Musul-Kerkük kimin yurdu? -II-


Geçmişte El-Cezire bölgesi olarak da nitelendirilen ve günümüz Türk literatüründe “Kuzey Irak” olarak adlandırılan Güney Kürdistan’ın yakın tarihini, Amerika’da konuya ilişkin bir doktora çalışması yapmış olan Gökhan Çetinsaya’nın konuya ilişkin çalışmasından yararlanarak özetlemek istiyorum:
“Osmanlı Devleti idaresine girdiği 1500’lerin başlarından bu yana hep kendine özgü bir statü içinde kalan bu bölge 1800’lerin başlarından itibaren Osmanlı’nın başlattığı merkezileşme ve reform sürecinin sonucu olarak çeşitli değişimler geçirdi./.../ Kuzey Irak Osmanlı döneminde (ve daha önce) hep bir sınır bölgesi, savaşlar ve işgallere açık bir geçiş bölgesi olagelmiştir. Sonu gelmez Osmanlı-İran savaşları ve nüfuz mücadeleleri bu bölgeyi doğrudan etkilemiştir.
Kuzey Irak’ta aşiretler ve aşiretlerin biçimlendirdiği bir sosyal yapı hakimdir. Ekonomik bakımdan geri bir bölge olarak kalmıştır./.../ Burada Kürt aşiretlerinin jeopolitik önemine ve aşiretin gücüne göre farklı yönetim biçimleri uygulandı. Örneğin İran sınırına en yakın olanlar (İran tarafına geçmelerini önlemek çok önemliydi) en yüksek otonomi derecesine sahiptiler./.../ 18.yy’la birlikte merkezi otorite imparatorluğun her yerinde zayıflamış, ortaya çıkan boşluk ayanlar ve yerel iktidar odakları tarafından doldurulmuştu. Bu durum Kuzey Irak için de geçerliydi. Celililer 1726’dan itibaren Musul’u yönetirken, Süleymaniye ve civarının kontrolü Kürt Baban ailesinin elindeydi. Bu süre zarfında diğer Kürt bölgelerinde de kontrol yerel emirlerin ve beylerin eline geçti.
II. Mahmud’la birlikte başlayan merkezi otoriteyi İmparatorluğun her yerinde tesis etme politikası, Balkanlar ve Anadolu’dan sonra bu bölgeye de erişti. 1830’lardan başlayarak Kürt emirlikleri ve beylikleri ordu yardımıyla birer birer zaptedilerek merkezden atanan valilerin idaresine girmeye başladılar. Bu kolay bir süreç değildi. Musul, 1834’te merkeze bağlandığı halde, Diyarbakır ve Revanduz civarındaki Kürt emirliklerini bastırmak uzun yıllar aldı. Süreç, en son Süleymaniye’deki Baban hakimiyetine son verilmesiyle 1850’de tamamlandı.
İsyanlar birbirini takip etti
Şüphesiz merkezi idareye bağlanmakla sorunlar bitmedi; isyanlar birbirini takip etti. Bölge ancak 1848’den itibaren, Tanzimat reformlarının uygulamaya konmasıyla bir takım değişiklikler (Arazi Kanunnamesinin sonuçları vb.) geçirmeye başladı./.../
Emirlerin ve beylerin ortadan kalkması ve merkezi idarenin otoritesini hemen tesis edememesi, bölgeyi sürekli bir karışıklık haline soktu. Aşiretlerle meskun bir ortamda aşiretler arası ve aşiret-içi anlaşmazlıkları çözecek ve çatışmaları önleyecek otoritelere ihtiyaç vardı. Emirler ve beylerden doğan bu boşluğu Kadiri ve Nakşibendi tarikatı şeyhleri doldurarak 19.yy’ın ilk yarısında hızlı bir yükselişe geçtiler./.../
Musul’un kuzey ve doğu kısımları göçebe, yarı-göçebe ve yerleşik Kürt aşiretleriyle meskundur. Bu aşiretler belli başlı Kadiri ve Nakşibendi şeyh ailelerinin etkisi ve nüfuzu altındadır. Bu dönemde Süleymaniye ve çevresi Kadiri şeyhlerin ve Berzenci ailesinin kontrolü altındadır./.../ Bunların en önemli rakipleri yine Kadiri tarikatına mensup başka bir şeyh ailesi olup Kerkük ve civarını etkileri altında bulunduran Talabani’lerdi./.../
Süleymaniye-Kerkük civarında ancak Caf gibi büyük aşiret konfederasyonları bu iki şeyh ailesinin kontrolleri dışında kalabiliyorlardı. Kuzeyde Musul, Duhok ve Erbil civarında ise genellikle Nakşibendi şeyhlerinin kontrolünde olan yerleşik ve yarı-göçebe aşiretler bulunuyordu. Barzani şeyhlerinin yurdu olan Barzan bunlara tipik bir örnektir./.../
Kuzey Irak, (19.yy sonları ile 20.yy başlarında da MB) sorunlu bir bölgeydi.
