Nadir Bey

  • Sürgün edilenler, 1927 baharında Kayseri’den Suriye’ye firar etti. Heleb’e ulaşınca da Xoybûn cemiyetine üye oldular. Ardından Ağrı isyanı için yola çıktılar. Meşakkatli bir yolculuktan sonra Nadir Bey ve bir grup arkadaşı, Ağrı’ya Biroyê Heskê Têlî, Şêx Abdulqadir ve İhsan Nuri Bey’in olduğu direniş merkezine vardı.

KEMAL SÜPHANDAĞ

Nadir Bey; Haydaran aşireti reisi Hamidiye Alayları komutanı Mirliva Hüseyin Paşa’nın oğludur. 1906 yılında Hüseyin Paşa’nın adamları ile kuzeni Emin Paşa’nın adamları arasında vuku bulan, Şerê Gameşwanê olarak bilinen ve onlarca kişinin öldüğü kavgada doğdu. Henüz 7-8 yaşlarındayken, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı ve o savaşla gerçekleşen Ermeni katliamı, Ruslar ve Ermenilerle savaş ve Rus işgalini Kürtlerin asimilasyonu için fırsata çevirmeyi düşünen İttihatçıların da gizliden desteklediği Patnos’tan Adıyaman’a kadar süren sözde Rus işgalinden kaçış, gerçekte ise büyük Kürt tehciri ve tehcirin neden olduğu kıtlık-açlık ve salgın hastalıklarla gelen kitlesel ölümlerin de tanığı oldu.
Bu tehcirden ancak 1917 Bolşevik İhtilali sonrası Rusya’nın savaştan çekilmesiyle 1918’de Adıyaman’dan Patnos’a büyük kayıp ve yıkımlarla döndüler.
Din kardeşliği temelinde müttefik oldukları İttihatçılarla, Erzurum, Sivas kongreleri, Amasya Tamimi, Büyük Millet Meclisinin ilanı, Osmanlı Ermeni savaşı gibi süreçleri gördü. O süreçlerde Kürtlere her türlü haklarının verileceğinin vaat edilmesinden, ret, inkar ve sürgüne evrilen süreçlerin tanığı oldu. 1. Meclis’in lağvı ve Lozan Antlaşmasıyla İttihatçıların maskeleri düşüp, ırkçı ve tekçi gerçek kimlikleri ortaya çıktıktan sonra, bu anlayışa karşı bir direniş örgütlemeye çalışan Cibranlı Halit Bey ve Şeyh Said’in Hüseyin Paşa’ya gönderdiği mektupları Hüseyin Paşa’ya Nadir Bey okuyordu. Paşa’nın o mektupları yorumlamasına, o konuda rusîpiler ve önemli şahsiyetlerle toplantılarına henüz 17-18 yaşlarındayken tanıklık etti. Sonrasında 1924 sonbaharında Halit Bey’in tutuklu olarak Patnos ve Adilcevaz’dan Bitlis’e götürülmesine avdayken şahit olacak ve onu izleyen birkaç ay sonra da 1925 Şubatında Şeyh Said isyanın plansız, zamansız ve hazırlıksız patlak vermesi ve büyük katliamlar ve idamlarla bastırılmasını görecekti. Çok zeki, cesur ve gerçek bir lider ve eylemci bir kişiliğe sahip olan Nadir Bey, tüm bu yaşananları bilince çıkarıp anlamlandırabilen bir kapasiteye sahipti. O yalnızca İttihatçı Kemalistlerin entrikalarını değil, Kürtlerin de yetersizlik ve öngörüsüzlüklerini görebiliyordu.

