Nefes alamamak…

Nefes alamıyorum artık… Komediler silsilesinde yaşamak ve her geçen gün bu ucuz komedi oyununun yeni tekrarlarını izlemek mide bulandırmaktan başka bir işe yaramıyor…
Canına yandığım memlekette, insan önce isyan ediyor, mücadele ediyor, yoruluyor, bazen de duygusallaşıyor. Hayatın içinde, satır aralarında da olsa “iyi, güzel” bir şey arıyor… ‘Olacak’ diyor, ‘olması gerek’ diyor. “Bu düzen böyle gitmemeli” diyerek yeniden başlıyor… Bakıyor hep aynı terane… İçten içe çürüten bir küf kokusu var ortalıkta, koku baş döndürüyor… “Ne olacak bu memleketin hali?” deyip düşünüyorsun işte…
Pozantı cezaevinde minicik bedenlerine aldırmadan çocuklar tecavüze uğruyor. Annelerinin şefkat dolu kucaklarında yaralarını sarıp sarmaya değil, başka cezaevlerine gönderiliyorlar. Uludere’de çoğu çocuk 34 sivil insan öldürülüyor. Milli Savunma Bakanlığı raporlar hazırlıyor, raporun altında anlayabilmemiz için küçük bir ifadeyle “ülkede bu kadar terör olayları yaşanıyor, bu olayı da hoş görün” demeye getiriyor. Oysa F-16 uçağını sınır ötesine gönderme kararını sadece ve ancak Genel Kurmay Başkanlığı verebilirdi. Bilerek, isteyerek yaptıkları katliamın üzerini örtmeye çalışıyorlar. 34 Kürt köylüsü ölmüş kimin umurunda!
Gazeteciler, siyasetçiler, sendikacılar, avukatlar tutuklanıyor. Memleketin başındaki, “Müjdemi isterim, size yeni cezaevleri yapacağım” diyor. Meğer memleketin yarısı teröristmiş. İçişleri Bakanı, yine şahince açıklamalar yapıyor, “biber gazının insan sağlığına zararı yok” diyor. Biber gazına ilişkin bunca bilim insanının yapmış olduğu açıklamaların hiçbir ehemmiyeti yok elbette, hepsi boşuna konuşuyor, sonuçta son sözü söyleyen içişleri bakanı…
Şimdilerde de bir 12 Eylül komedisi dönüp, dolaşıyor ortalıkta… İşte buna kahkahalarla gülmemek elde değil…
12 Eylül faşist askeri darbesinin mimarı Kenan Evren ile Başbakan Erdoğan’ın arasında ne fark var Allah aşkına! Hadi gelin bulmacalarda olduğu gibi aralarındaki 7 farkı bulmaya çalışalım… 12 Eylül’de de gazeteciler, siyasetçiler, üniversite hocaları, öğrenciler, sendikacılar, yazarlar tutuklanıyordu, bugün de tutuklanıyor.
Bir zamanların askeri mantığını, bugünkü sözde sivil siyaset yürütüyor. Erdoğan, binlerce insanın ölümünün altına imza atarken, “kadın da olsa, çocuk da olsa gereğini yapın” diyerek onlarca Kürt çocuğunun öldürülmesine seyirci kalıyor, Roboskî katliamını gerçekleştiren genelkurmay başkanına teşekkür ediyor. Yine Sivas’ta vahşice öldürülen 38 insanın katillerine zamanaşımı kararından dolayı “halkımıza hayırlı, uğurlu olsun” diyebilme cüretini gösterebiliyor.
Velhasıl bulmacalarda olduğu gibi bir fark çıkmıyor Evren ile Erdoğan arasında, aksine bire bir örtüşüyorlar. Aralarındaki tek fark, birinin apoletleri vardı, diğerinin yok… 12 Eylül ürünü olan AKP, 12 Eylül’den besleniyor.
Sözde 12 Eylül’ü yargılayan bugünkü hükümet, ağızlara bir parmak bal çalıp mağdurları susturmanın eşiğinde. Yargılama böyle olmaz, yüzleşme böyle olmaz, bu iyi değerlendirilmeli… Vicdanları rahatlatacak, işkenceyle öldürdükleri, yıllarca zindanlarda çürüttükleri insanlardan ve yarattıkları travmatik toplumdan gerçekten özür dilenecekse bu namusluca yapılmalı…
Ve ben artık nefes almak istiyorum…
12 Eylül… Çocukluğumun tüm masumluğunu çalan, düşlerimde topladığım papatyaları yolup solduran, dilimi, kimliğimi, inancımı yok sayan, hırpalayan, ezen geriye sadece acılı bir çocukluk bırakan lanetli yıllar… 90’lı yıllar… Gençliğimin tüm deli çığlığını susturan, sevdiklerimi teker teker elimden alan, yalnız bırakan, kayıp ve kaybolduğum yıllar…
Çürüten, yok eden sistem, esirin olmayacağız… Memleketin bu haline kapılarını kapatanlar, pencerelerini sıkı sıkıya örtenler, kendilerini güvende hissetmesinler, kapı, pencere aralığından sızan hava sizi de içine alır, üşütür, hem de öyle bir üşütür ki; zatürre olduğunuzu bile anlamazsınız… Benden söylemesi…