Aşiretler içi ve aşiretler arası kavgalar hiç eksilmedi. Aşiretlerin sınır geçişleri Osmanlı Devleti ve İran arasında sürekli problemler yarattı. İki taraf da aşiretleri kendilerine çekmek istedi. Bir taraftan kaçan aşiretler veya aşiret reisleri sınırın diğer tarafına sığınıyordu. Bu iki taraflı bir ilişkiydi. Hem aşiretler iki devleti, hem iki devlet aşiretleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalıştı.
Şeyh aileleri de kendi aralarında (ve bazen kendi içlerinde) daha fazla toprak (yani daha fazla gelir ve güç) için çoğu zaman silahlı mücadeleye kadar varan bir nüfuz rekabeti içindeydiler”(22)
Güney Kürdistan’daki güncel gelişmeler konusunda düşünceyi temellendiren ve ipuçları veren bu özetten sonra, şu sıralar sıcak gelişmelere sahne olan Kürt Sorunu’na yol açan Lozan Antlaşması’na geçebiliriz.
Lozan Antlaşması ve Kürt sorunu
I. Dünya Savaşı, emperyalist Batılı devletler arasında Ortadoğu ve Uzakdoğu eksenli bir üleşim-paylaşım savaşı olarak cereyan ediyordu. Bu savaşta Osmanlı Devleti de, Alman militarizminin yedeğinde hesaplar yapıyordu.
Daha savaş devam ederken, İngilizlerle Fransızlar arasında 16 Mayıs 1916’da imzalanan Sykes-Picot Antlaşması’yla Musul vilayeti (Kürt ve petrol bölgeleri de dahil) İngiltere ve Fransa arasında paylaşılmıştı. Ancak savaş ilerledikçe İngiliz çıkarları değişiyor ve artık Musul ve çevresinin tamamı isteniyordu. Nitekim Nisan-1920’de yapılan San Remo Konferansı’nda Fransa Suriye ve Lübnan’ı; İngiltere ise Mezopotamya (Güney Kürdistan-Irak) ve Filistin mandalarını alıyorlardı.
Osmanlı Devleti’nin yenilgisi anlamına gelen 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkesi imzalandığında, Musul vilayeti hala Osmanlı ordusunun elindeydi. Ancak Ateşkes hükümleri gereğince Osmanlı birlikleri çekilerek bölgeyi İngilizlere teslim etti. Asıl sorun da bundan sonra başlıyordu.
“İlk aşamada Kürtler‘in bir lider etrafında toplanması ve İngiliz subaylarının gözetiminde kendi kendilerini yönetmesi fikrini benimsediler. Kürtler‘in kaderine zaman içinde ve gelişmelerin ışığında karar verilecekti. Aralık başında Geçici Yüksek Komiser Wilson, Süleymaniye’ye gelerek Kürt aşiret reisleriyle buluştu ve bir anlaşma imzalandı. Anlaşmayla Süleymaniye merkezli bir ‘Kürt Federasyonu’ kuruluyor; başına da Şeyh Mahmud Berzenci getiriliyordu.”(23)
Ancak Şeyh Mahmud Berzenci’nin gerçek hedefi, ‘bağımsız bir Kürd Devleti’ kurmaktır. Bu nedenle kısa zamanda İngilizler‘le arası açılır. Şeyh Berzenci, Mayıs-1919’da Bağdat’taki İngiliz yönetimine açıkça başkaldırır. Haziran ortalarında isyan bastırılır ve kendisi sürgüne gönderilerek, bölge doğrudan İngiliz subaylarınca yönetilmeye başlanır. Fakat karışıklıklar bununla bitmez. Başta Kürtler olmak üzere, bölgedeki tüm halklar kendilerini ihanete uğramış görürler.