70 aile sürgüne yollandı

Şeyh Said isyanı sonrası İttihatçıların savaş yılları nedeniyle uygulayamadıkları, erteledikleri planlarını Kemalistler uygulamaya soktu. Şiddetle bastırılan isyandan sonra, sıra tam anlamıyla Kürtleri kültürel soykırımla asimile etmeyi hedefleyen Şark Islahat Planı’nın uygulanmasına geldi. Bu planla, Kürtlerin etkisizleştirilip iradesizileştirilmesi ve asimilasyonu için yapılması gereken oldukça detaylı pek çok ırkçı yaptırım ve politikalar yürürlüğe konuldu. Bu planda yer alan hususlardan biri de mecburi iskandı. Planla Wan ve Bazîd vilayetlerinden 70 aile sürgüne gönderildi. Bu ailelerden biri de Hüseyin Paşa ailesiydi.
1926 Mart ayında kar kış koşullarında memleketlerinden binlerce kilometre uzaklıktaki çeşitli kentlere gönderildiler. Her birini bir yere… Hatta aynı aileye mensup kişileri bile birbirlerinden ayrı yerlere iskan ettiler. Mesela Hüseyin Paşa’yı Antalya’ya, Nadir Bey’i Kayseri’ye, Hüseyin Paşa’nın torunu Süleyman Bey’i Aksaray’a sürdüler. Şüphesiz bu büyük bir zulümdü. Daha sonra Hüseyin Paşa’nın müracaatıyla O’nu Konya’ya, iskan edilen Afit ve Abdullah Bey’i Aksaray’a, iskan edilen torunu Süleyman Bey’i ve Aydın’a iskan edilen Mehmet Bey’i de Kayseri’ye gönderdiler. Balıkesir’e iskan edilen oğlu Salih’in Kayseri’ye iskan talebi ise reddedildi. Bu zulme, bu ihanete, bu haksızlığa ve bu utanca katlanmaları mümkün değildi.
Önce silahlarını temin ettiler, sonra atlarını… Sürgünlerinden bir yıl sonra 1927 baharında Kayseri’den hep beraber Suriye’ye firar ettiler. Yanlarında Hacı Musa Bey de vardı. 13 günde Nadir Bey’in dayıları Çerkez Şaban ve Ramazan’ın rehberliğinde, Maraş üzeri 13 günde Halep’e vardı. Hemen Xoybûn cemiyetine üye oldular. Beyrut’ta Kamuran Bedirhan Bey’le birlikte Fransız müstemleke komutanıyla görüşüp tekrar Halep’e döndüler. Oradan da Barzan bölgesine geçtiler. İngilizler bu bölgeden Ağrı’ya geçmelerine izin vermedi. Hüseyin Paşa, daha sonra Xoybûn’un tahsis ettiği bir jiple tekrar oğlu Abdullah ve Yeğeni Ahmet’le Barzan’a geçti. Mehmet, Nadir, Usiv, Afit ve Süleyman ise Mardin üzerinden Ağrı’ya doğru yola çıktılar. Pek çok yerde jandarma ve Kürt milisleriyle çatışarak Muş’a kadar gittiler.
Leter köyünde köy muhtarı onlara aflarının çıktığını söyler. Bunun üzerine köy muhtarı ile birlikte Nadir ve Mehmet Beyler Ahlat’a belediye başkanı ile görüşmeye giderler. Ahlat’ta belediye başkanın tepkisiyle ihanete uğradıklarını görüp Patnos’a doğru giderler. Her yerde peşlerinde milisler, asker takibatı… Bin bir güçlükle Hostekar’a, Lezgin Ağa’nın köyüne giderler. O köyde kendilerini takip eden askerlerden kardeşlerinin Süphandağı’nda şehit edildiğini öğrenirler. Askerler sofradakilerin onlar olduğunun farkında değildir. Onlar da bu konuda renk vermez. Aynı askerler Hüseyin Paşa ile oğlu Abdullah ve yeğeni Ahmet’in de Barzan’da öldürüldüklerini söyler.

Kayseri ve Halep’ten Ağrı’ya…

Birlikte yola çıktıkları kardeş ve yeğenlerinden yalnızca ikisinin kaldığını, hepsinin daha çok ihanetçilerce öldürüldüklerinin acısını içlerine atarak bin bir güçlükle Ağrı’ya; Biroyê Heskê Têlî, Şeyh Abdulqadir ve İhsan Nuri Bey’in olduğu direniş merkezine varırlar. Orada bulunan Haydaranlı 15-20 kadar firariyle Usivê Evdal Ağa’nın köyüne geçip, Qotil deresi, Patnos, Erciş, Abağa, Zîlan deresi, Begirî’de şubeler açarak örgütleme çalışmalarına başlarlar. Onların katılımı ile Ağrı direnişi oldukça genişler. İran sınırından Malazgirt’e kadar yayılır.
Birkaç aylık çalışmadan sonra Patnos’un Sarısu mıntıkasına geçen Nadir Bey, orada kardeşlerinin öldürülmesiyle ilişkili milislere yönelir. Bir köyde yakaladığı milisin ağzına tüfeği dayayarak ateş eder. Öldüğünü sanıp oradan uzaklaşır, fakat milis ölmemiştir. Ağzından aldığı kurşunun izleri, ölünceye kadar o şahsın suratında ihanetinin nişanesi olarak kalır. Bu mıntıkada, Abağa ve Begirî’de (Çaldıran ve Muradiye) çok sayıda çatışma olur, pek çok asker öldürülür. 1929 yılı bu şekilde geçer. Ama asıl önemlisi devlet de, direnişçiler de 1930 yılına büyük beklentilerle girerler. Direniş merkezi, tüm bölgeleri kapsayacak şekilde bir harekât planı hazırlar.
1930 Haziranı’nda Îsa Begê Qotî’nin desteklediği askeri güçler, Şeyh Abdulkadir’in köyü Ortil’e saldırırlar. Bu saldırıda Nadir Bey mahiyetindekilerle yardımlarına gidip onları askerlerden kurtarır. Büyük çatışmalardan sonra çok kayıp veren askeri güçler geri çekilmek zorunda kalır. Bu olaydan sonra 19 Haziran 1930’da Nadir ve Mehmet Beyler ile kuzenleri Emin Paşa’nın çocukları ve Seyit Resul’un komutasındaki yaklaşık 200 kişiden oluşan bir güç, Abağa ve Begirî’den girerek direnişi başlatır. Oralardaki karakolları basıp Zîlan deresine varırlar. Zîlan deresindeki karakol baskınında karakoldaki askerler öldürülür.

