Neden Kandil’e gitmek için bu kadar arzuluyum?

Haberleri —

Bir başka KANDİL - 1


Hep aynı sabırsızlığım, hep aynı heyecan...
Dilimi tutamayıp, gidişimi söylüyorum kimilerine.
“Bu yaşta macera mı arıyorsun?” diyorlar. Kimileri dudaklarını büküp, küçümseyerek, müstehzi bir sırıtışla: “Kendin beceremedin, başaranlarla kendini tatmin etmeye mi gidiyorsun?” diyor.
“Turistik gezi mi yapacaksın?” diyen yakınlarım bile oldu. Ama başkaları da vardı; beni, gerillaları seven, özgürlüğe, kardeşliğe, paylaşımcılığa aşık, ırkçılığa karşı olan kimileri.
“İyi ediyorsun” dedi bu tür arkadaşlarım. “Ama topal bacağınla dikkat et başlarına bela olma”, diye de eklediler.
Gideceğime yürekten sevinenler de vardı. Gencecik, iyi eğitim görmüş, ressam, sinemacı, Gezi aktivisti bir kız:
“Bir daha gidersen ne olur beni de götür, sana yardımcı olurum Atilla Ağabey” diyordu.
Sevdiğim bazı eski yoldaşlarım: “Bizden bol selam söyle, ilk fırsatta bizlerde gitmek istiyoruz” diyorlar. Hali vakti yerinde bir kaç arkadaşım: “Maddi yardıma ihtiyacın olursa çekinme söyle,” diyor.
Vedat ağabeyi, Vedat Türkali’yi ziyaret ediyorum İstanbul’da. Kulakları artık hiç duymadığı için, ak kağıt üstüne kara kalemle: KANDİL’E GİDECEÐİM, diye yazıyorum.
Yazıyı okuyan doksan beş yaşındaki Vedat ağabeyimin gözlerinin içi gülüyor. İki eli dudaklarında öpücük işareti yapıyor. “Hepsini öp benim için, hepsine selamlarımı söyle,” diyor. Öylesine içten, öylesine sevimli ki; Bu yaşa kadar dimdik durmayı başarmış bu komünistin desteği sevindiriyor beni.
Aldığım kararın doğruluğuna inancım bir kez daha pekişiyor. Bu kararı almaktaki en önemli etkenlerden birisi, Almanya’da basılmış dört kitaptan oluşan “Gerilla Anıları“ isimli kitaplar oldu. Bu anılarda okuduğum inanılmaz bir mertlik, kahramanlık, halka ve ütopyaya bağlılık ve öte yakada ihanetin, dönekliğin en reziliydi. Bu anıları yazan gerçek insanlarla, kadın-erkek gerillalarla tanışmak, Kandil gerçeğini görerek öğrenmek istiyordum.
Kendi kendime soruyorum:
“Ya sen niye bu kadar çok gitmek istiyorsun?”
Sanırım vicdanımın sesine uyuyorum.
Vicdanımın kapısını açık tutmak istiyorum.
Kör ve sağır olmamak için gidiyorum.
Fedakarlığı, paylaşmacılığı, sapasağlam ütopyaya bağlı olmayı görmeye gidiyorum.
Yukarıdaki satırları yola çıkmadan önce yazmıştım. Şimdi döndüm ve izlenimlerimi yazmaya başladım. Şimdi İYİ Kİ GİTMİŞİM, diyorum.

