal bir biçimde değiştiremez.’’
Kürtçeyi savunmak Türk devletinin meselesi değildir
Özelikle 90’lardan sonra Kürtlerin şehirlere yoğun göçü ve Kürt orta sınıfın oluşması ile zamanla Kürtçe ‘köylü ve yoksulların konuştuğu bir dil’ imajına büründü. Her ne kadar şehirlerde entellektüel ve elit bir kesim tarafından Kürtçe okunup yazılsa, bu sayısal olarak çok az bir yekûna tekabül ediyor. Necat Ayaz ‘’Kürtçeden vazgeçmiş şehirli orta sınıf şimdi ulusal ve bölgesel siyasette hakim’’ diyerek işin sınıfsal ve kültürel yönüne vurgu yapıyor. Aynı zamanda bu hakim siyasetin de adeta ‘Kürtçeyi Türk devletinin insafına’ terk ettiğini ve bu haliyle de bir dil politikasını olamayacağını belirtiyor. Yine konuşulan ‘hangi model’ Kürtçeye uygun sorusu için de ‘Önemli olanın modeller değil mantalite olduğu’ cevabını veriyor ve şunları aktarıyor: ‘’Okul sistemlerinin hazırlığı, akademi, medya, kültürel eserler, bölgesel yönetimler için birkaç yararlı modelden söz edebiliriz. Bask’ta bulunan İkastola okullarının eğitim sistemleri, Baskça Akademi Dili, Katalan Çalışmaları Enstitüsü, yine aynı şekilde Katalanların medya ve yayıncılık alanında kendilerini örgütleme tarzlarını Kürtler için örnek gösterebiliriz. Fakat Kürtçenin savunulması meselesi modellerden önce mantalite meselesidir. Burda sorulması gereken soru şu: ‘Dekolanizasyonun rolü dil ve ulusal kurtuluşta nedir? Gerçekten de dil ulusal kimliğin parçası mı ve İrlandalaşmanın önünü alabilecek miyiz?’ Bu tür sorular elbette bir yönüyle ideolojiktir ve cevapları da kendisiyle beraber önemli sonuçlar da doğuruyor. Ancak bu cevaplardan sonra bu tür modelleri tartışmak anlamlı olur. Siyasetin rolü ve desteğinin yanında, sivil çalışmaların rolü de çok önemli ki bunlar yoluyla ancak toplum içerisindeki dili korumak için saklı kalan potansiyel ve enerji açığa çıkabilir.
Diğer taraftan da unutulmamalı, Kürtçeyi savunmak Türk devletinin meselesi değildir. Bu artık bir iç meseledir. Kürtçeden vazgeçmiş şehirli orta sınıf şimdi ulusal ve bölgesel siyasette hakim, bu da şehirlerde Kürtçenin gelişmesini önünde bir engel. Bu yüzden Kürtçenin geliştirilmesini bırakalım Kürtçenin savunulması bile artık zor görünüyor. Çünkü Kürtçe en çok şehirlerde geriliyor ki şehirler de dil için en önemli mücadele alanları. Québec’deki Fransızca konuşanlar dil mücadelesinde başkent Montreal’e karşı galip geldi. Ancak İrlandalılar İngilizce konuşanlara karşı kendi başkentleri Dublin’de yenildi. Amed’de de ki Kürtler için ulusal bir önemi var ve büyük bir cephesidir, görünen o ki Kürtler ya korktukları için ya da yapamadıkları için Türkçenin hegemonyasına karşı bir mücadele başlatamıyorlar. Korkarım ki Kürdistan’ın başkentinin akıbeti de Dublin gibi olsun.’’
Daha güçlü ve yaygın olmasına imkan sağlıyor
Her şeyin çok çabuk değişip, dönüştüğü dijital çağda Kürtçe için neler yapılabilinir sorusuna da Necat Ayaz şu cevabı veriyor: ‘’Basın ve yayın alanında güçlü imkanlara sahip olamayan Kürtçe birden kendini dijital çağda buldu. İnternet yoluyla Kürtçenin önündeki yasakları ve engelleri yıkabilir ve dezavantajları avantajlara dönüştürebiliriz. Kendi imkanları dahilinde Wikipedia, Youtube, Twitter, Facebook gibi sosyal medya platformlarında kullanıp, Kürtçe için bir şeyler yapmaya çalışanlar var. Online eğitimden tutalım dilsel, kültürel, sanatsal üretimler ve paylaşımlar için en uygun yer internettir. Kürt dili savunucuları nerede olursa olsun dil kollektifleri, website, sayfa, gruplar kurabilir. Diğer taraftan tüm bu kanallar Kürtçe için yapılacak kampanyaların daha güçlü ve yaygın olmasınında da imkanını sağlıyor.’’
KÜLTÜR SERVİSİ