Ordan Çakırbey karakoluna yönelen direnişçiler, o karakoldaki askerleri de imha ederler. Bu karakolların yardımına gelen bir jandarma taburunu esir alan direnişçiler, buradan Erciş merkeze yönelirler. Erciş kuşatmasında genelkurmay arşivlerinde de belirtildiği gibi devlet güçlerinin kayıpları oldukça fazla olur. Direnişçiler burada bir uçak da düşürürler. Daha sonra gölden gelen yardımlar ve takviyeler nedeniyle Erciş’ten Patnos’a doğru giderler. Patnos’ta da büyük çatışmalar olur. Genelkurmay belgelerinde, buradaki çatışmalarda 6 askerin öldürüldüğü iki subay ile iki ünlü milisin esir alındığı belirtilmektedir. Daha sonra Dedeli nahiyesine doğru çekilirlerken Xirindas köyünde kendilerini takip eden bir uçağı düşürürler. İki pilot ölür.

Zîlan’da büyük bir katliam yapıldı

Genelkurmay arşivlerinde, düşen uçakta ölen pilotların anısına Patnos’ta bir hava şehitleri anıtının yapılacağı belirtilmektedir. Bu anıt Patnos’a yapılır, 1948’de Patnos’tan Ağrı merkezine taşınır.
Bu eylemlerle telaşlanan devlet, büyük askeri sevkiyatlar yaparak ve sivillere yönelerek, onların direnişçilerden yana tutum almasına engel olmaya çalışır. Umum Müfettişlikçe yapılan açıklamada “eşkıyaya” yardım eden köylerin şiddetle cezalandırılacağı beyan edilmiştir. Genelkurmay da ”Türk süngüsünün gücü gösterilmelidir” açıklaması yapmıştır. Çok geçmeden 1-13 Temmuz günlerinde Zîlan’da sivil halka karşı büyük bir katliam gerçekleştirilir. Direnişçiler de artık savaştan çok, çoluk çocuklarının canını kurtarma telaşına düşer. Bu şartlar altında Nadir Bey, Mehmet Bey ve Emin Paşa’nın oğlu Burhan Bey, maiyetindekilerle birlikte bölgeden İran’a, İran’dan Ağrı’ya geçer. Patnos’tan Ağrı’ya geçişte Keskoîlerin saldırısına uğrayan pek çok direnişçi ölür.
Öte yandan Türkiye, Sovyet Rusyası’nın aracılığıyla İran’la yaptığı görüşmelerden sonuç almış, İran da Kürtlere karşı tutumunu değiştirmiştir. Kalleşlik ve kaypaklığı geleneksel politika olarak sürdüren İran, Türkiye’den kopardığı bazı tavizler karşılığında Ağrı Dağı’nın tümünü Türkiye’ye bırakmayı kabul eder. Türkiye, Ağrı Dağ’ını çepeçevre 40 bin kişilik bir güçle kuşatır. İhsan Nuri, o günlerde Nadir Beyin eylemlerinden, Ağrı’da mahsur kalan çoluk çocuk, kadın, yaşlı binlerce sivile yiyecek temini için fedakârlıklarından övgüyle söz etmektedir. Günlerce 200 kadar savaşçıyla, 40 bin kişilik bir askeri güç ve havadan karadan ağır bombardıman altında süren bir mücadeleden sonra bir gece binlerce can kaybıyla sonuçlanan bir çatışmayla askeri kuşatmayı yarıp kendilerini İran’a atarlar.