Ver elini Kandil

Uçak saat 21.00’de kalkacak. Bir aksilik olmasın diye erkenden hava alanına gidip, beklemeye başlıyorum. Biraz sonra genç bir kadın arkadaş gelip elimi sıkıyor. “Ben Helin, sizi bekleme salonunun dışında aradım ama bulamadım” diyor. Şık, kibar, güzel, çok güzel Türkçe konuşuyor. Arkadaşlar aynı uçakla bir kadın arkadaşın daha geleceğini söylemişlerdi.
Uçağın yarısı boştu. Bu nedenle yan yana oturup, düne bugüne en çok da PKK’de kadın hareketi üzerine konuşuyoruz. Daha sonra kadın gerillalardan da çok duyacağım, PKK’de kadın hareketinin önemine değiniyor hep. Konuştuklarımızın özeti şuydu:
“Biz Kürt kadınlarının özgürlüğü ancak  özgür bir ülkede gerçekleşebilir. Ancak özgür bir ülke kurulsa da biz kadınların kavgası sürecektir.” Erkek egemen toplumda Kürt kadınlarının gerçekleştirdikleri inanılmaz bir sihirbazlık. Bunun nasıl gerçekleştiğini ilerki günlerde kadın gerillalarla olan sohbetimde daha iyi anlıyorum.
Saat üçte uçak Süleymaniye havaalanına iniyor. Her şeyin bir garip, bir başka olduğu bu kentte havaalanındaki pasaport kontrolü de bir garip. Görevli polisler salt pasaporta bakmakla yetinmiyorlar. Bir aletle gözünüzün içine bakılıyor. Ve bazı yolcuların parmak izi alınıyor. Tüm yolcular geçti. Helin’i onbeş yirmi dakika sorguya çekiyorlar. Daha sonra Helin: “İnsanın ağırına gidiyor. Sözde kendi ülkemize, Kürdistan’a geldik, ama yaptıkları muameleye bak” diyor.
Havaalanının bekleme salonunun önüne sadece, torpilli olanların, peşmergelerin, hükümetle bağı olanların arabalarının gelmesine izin veriyorlar. Diğer yolcular minibüslerle bir durağa kadar gidiyor ve orada kendisini bekleyenlerle buluşabiliyor. Helin sürekli telefon ediyor. Ama anlaşılan arkadaşlara ulaşamıyor. Bende ki telefon numarası da aynı. İlerde bizim gibi sürekli telefon eden genç birisi daha var. Helin yanına gidip, onunla birlikte dönüyor. Birlikte minibüse binip havaalanı dışındaki durağa gidiyoruz. Biraz sonra bizleri götürecek olan arkadaş geliyor. Ve kalacağımız evlere doğru yola çıkıyoruz. Helin’e havaalanından aldığımız, adının Hasan olduğunu söyleyen genci daha önceden tanıyıp, tanımadığını soruyorum. Tanımadığını ama davranışlarından onun da yoldaşları aradığını tahmin ettiğini, söylüyor.

Nerelere inip çıktım?