Çözüm olarak, tüm Irak’ın, İngiliz uzmanlar gözetiminde bir Arap lider tarafından yönetilmesine karar verilir ve 1921 Ağustosunda Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal, Irak kralı ilan edilir.
Kürtler‘in zaman içinde Arap yönetimini kabullenecekleri hesaplanmaktadır. “Sünnilerin en üst yönetim kademelerini paylaştıkları Faysal yönetimi için Sünni Kürtler‘in önemi daha da artıyordu. Sünni Kürtler (yani Musul) olmadan, Faysal Irak’ı yönetemezdi.” (agy).
Ancak, Musul ve çevresinin geleceği hala güvence altına alınmış değildir. Çünkü Ankara’da kurulan Mustafa Kemal Hükümeti de boş durmamakta ve Kürt aşiretleriyle ilişkiye girmişlerdi. Dahası o tarihe kadar İngiltere yanlısı olan kimi Kürt aşiretleri de beklediklerini bulamamış ve Türk tarafına geçmeye başlamışlardır.
Serv’den Lozan’a Kürtler
Söz konusu “Türk tehlikesi” İngilizleri daha da tedirgin eder. Bunun üzerine, sürgündeki Şeyh Mahmud Berzenci yeniden getirilerek, 30 Eylül 1922’de başkenti Süleymaniye olan bir Kürt Hükümeti kurularak, kendisi “Kürdistan Hükümdarı” sıfatıyla başına getirilir. Ancak onun amacı “bağımsız bir Kürt krallığı”dır. Ankara bağlantılı Türk subayları da, kendisiyle ilişki içerisindedir. Durumu öğrenen İngiltere, yeniden ona savaş açar ve yaklaşık bir yıl devam eden ve hava harekatıyla da desteklenen bir savaş sonrasında 1924 Temmuz‘unda Şeyh Mahmud Berzenci ve yedi bin kişilik taraftarı şehri terk ederek dağa çıkmak zorunda kalır.
Bu arada, gerek İstanbul’daki İttihad karşıtı partiler, gerekse Anadolu’ya geçen Kemalistler, Kürtler‘e “birlikte kurtuluş ve birlikte özgürleşme”yi önermektedirler. Bu öneri, Kürtler‘in beklentileriyle de çakışmış ve bu buluşmayla Lozan’a gidilmiştir. Sevr’i içine sindiremeyen Meclis‘teki Kürtler, Kürt kökenli İsmet Paşa başkanlığındaki delegasyona tam destek vermektedirler. Bunlar Lozan’a bağlılık telgrafları göndermekte ve Türkler‘le dayanışma içinde olduklarını bildirmektedirler. İsmet Paşa, bir Kürt milletvekilini de beraberinde Lozan’a götürmüştür. (Bu milletvekili, Lozan’da hiçbir varlık göstermeden otelde kalmayı tercih eden bir figürandan farksızdır.)
İsmet İnönü, bu Kürt dayanışmasını sonraları anılarında şöyle anlatacaktır: “Sevr Antlaşması ile Kürtler, Türkler gibi kendi vatanlarını tehlikeye maruz gördüler. Çünkü Sevr Antlaşması hükümlerine göre, Doğu Anadolu’da Ermenistan sınırı bitişiğinde bir Kürdistan devleti kurulacaktı. Kürtler, Türk vatanının kendileriyle birlikte özellikle Doğu‘da Ermeni tehlikesiyle karşılaşacağını biliyorlardı. Milli Mücadelenin devamınca canla-başla beraberlik gösterdiler. Sonra, Lozan Antlaşması yapılırken de Kürtler vatansever olarak Türklerle beraber bulunmuşlardır. Kürtler, Ermeniler gibi Lozan’a gelip bize başvurmadılar. Hatta biz Lozan’daki konuşmalarımızda milli davalarımızı ‘biz Türkler ve Kürtler’ diye bir millet olarak savunduk ve kabul ettirdik” (24)
Lozan’da diğer sorunlar kolaylıkla çözümlenirken, en çetin görüşmeler Musul-Kerkük üzerinde yoğunlaşıyordu.