Zerif Hanım’ın dilinden İran günleri

Nadir Bey’i önce Tebriz’e gönderirler. Mehmet Bey’i Şeyh Abdulkadir’i ve İhsan Nuri’yi de Tahran’a… Daha sonra Nadir Bey’i de Tahran’da Xiyamane Nasirîye’de (Nasıriye Caddesinde) maliyeye ait bir binada ikamete tabi tutarlar. İran’ki yaşamlarını eşi Zerif Hanım’dan dinleyelim:
”Göz hapsindeydik. Sürekli bir polis bizi gözetliyordu. Nereye gitsek, o da bizimle geliyordu. Orada bir kızımız oldu, adını Perihan Huma koyduk. Perihan henüz kırk günlük iken bir akşam Nadir, çok neşeli bir şekilde eve geldi. Kısa bir süre evde kaldıktan sonra çizmelerini giydi, nereye gideceğini de söylemeden çıktı gitti. Ben de bu gidişinin, normal bir ziyaret ya da gezinti olabileceğini düşünüp, nedenini sormadım. O gece gelmedi. Sabahleyin polisler gelip beni karakola götürdüler. Nadir’in kaçtığını söylediler. Nereye gittiği, neden firar ettiği konusunda ifademi aldılar. Tabii ben nereye, neden gittiğini bilmiyordum. Beş gün beni burada tuttular. Beşinci gün karakolda müthiş bir gürültü koptu. Alkışlar, sevinç çığlıkları duydum. Nadir’in yakalanmasının sevinç gösterileriydi bunlar. Nadir getirildi. Emniyet müdürü büyük bir hiddetle üzerine yürüdü. ‘Biz sizi aç açıkta mı bıraktık’ diyerek küfretti. Nadir, ‘Siz beni hapsedebilir hatta idam edebilirsiniz ama küfredemezsiniz deyip müdürün suratına bir yumruk patlattı. Bunun üzerine gözümün önünde Nadir’i linç edercesine dövdüler. Kollarından ve ayaklarından tutmuş, kaldırıp kaldırıp yere çakıyorlardı. Ağzı burnu kan içinde, kendinden geçip bayılıncaya kadar bu durum devam etti.
Ben de, ‘Şah’a ve oradakilere bu yaptıklarından dolayı küfrediyordum. Elimden başka da bir şey gelmiyordu. Daha sonra Nadir’i Qesr-i Qecer Cezaevi’ne hapsettiler. Nadir yaklaşık 6 yıl bu hapishanede tutuklu kaldı.”
Nadir Bey, bu olayı şöyle anlatıyordu: ‘Bizim Ağrı’dan çıkarılışımızı bir türlü hazmedemiyordum. Bu kadar bedel, bu kadar vahşet ve imhaya karşılık, burada eli kolu bağlı bir şekilde yaşamamızı gururuma yediremiyordum. Burada rahat oluşumuz beni memnun etmek şöyle dursun, aksine çok rahatsız ediyordu. Zîlan’da binlerce masum insanın katli, Ağrı’da aç, susuz ve acı dolu yaşamımız, gözlerimizin önünde açlıktan, susuzluktan ölen insanlar, kuşatmayı yarıp Ağrı Dağı’ndan çıktığımız geceki vahşet, anaların çaresizlik içinde, küçük çocuklarını dahi uçurumlardan aşağı atmaya mecbur kalışları hep gözümün önündeydi. Öte yandan suçsuz bir şekilde memleketimizden Kayseri’ye sürülüşümüz, orada kimsesiz ve ne halde olduklarını bilmediğimiz eşlerimiz, küçük çocuklarımız, yaşlı analarımız ve en önemlisi ideallerimiz, bütün bunlar beynimi kemiriyordu. Tekrar yeni bir organizasyon, yeniden ve daha deneyimli kadrolarla, her şeye baştan başlamak düşüncesi beynimde her gün biraz daha pekişiyordu. En sonunda kararımı verdim. Buradan kaçıp Rusya’ya geçecektim. Oradan tekrar Ağrı‘ya geçip, yeniden yeni bir direniş örgütleyecektim. Bu düşüncemi yanımdaki Têmur’a anlattım. Têmur da kabul etti ama başaramadılar. Yakalandılar. Onları Tahran’a götürdüler.
Tahran’da önce 6 ay bir hücrede kaldım. Hücre’de bunalıma girdim, intiharı düşündüm. Bir gün gardiyanı çağırıp tırnaklarımın çok uzadığını, bir jilet getirmesini istedim. Durumdan şüphelenen gardiyan durumu, orada tutuklu olan bir Sovyet istihbaratçısına iletmiş, niyetimin iyi olmadığını sezen bu siyasi tutuklu gelip benimle sohbet etti. ‘Büyük davaların insanları böyle şeyler düşünmemelidirler. Senin düşündüğün korkaklıktır. Cesur olmalısın, her türlü zor koşullarda direnmelisin’ dedi.
Bu sohbet bana büyük bir moral verdi. Hücre yaşamımızın 6. ayında bizi Qasrı Qecer Cezaevi’ne götürdüler. Ferzende Bey de oradaydı. Cezaevinde yanımda vefat etti. Hapishanede yaklaşık 6 yıl kaldım. Bu süre içinde Fransızca ve Farsçayı çok iyi, Arapçayı da orta derecede öğrendim. Bütün zamanımı okumakla geçirdim. O sıralarda yayında olan pek çok klasiği orijinallerinden okudum. Fars edebiyatını, Sadi’yi, Ömer Hayyamı ve daha pek çok yazarı burada okudum. 1937 yılında hapishaneden çıktım. Ama göz hapsimiz devam ediyordu. Gazete almamız bile yasaktı. Bir gün eşimi bakkaldan başka bir şey alma bahanesiyle, gazete almaya gönderdim. Gazeteyi getirdi, gazetede Atatürk’ün ölüm haberi veriliyordu.
1938’da Hatay meselesinden dolayı, Fransa ile Türkiye arasında varılan anlaşmayla yüz elliliklere af çıkarıldı. Bizi de af kapsamına aldılar. Çıkan bu aftan yararlanarak, Türkiye’ye dönmeyi talep ettik. Talebimiz olumlu görüldü. 1939 kışında Türkiye’ye dönüş için yola koyulduk. Tekrar 12 yıl önce firar ettiğimiz Kayseri’ye geri gönderdiler.”
İran’da ilk kızı Perihan doğduktan hemen sonra tutuklanan Nadir Bey, Kayseri’de de 2. kızı Leyla doğduktan kısa bir süre sonra 1942’de tutuklanır. Tutuklanmanın gerekçesi, Ağrı İsyanı’nda Süphan Dağı’ndaki bir çatışmada 2 askerin Nadir Bey tarafından öldürüldüğüdür.
Savcı iddianamede söz konusu iki askerin Nadir Bey tarafından öldürüldüğünü iddia etmektedir. Affa rağmen Nadir Bey idamla yargılanır. Mahkemede şöyle konuşur; “Benim Ağrı İsyanına katıldığım ve pek çok çatışmada yer aldığım herkesin malumudur. Ama bu olayların hiçbirinde ben tek başıma değildim. Şüphesiz pek çok çatışmada, pek çok direnişçi ve asker öldürüldü. Öldürülenlerin kimlerin silahından çıkan kurşunla öldüğünü ne ben ne de bir başkası bilebilir.”
Daha sonra bu davadan ceza alan Nadir Bey, Bitlis, İstanbul ve Kayseri’de 5 yıla yakın bir süre tutuklu kaldıktan sonra cezaevinden çıkar.