Hasan’la beni bir eve götürüyorlar. Bir gün birlikte olacağımız Hasan yirmi yaşlarında Almanya’da Liseyi bitirip, Üniversiteyi kazanmış. Ama o gerillaya katılmayı tercih etmiş.
“Ailen ne dedi?” diye sormadan duramıyorum.
“Onlar da yurtseverdir, hiç karşı çıkmadılar,” diyor. Daha sonra Kandil’de Üniversiteyi bitirmiş, üniversiteden ayrılmış birçok Kürt ve Türk gerillaya rastlayacağımı bilmiyordum.
Gece yarısı bir eve getiriliyoruz. Gelen gidenler için bir tür konuk evi burası. Yerde yataklar, bavullar. Yere nasıl yatacağım, diye düşünüp, derdimi evdeki arkadaşlara söylüyorum.
Bu satırları okuyacaklar için bu bilgiyi şimdiden vermek zorundayım. Benim iki dizimde de içten protez var. Platinler, plastikler vs. Yani dizlerim yapay. Bu nedenle de tek başıma yere yatıp kalkmam, yere oturmam olanaksız. Ama gerek kaldığım bu evde, gerekse Kandil’de hiç bir problem olmadı. Ayaklarımın birdenbire iyileştiğini falan söylemeyeceğim. Fakat güçlü kuvvetli gerillalar hep beni tutarak yatırdı, sonra da koltuğumun altına girip kaldırdı. Bu sakat ayaklarımla nerelere tınmandım, nelerele inip çıktım ve bunu nasıl başardık! Sonra anlatacağım.
Sabah biraz Süleymaniye’de araba ile ve yaya dolaştık. Bu şehir ve bu şehirde yaşayan Kürtler’le Kandil ve Kandil’de yaşayan Kürtler arasındaki devasa farklılığı izlenimlerimin sonunda anlatacağım için şimdi es geçiyorum.
Unutmadan belirteyim: Eylül’ün sonu olmasına rağmen hava hala 34-35 derece sıcak. Ve evlerde su ile çalışan devasa klima cihazları var.
Ne Kandil’de, ne Süleylaniye’de kaldığım evde, nereye, ne zaman gideceğimiz. Hiç konuşulmuyor. Elbet kiminle buluşacağımız da. Sadece gelen konuklar taleplerini bildiriyor o kadar. Ben kadın gerillalar hariç hiç bir özel talepte bulunmadım. Ama sanırım torpilliydim! Ve çok fazla kişiyle konuşup, çok fazla yeri görme olanağım oldu.
Öğleden sonra bir heval beni şehrin bir caddesine götürüyor. Burada bekleyen bir Nissan kamyonet’e binip yola çıkıyoruz. Bu tür dört çeker dedikleri, jip, kamyonet karışımı güçlü arabaları her yerde görüyorsunuz. Zaten Kandil’de bu tür arabalar olmazsa dağlara tırmanmak olanaksız.
Beni götüren şoför arkadaş, Kürt ve Soranîce konuşuyor. Yolda fazla sohbet edemiyoruz, ama yine de çat-pat anladığımız bir kaç sözcüğün yardımıyla anlaşabiliyoruz.

Dört parçadan Kürdistanlılar

Yeri gelmişken: Süleymaniye’de ve Güney Kürdistan’da Soranî lehçesi konuşuluyor. Bu lehçe arkadaşların söylediğine göre Kirmançîden oldukça farklı. Okullarda, Süleymaniye’deki Üniversitelerde, televizyon ve radyolarda da bu lehçe ile konuşuluyor. Gerilla içinde Güney’den katılmış birçok arkadaşa rastladım. Ama kamplarda ve dil okullarında eğitim gördükleri için kendi aralarında bir anlaşamama söz konusu olmuyormuş. Dört parçadan Kandil’de genellikle genellikle Kirmançî konuşuyor. Kürdistan’ın dört parçasından gelenler var Kandil’de. Ve bu parçalardan bahsederken hiç bir zaman Türkiye, İran, Suriye diye coğrafya belirtilmiyor. Haklı olarak Doğu, Batı, Kuzey, Güney Kürdistan diye konuşuluyor.
Yol genellikle asfalt. Sık sık kontrol noktalarında durduruluyoruz. Kimi zaman peşmerge, kimi zaman polis kontrol ediyor. Birçok yerde de trafik lambası yerine trafik polisi var. Ama gerek Süleymaniye içinde, gerek kasaba ve köylerde yolda çok fazla hız kesen kasisler var. Beni gezdiren arkadaşlara nedenini soruyorum. “Bu barikatlar olmasa, trafik kazaları üçe, dörde katlanır,” diyorlar. Çünkü altlarında son model arabalar olan ahali, deli gibi süratli gidiyormuş.
Beni götüren arkadaş da çok hızlı kullanıyor ve çok usta bir şöför olduğu belli. Ama 50 Km süratlık yerlerde bile 110 Km’den aşağı gitmeyince korkmadım desem yalan olur. Yol boyunca sağda solda tek tük ağaçlar var. Onun dışında sapsarı çok az otla kaplı bir arazi.
Ova bitti. Dağlara tırmanmaya başladık. Yol giderek dikleşmeye başladı. İlerde sarp dağlar gözüküyor. Güneş battı. Batar batmaz dağların tepelerindeki tek tük bulut kümesi önce, kırmızıya, sonra pembeye, sonrada eflatun rengine bürünüp adeta dans ediyorlar. Biraz sonra zifiri bir karanlık. Ama bu karanlık da fazla sürmüyor. Biraz sonra dağların zirvesinde koskoca bir dolunay gözüküyor. Ay bronz renkli. Üstündeki dağlar bile gözüküyor. Ama bu görüntüde fazla sürmüyor. Biraz sonra dolunay gökyüzünde, beyaz, parlak bir ışıldağa dönüşüyor
Hava karardığı için gidişte çok fazla şey görmedim. Sadece çok az olan yol kenarındaki binbir renk ışık seline bürünmüş lokantalar ve Dükkan denilen bölgeden geçerken yol kenarındaki tezgahlarda satılan devasa sazan balıkları oldu.