İki taraf da, Musul ve çevresini elde tutabilmek üzere yoğun tarihi, coğrafik, etnolojik ve demografik tahlillere girişiyor ve karşıt tezler ileri sürüyorlardı. Türk tarafı, daha çok yüzlerce yıllık egemenliğini ve kimi yerli kaynakları referans olarak getirirken; İngilizler kimi Batılı kaynakları ve Kürt kimliğini öne çıkarıyorlardı. Kısaca, gerek Türk tarafı gerekse İngiliz tarafı daha çok “Kürt” kartını öne çıkarıyordu.
Türk tarafı, etnografik gerekçelerini koyarken; son resmi Türk istatistiklerine dayanarak; Musul vilayetinde yerleşik nüfusun 503.000 kişiye vardığını ve bunlar dışında sayıları 170.000 kişiye varan Kürt, Türk ve Arap göçebe aşiretler bulunduğunu savunuyor ve Musul vilayetine bağlı olarak Süleymaniye, Kerkük ve Musul Sancakları bazında yerleşik nüfusa ilişkin şu rakamları veriyordu: 263.830 Kürt, 146.960 Türk, 43.210 Arap, 18.000 Yezidi (Kürt), 13.000 Müslüman olmayan.
1921’de nüfus oranı nasıldı?
Buna karşılık İngilizler ise, 1921 istatistiklerine dayanarak, Musul, Erbil, Kerkük, Süleymaniye kazalarını kapsayan Musul vilayetinin nüfusunu şöyle veriyorlardı: 185.763 Arap, 452.720 Kürt, 65.895 Türk, 62.225 Hıristiyan, 16.865 Yahudi.
İsmet Paşa, Yezidilerin Hıristiyan nüfusu içinde değerlendirilmesine itiraz ediyor ve bunların Kürt olduğunu vurguluyordu: “Yezidiler, Kürt’tür doğal olarak da gelenek ve görenekleri Kürtler‘inki gibidir; aralarında yalnız mezhep ayrılığı vardır; bu yüzden onları birbirinden ayrı tutmak doğru olmaz. Nasıl, aynı ulusun bireylerini, kimisi Katolik kimisi de Protestan olduğu için ayrı soydan saymak doğru olmazsa, Yezidiler‘le Kürtler‘i de birbirinden ayrı tutmak haksızlık etmek olur.” (25)
Bu sayılar esas alındığında şu tablo ortaya çıkıyordu:
Türklere göre: yüzde 52 Kürt, yüzde 28 Türk, yüzde 8 Arap, yüzde 12 Diğerleri
İngilizlere göre: yüzde 55 Kürt, yüzde 8 Türk, yüzde 23 Arap, yüzde 14 Diğerleri
Görüldüğü gibi; her iki istatistikte de Kürtler büyük bir çoğunluğu oluşturuyordu. Ve tüm hesaplaşmalar Kürtler üzerinde yapılıyordu. Bu hesaplaşmada; Türk tarafı daha çok petrol kaynaklarını ve kendilerini de gelecekte kuşatacak olan Kürt sorunu dolayısıyla Musul-Kerkük bölgesinin Misak-ı Milli içerisinde kalmasını istiyor; İngiltere ise yeraltı zenginlikleriyle birlikte jeopolitik konumu açısından bölgeye sahip olmak istiyordu.
Bilindiği gibi, Lozan Konferansı 24 Temmuz 1923’te sonuçlanmış, ancak Musul sorunu hala çözülmemişti. Lozan Anlaşmasına göre öncelikle dokuz ay içinde Türk-İngiliz ikili görüşmeleri yapılacak; anlaşmaya varılmazsa sorunun çözümü Milletler Cemiyeti‘ne (Cemiyet-i Avam) götürülecekti. 1924 ortalarında yapılan Türk-İngiliz görüşmeleri sonuçsuz kalınca, sorun aynı yılın sonlarında Milletler Cemiyeti’ne taşındı.
