Metro iyi bir şey mi?

Hafta içinde bir tweet attıktan sonra çevremde küçük çaplı bir kıyamet koptu. "'Sol', metroyu toplu taşıma diye övüyorsa, AKP'ye muhalefet edebilir mi? Metro ulaşım aracı değil, neoliberal kentte entegrasyon aracıdır" idi kıyamet koparan tweet. Ülkenin yüzde 99'u sadece Müslüman değil metrosevermiş, öncelikle bunu öğrendim! Bir başka öğrendiğim şey de, çok uzun zamandır radikal bir kent eleştirisi yapmamıza rağmen, keşke bunu bu şekilde provoke etseymişiz, çok daha önce tartışma ya da tartışamama başlamış olabilirdi. Halbuki yanlış hatırlamıyorsam, iki yıldan da önce bu köşede ulaşıma ilişkin yazılarda buna zaten değinmiştik ve özellikle "Kent Reformu ve Yeni Gecekondu Hareketi" kitabımızda ayrıntılarıyla da ileri sürmüştük ama kısmet "Sol"un metroseverliğine vurgu yapınca şiddetlenmesiymiş. O zaman buradan attığımız tweetlerle ve eklemelerle devam edelim ve kendi çapımızda kıyamet kopsun, inceldiği yerden.
"1980 öncesi 'Sovyetler'de her yere metro var bizde ise ABD arabaları' bilgisi ile yetinmiş ilerlemeci 'sol', metronun bugünkü işlevini kavrayamıyor." Her ne kadar Harvey buralara kadar geliyor ve mutena konuşma ortamlarında yer alıyorsa da, genel olarak kentin farklılaşmış işlevi ıskalanıyor. Kentin farklı konumu sadece savunduğumuz hakların yanına bir de "kent hakkı" eklemekle olup bitiyor mu? Bugün kent tam anlamıyla kapitalizmin kendisi olmuştur. Yani ve açıkçası kenti yıkmadan (!) -ben bile yine de ünlem koydum- kapitalizmi yıkamazsınız.
Kent her zaman bir temerküz merkeziydi ama neo-liberalizmle birlikte "radikal bir tekel" haline gelmiştir. Bütün her şey ve sadece kent soylulaştırılması, yeni kent ve kent tapınakları AVM'ler, bir bütün olarak bunların inşası ve bunun tamamlayıcıları; gerekli enerjinin gaspı için, otobanlar, viyadükler, köprüler, havayolları, HES'ler, barajlar ve altını çizerek Metrolar ve hızlı trenler inşa etmek üzerine kurulu. Yine vurgulamalı ki ve her biri "kendisi için" bir inşa aynı zamanda. Yani bir bütün olarak yeni kent/neo-liberal kent inşasının harekete geçirdiği bir radikal tekel ekonomisi. Sadece güzel bir benzetme olarak kullanmak istersek "Kent Devletleri"ne geri dönüş.
"Her şey bir yana, bütün dünyada neoliberal iktidarlar, neden hızlı tren, metro inşaatı yapıyor? Bu bile sizi kuşkulandırmadı mı?" ya da "Bugün bindiğimiz dünyanın en pahalı metrolarından birinin borcunu torunlarınızın bile ödeyecek olması sizi kuşkulandırmıyor mu?" Hepsini geçtim. "Tayyip'in metro yapmasından da mı bunun neo-liberal, berbat bir şey olduğunu anlayamadınız?"
Tabii ki ve kesinlikle otomobilden daha iyidir. Bunu söylemekle otomobilin metrodan iyi olduğunu söylemiyoruz ki! Son kitabımız "Kent Reformu ve Yeni Gecekondu Hareketi"nde radikal bir şekilde kenti eleştirip bir "Kentsizleşme" ihtiyacından söz ediyoruz. Kent bir temerküz merkezi olduğundan, özgür ve adil bir toplumun "Kent" ile inşa edilemeyeceğini savunuyoruz. Kent, özellikle tekrar edersek, neoliberalizm ile bütünüyle kentin kendisi olmuştur. Dolayısıyla siz bir yandan kentsel dönüşüme karşı olup, bir yandan metro yanlısı olamazsınız; metro kenti daha uzağa taşır. Bu aynı trafik paradoksu gibidir, inşa ettikçe yenisine ihtiyaç duyarsınız ve yolunuz uzar.
Tabii ki metro sadece neo-liberalizm inşası değildir ve hatta sosyal konut olarak inşa edilen toplu konutlar gibi sosyalist ülkeler ya da onların baskısıyla sosyal devletlerin inşasıdır ama artık hangi niyetle inşa edilmiş olurlarsa olsunlar, neo-liberalizmin kente entegrasyonu işlevini taşır. Aslında sosyalizmde de merkeze, fabrika ve kent cehennemine işçi yüklemesinden başka bir şey anlama gelmez. Bu yüzden Faust yutmuş solun anlamadığı, sosyalizmin övünülecek tarafının görkemli binalarının değil, günde sadece 2 saat çalışmayı ve tembellik hakkını savunması olmasıdır.
Son bir tweet ile bitirecek olursak, "Her 'büyük', yabancılaşmayı karnında taşır. 'Büyük' olanda, Eşitlik ve Özgürlük olamaz."