Nihayet Kandil’deyim

Boyuna tırmanıyoruz. Sonunda bir dağın tepesinde kontrol noktasına geldik. Bu kez kontrolü yapan PKK’li gerillalar. Direklerde de örgütün bayrakları ve Abdullah Öcalan’ın büyük bir posteri. Unutmadan şunu da belirteyim: Kandil’de her köy evinde, her kurumda, gerillanın yeraltı, yer üstü yerlerinde örgütün bayraklarının yanı sıra, muhakkak ve muhakkak Abdullah Öcalan’ın ve şehitlerin resimleri var.
Asfalt bitti, şose bir yolda, tepelere çıkıp, tepelerden inip, sert virajlar alarak gidiyoruz. Sonunda köy evi görünümünde bir evin önünde durduk. Durduğumuz yerde birçok kadın gerilla var. Onlarla ilk karşılaşmam. Sırtlarında kleşleri, hepsi gerilla elbiseli. Onlarla konuşmadan evin önündeki üstünde uzun bir masa olan avluya götürülüyorum. Masanın çevresinde birçok sivil giysili insan var. Evde lamba ve elektirik var. Buna rağmen gördüklerim doğru mu, diye tekrar tekrar bakıyorum. Gördüklerimin çoğu Alman. Ben oturunca onlar vedalaşıp, sırt çantalarını alıp kendilerini almaya gelen arabaya binip gidiyorlar. Diğer kadın gerillalar da kayboluyor.
Evde kalanların tümü kadın gerillalar. Bir kısmı sivil giysili. Aç olup olmadığımı soruyorlar. “Açım,” deyince, patlıcan, biber kızartması ikram ediliyor. Birde açık ekmek. Bir orta yaşlı erkek ve iki orta yaşlı kadın daha var. Onlar da sivil. Kendi aralarında Kürtçe konuşuyorlar. Benim kim olduğumu, niye geldiğimi kimse sormuyor. Direklerin birine asılı olan küçük bir telsizden sık sık farklı isimler söyleniyor. Sessizce bekliyorum. Acemiyim, adetleri bilmediğim için bir yanlışlık yapmak istemiyorum.
Uzun boylu bir kadın gerilla, bu gece burada yatacağımı söylüyor. Beni tek başıma bir odada yatırıyorlar.

‘Bir konuk geldi...’