Burada yapılan görüşmeler ve tartışmalar da, bir kitap oluşturacak boyuttadır. Burada konu daha da detaylandırılmıştır. (26)
Türk devleti hissesini sattı
Ocak 1925’ten itibaren üç kişilik bir İnceleme Komisyonu (Musul Komisyonu), bölgede incelemeler yaparak bir rapor hazırlar. Milletler Cemiyeti, 16 Aralık 1925’te, İnceleme Komisyonu’nun “Musul, Irak’ın bir parçası sayılmalı” yolundaki görüşünü kabul eder ve 5 Haziran 1926 tarihli Türkiye-İngiltere-Irak Anlaşmasıyla sorunun çözümü kesinleşmiş olur. Türkiye, bu anlaşmayla kendisine verilen yüzde 10’luk hisseyi, 500.000 Sterlin karşılığında İngiltere’ye satarak sorunu kendince kapatır.
Bu uzun çekişmelere rağmen, gelişmelerin perde arkası ilginçtir. Başta İngilizler olmak üzere Batılı devletler Mezopotamya ve Kürdistan üzerinde pazarlık yaparak; Türk delegasyonu da adeta Anadolu topraklarını güvenceye alma uğruna Kürtler‘i feda ediyordu. İngiliz yazar ve tarihçi Toynbee, “Eğer biz Türkler‘e Kürtler‘i teslim edersek, onlar bize Musul’da petrol imtiyazını vereceklerdir” diyordu. (27)
Görüşmeler sırasında İngiliz temsilcinin İsmet İnönü’ye söylediği şu sözler de ilginçtir: “İsmet Paşa! Senelerce çok şey söyledik, çok şeyler vaat ettik. Bütün dünyada çok taahhüt altına girdik. Şimdi bunlara son verirken bu kadar merasim yapılmasını neden yadırgıyorsunuz?...(28)
Öyle görünüyor ki, Kemalist yönetim yukarıda belirttiğimiz gerekçelerle mümkün olursa Musul bölgesini elden çıkarmama, bu olmazsa da Anadolu’daki topraklarını ve yönetimini güvence altına alma politikası izlemiş; İngilizler ise izlediği politikayla Kemalist yönetimi dize getirmeye çalışmıştır...
Kısaca, adeta Kürtler‘in dışında Kürtler‘in aleyhine yazılıp uygulamaya konan bir senaryo söz konusudur. Zaten Lozan Antlaşmasının imzalanmasıyla birlikte Türkiye’de Kürt kimliğinin yasaklanması bunun en açık kanıtıdır.
Görüşmeler sürerken hem Ankara yönetimi, hem de İngilizler Kürtler‘e yaranma ve Kürtler‘i elde tutma politikası izlemişler; ancak Musul ve Kerkük’ün elden çıkmasıyla Kemalist yönetim ret ve inkâr politikasına dayalı gerçek yüzünü ortaya çıkarmış; Irak’taki İngiliz yönetimi de 1930’a kadar göreceli Kürt yanlısı bir politika izlerken, bu tarihten sonra Kürtler‘i, güdümündeki Arap yönetiminin hegemonyasına teslim ediyordu.
Bu yeni durum, bölge Kürtler‘i için yeni bir mücadelenin başlangıcıydı. Nitekim bu tarihten sonra Güney Kürdistan’da etkin Şeyh aileleri yönetiminde bugüne kadar devam eden isyanlar ve katliamlar baş gösteriyordu. Bunların en önemlileri Şeyh Mahmud Berzenci önderliğinde başlayıp Talabani şeyhleriyle devam eden hareketlerle; Barzan bölgesinde örgütlü Şeyh Ahmed Barzani öncülüğünde başlayıp Molla Mustafa Barzani ile devam eden ulusal kurtuluş hareketleriydi. Günümüzde Mesud Barzani ve Celal Talabani öncülüğünde devam eden Kürt ulusal hareketleri öncekilerin bir devamı niteliğindeydi...(29)
Sonuç
Yukarıda sıraladığımız veriler, Musul ve Kerkük’le çevresinin gerçekte kimin yurdu olduğunu ve Musul-Kerkük Sorunu olarak sunulan sorunun, gerçekte bir Kürt sorunu olduğunu sanıyorum göstermeye yetmektedir.
O halde diyebiliriz ki, daha Lozan Antlaşmasıyla birlikte uluslararası bir sorun haline gelen genelde Kürt sorunu, özelde Güney Kürdistan sorunu günümüzde yeni bir sürece girmiş bulunuyor. İngiltere’nin yanında ve önünde bu kez Amerika Birleşik Devletleri bulunuyor. Ve sorun, tüm boyutlarıyla tüm taraflarca kavranmış görünüyor.