‘Nadir Bey parti üyesiydi’

Yaklaşık 22 yıl memleketinden uzak yaşayan bu aile, 1948’de çıkarılan bir afla geri dönebildi.
Nadir Bey hayatı boyunca haktan, hukuktan ve adaletten ayrılmadı. Dürüstlüğü ve adaletiyle tüm halkın büyük sevgi ve saygısını kazandı. Kürt halkının en önemli probleminin cehalet ve onun sonucu olarak aşiretçilik olduğunu düşünüp, yaşamı boyunca cehalete ve aşiretçiliğe karşı mücadele etti. Çok kültürlüydü, Fransızca ve Farsçayı çok iyi biliyordu. Kürt tarihinin adeta canlı bir tanığıydı. Ne yazık ki 12 Eylül müdahalesinden sonra tüm anıları ve kitapları yok oldu. Günlük yaşamında son derece disiplinli, dinamik bir insandı. Tam bir asker gibi yaşıyordu. Hep bir şeyler yapacakmış gibi atik, tetikte ve hareketliydi. Tembelliğe, pısırıklığa ve cehalete düşmandı. 1965’te kurulan Türkiye Kürdistan’ı Demokrat Partisi’ne üye oluğunu, ben oğlu olduğum halde ölümünden sonra rahmetli Mele Abdullah Varlı’dan öğrendim. Mele Haydar; ”Nadir Bey, parti üyesiydi, üyelik aidatı da 2,5 liraydı. Her ay sonunda dolmuşla bizzat kendisi Erciş’e gelir aidatını öder, giderdi. Aidatını hiç aksatmadı” diyordu.
Nadir Bey, 1985 Kasımı’nda Patnos’ta vefat etti.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.