Gün ışırken uyanıyorum. Kapım açık. İki kadın gerilla sırtlarında silahları evin önündeki patikadan gidiyor. Biraz sonra da, uzun boylu gerilla kadın elinde hortum, ortalığı yıkıyor. Sonra da evde kalanların tümü ayaklanıyor. Kahvaltıda peynir ve zeytin var. Hala bana bir soru soran yok. Dayanamayıp: “Benim geldiğimi hevallere söylediniz mi? Benim ismim Atilla Keskin.” Diyorum.
Uzun boylu, sorumlu olduğunu düşündüğüm kadın gerilla: “Biz telsizde isim söylemeyiz heval. Bir konuğun geldiğini söyledim. Onlar muhakkak ararlar” diyor. Dün gece gördüğüm kadının üstünde Kürt giysileri var. Hiç ses çıkarmadan, hiç konuşmadan masanın bir ucunda oturuyor. Gözlüklü, çok sigara içen erkekle konuşuyorum. Türkçe anlayacak kadar biliyor. İran’dan gelmişler. Kendisi bir ay evvel cezaevinden çıkmış. İran’ın Kürtlere, hele de Kürt gerillalarına karşı çok acımasız olduğunu anlatıyor. “Asarlar, astıkları ipin parasını bile akrabalarından alırlar. Eğer bir-iki gün morgta kalmışsa, morg parasını bile alırlar,” diyor. Gerillada üç çocukları varmış. Onları görmeye gelmişler. Biz sohbet ederken bir araba geliyor ve içinden üç erkek, iki sivil kadın iniyor. Onlar Türkiye Kürdistan’ının bir şehrinden gelmişler. Anladığım kadar farklı kentlerden heyetlerde Kandil’e ziyarete ve konuşmaya geliyorlar. Gelenlerin birisi eskiden benim de içinde bulunduğum TDKP geleneğinden gelme. Evin üstündeki tepelerde uzun bir yürüyüş yapıp sohbet ediyoruz. Daha sonra birçok yerde göreceğim küçük sulama kanalları burada da var.
Aşağıya inip sohbete çay içerek devam ediyoruz. Evin alt tarafı bir vadi ve yemyeşil ağaçlarla dolu. İnişi zor olduğu için ben inemiyorum. Ama diğer arkadaşlar inip bir sürü incir toplayıp getiriyorlar. Böylece gelmeden çok mehtini duyduğum tamamen doğal ve çok lezzetli incirlerden de tatmış oluyorum.
Evin önüne bir araba geliyor. Her araba gelişte acaba benim için mi, diye düşünüyorum. Şöför olan çok genç gerilla yanıma oturup adımı sorduktan sonra küçük bir kağıt parçasına not ediyor. Sonra da bu kağıt parçasını katlayıp, teza bantla sımsıkı sarıyor. Ve “biz sana haber vereceğiz heval,” deyip gidiyor.

Kandil’de iletişim

Gerek Kandil’de gerekse diğer alanlarda gerillanın en dikkatli olduğu konu iletişim. Bu konuda çok titizler. Uzak alanlarla konuşulabilen telsizler önceden hiç kullanılmıyormuş. Haberleşme sadece kuryeler aracılığıyla ve sadece alanın okuyabileceği şekilde, sarılan notlar aracılığıyla oluyormuş. Elbet kimi zaman bir notun gitmesi ve yanıtının gelmesi aylar sürüyormuş. Daha sonra önderlikle , Kuzey’deki timler arasında telsiz kullanılmaya başlanmış. Ama Türk Ordusu’nun bu telsiz konuşmalarını deşifre edebildiğini bildikleri için çok dikkatli davranıyorlarmış. Önemli konularda yine kurye sistemi ile haberleşmeyi sürdürmüşler.
Kandil’de üç tür haberleşme kullanılıyor. “Geliyorum, gidiyoruz, yoldayız...” gibi sıradan konularda telefon da kullanılıyor. Anladığım kadarıyla telefon sadece özel görevi olanlarda ve şoförlerde var. Basit ve bilinmesi mahsurlu olmayan konular küçük telsizlerle yapılıyor. Her birimin veya kişinin bir kod adı var. Bu ad telsizde sürekli tekrar edilince o gerilla yanıt veriyor.
Yine de en çok kullanılan yöntem, yazışma. Şoförler birimlere geldiğinde kendilerine sürekli notlar verildiğini gördüm. Onlar da gittikleri yerde bu notu teslim ediyor. Sanırım görevli olan her gerillanın cebinde not yazmak için küçük bir bloknot, küçük bir çakı ve teza bant var. Not yazılıp sımsıkı sarılıp bantlanıyor. Böylece bu notu sadece teslim edilen gerilla çakısıyla yırtıp açarak okuyabiliyor.

Yarın:  Cemil Bayık ile görüşme,  Gerilla kamplarda yaşam


ATİLLA KESKİN


paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.