Kürtler, Batılı devletlerin insafına terk ettiği Arap yönetimlerinin eliyle büyük acılara ve katliamlara maruz kaldılar. Irkçı ve faşist Saddam yönetiminde, bu acılar dayanılmaz boyutlara ulaştı. 1988 yılında, II. Dünya Savaşı sonrası en büyük kimyasal katliama ve toplu bir göçe maruz kalırken; yine Saddam yönetimi eliyle uygulanan ve kaynağını sözde Kuran’dan alan Askeri Enfal Hareketi’nde de 200.000’e yakın Kürt katlediliyordu. Keza güneydeki Şii Araplara da benzeri bir katliam uygulanmıştı.(30)
Geçmiş Arap yönetimleriyle Saddam yönetimi döneminde Kürtler‘in yerlerinden koparılarak sürülmesi ve bölgenin demografik yapısının değiştirilmesi sıradan olaylardı.
Tüm bu nedenlerle, gelinen noktada yapılacak iş, gerçekten demokratik bir Irak içinde federal bir sistemin kurulması ve tüm halkların sorunlarına barışçı ve adil bir çözümün bulunmasıdır. Bu çerçevede, yoğunlukla Kürt coğrafyasında bulunan Türkmenler‘e en geniş anlamda azınlık hakları verilmesi esas olmalıdır. Böylesi bir olgu bölgedeki tüm ülkeler için bir örnek oluşturabilir...
KAYNAKÇA:
1. Atatürk’ün Milli Dış Politikası, Kültür Bak. Yay. 1992,s.132-133’ten aktarılarak, Dr. Osman Sönmez: Misak-ı Milli ve Musul-Kerkük, Kerkük der. Ank. Nisan Temmuz.
2. Ali Naci Karacan: Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, İst. 1943, s. 40
3. Mustafa Kemal: Eskişehir-İzmit Konuşmaları-1923’ten aktarılarak, Cumhuriyet, 7.6.1991,s.10 (D. Perinçek, bu sözleri aktarırken 1. bölümü vermez. Bkz. Teori der. Şubat-1995)
4. TBMM Gizli Celse Zabıtları, Cilt-4, Türkiye İş Bankası yay. Ank. 1985, s. 163
5/a. Prof. Dr. Besim Darkot: Musul mad. İslam Ans. Cilt-8, MEB yay. İst. 2. bas. 1971, s.743-744
5/b. Dr. Sinan Marufoğlu: Osmanlı Döneminde Kuzey Irak Kürtler‘inin Sosyal ve Siyasi Konumları, Türkiye Günlüğü, Sayı: 42/1996
6. Ali Rıza: Atlaslı Memâlik-i Osmaniye Coğrafyası, İst. 1318/1902, s. 57
7. Şemseddin Sami: Kamusü’l-Alâm, İst. 1896, Cilt-5, s. 3840-3843’ten aktarılarak M. Bayrak: Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri, Öz-Ge yay. Ank. 1993, s. 38-39
8. Prof. Dr. Mükremin Halil Yinanç: “Musul ve Elcezire’de Oğuz Türkleri”, Türk Tarihinin Anahtarından ayrı basım.
9. I. Dünya Harbinde Irak-İran Cephesi, Genelkurmay ATASE yay. Ank. 1979, s. 24, 33
10. Dini esas alan bazı Osmanlı istatistikleri için bkz.
a. Musul-Kerkük İle İlgili Arşiv Belgeleri (1525-1919) Başbakanlık Devlet Arşivleri Gnl. Müdürlüğü yay. Ank. 1993
b. Dr. Sinan Marufoğlu: Osmanlı Döneminde Kuzey Irak, Eren yay. 1998
11. Haz: Vilayet Mektupçusu Tevfik Efendi: Musul Vilayeti Salnamesi, Musul, 1306/1890, s. 100-1/1
12. Şemseddin Sami (Osmanlıca’dan Çeviren: M. E. Bozarslan) Tarihteki İlk Türkçe Ansiklopedide Kürdistan ve Kürtler, Deng yay. İst. 2001, s. 182
13. Ali Cevat: Memâlik-i Osmaniye’nin Tarih ve Coğrafya Lugatı, İst. 1313/1897, s. 788
14. Ali Rıza: Atlaslı Memâlik-i Osmaniye Coğrafyası, İst.1318/1902, s. 57
15. Bölgenin aşiret yapısı konusunda bkz. Mehmed Hurşid (paşa): Seyahatnâme-i Hudud, Simurg yay. İst.1997. Ayrıca bkz. M. Bayrak: Divan Şiirinin Üç Büyük Şairi: Fuzuli, Nef’i, Nâbi, Kürt Sorunu ve Demokratik Çözümü içinde, Öz-Ge yay. 1999, s. 444-446
16. Ali Tevfik: Memâlik-i Osmaniye Coğrafya Lugatı, İst. 1318/1902, s. 21
17. İbrahim Hilmi: Memâlik-i Osmaniye Cep Atlası, İst. 1323/1907, s. 220-221
18. Dr. Sinan Marufoğlu: Osmanlı Döneminde Kuzey Irak, Eren yay. İst. 1998
19. M. Emin Zeki: Kürdistan Tarihi, yeni bas. Beybun yay. Ank. 1992, s.170-171 Kürt aşiretlerinin, gerek bölge gerekse genel ayrıntılı listeleri için şu eserlere de bakılabilir.
a. M.Sykes: “The Kurdish tribes of the Ottoman Empire”, The Caliphs Last Heritage içinde, Londra, 1915
b. M. Merdux-u Kurdistani: Tarih-i Merdux/Tarih-i Kurd û Kurdistan
c. Abbas Azzavi: Aşairü’l-Irak/The Tribes of Iraq-II (Kurdish Tribes), Bağdat, 1947
D. M. İzady: A Concise Hadbook/The Kurds, Washington, 1992
20. İslam Ansiklopedisi, Cilt-6, 2. bas. s. 590
21. Musul-Kerkük İle İlgili Arşiv Belgeleri (1525-1919), Başbak. D. A. Gnl. Müdürlüğü, Ank. 1993
22. Gökhan Çetinsaya: Dünden Bugüne Kuzey Irak Üzerine Bazı Notlar, Türkiye Günlüğü, Sayı: 42/1996
23. Agy
24. İsmet İnönü: Hatıralar, 2. Cilt, Ank. 1987, s. 202
25. Lozan Barış Konferansı/ Tutanaklar-; Çev: Prof. Dr. Saha L. Meray; Önsöz: İsmet İnönü, Cilt-1, Kitap-1, Ankara Ünv. Siyasal Bilgiler Fak. Yay. Ank. 1969, s. 345
26. Bu döneme ilişkin Komisyon Raporu ve belgeler için bkz. Milletler Cemiyeti Belgelerinde Musul-Kerkük Sorunu ve Kürdistan’ın Paylaşımı, Med yay. İst. 1991
27. Prof. M. S. Lazarev: Emperyalizm ve Kürt Sorunu, Öz-Ge yay. Ank. 1992, s. 270
28. Hasan Yıldız: Sevr-Lozan-Musul Üçgeninde Kürdistan, 2. bas. Koral yay. 1991, s. 29
29. Şeyh ailelerinin G.Kürdistan’daki etkinliği konusunda bkz.
a. Martin Bruniessen: Ağa, Şeyh ve Devlet (Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi), Öz-Ge yay. Ank. 1992
b. Gökhan Çetinsaya: Hamidiye, Nakşibendiye ve Mülkiye: II.Abdülhamid Döneminde Musul Vilayetinden Bir Kesit (1897-1901), Kebikeç der. Sayı:10/2000
c. Aynı yazar: II. Abdülhamid Döneminde Kuzey Irak’ta Tarikat, Aşiret ve Siyaset, Divan der. Sayı: 7/2000
d. Mehmet Mert Sunar: Doğu Anadolu ve Kuzey Irak’ta Osmanlı Devleti ve Aşiretler:II. Abdülhamid’ten II. Meşrutiyete, Kebikeç, Sayı: 10/2000
30. Irak’ta Kürt katliamı ve enfal askeri harekatı konusunda bkz. Middler East Watch (Ortadoğu İzleme Örgütü) /Human Rights Wahtch (İnsan Hakları İzleme Örgüt): Irak Kürdistanı’ndaki Enfal Askeri Harekatı/Irak’ta Soykırım, Avesta yay. İst. 2003
MEHMET BAYRAK
