Nefret ve linç güruhu

Haberleri —

Kadın linçlerinin gündemi belirlediği bir hafta daha geçirdik. Önce Şevval Sam, ardından “Türküm diyemem” dediği için yazar Esra Elönü’nün, sosyal medya üzerinden nasıl linçlere tabi tutulduklarını izledik.
Şevval Sam, taraflı medya organlarınca sözleri tamamen çarpıtılarak, mutaassıp kesimin hedefi haline getirildi.
Esra Elönü ise doğru ve insani bir fikir beyanında bulunduğu için milliyetçilik damarları kabarık aynı kesim tarafından, sanal recme maruz kaldı. Üstelik kendisi de inançlı ve tesettürlü olduğu halde.
Şevval Sam, başörtüsü ve dolayısıyla başörtülü kadınları aşağıladığı uydurma gerekçesiyle, eleştiri sınırlarını oldukça aşan hakaret yağmuruna tutuldu. Ağızlarından salya akıtırcasına küfür ve kin kusan sözde dindar insanların, sanatçıya “bir et parçası” diyebilecek kadar insanlıktan uzaklaşmaları hem de bunu güya insanlığı savunma adına yapmaları, bizim gibi ülkelere mahsus bir ironi olsa gerek.
Başörtüsüne herhangi bir gölge düşmüş olması ihtimaline, bu denli ağır reaksiyon gösteren kesimin, insanı ve insanlığı bu derece ayaklar altına alması, çok bağlı olduklarını iddia ettikleri inançları gereği mi acaba?
Kadının örtünmesini salık veren İslam dini, düşüncesinden dolayı insanın ve insanlığın ayaklar altında çiğnenmesine onay verir mi? İslami referansları temel alan gerçek iman sahibi hiçbir insanın, bu linç durumunu savunabileceğini sanmıyorum.
Gerçekten inançlı insanların, yaratılan her varlığa sevgiyle ve hoşgörüyle yaklaştıklarını biliyorum. Sorun; kalbinde sevgi yerine kin ve nefret biriktiren, gerçekte ne insana ne de Tanrı’ya saygısı olmayanların bu gerçekliği maskeleyip, dindar görünmek için sarf ettikleri abartılı çabadadır. Çünkü iman ve inanç insanın içindedir, reklam istemez, teşhiriyse hiç kaldırmaz. Gerçekte din adına çok bağıranların, aynı oranda inançtan ve imandan uzaklaştıklarını biliyoruz.
“İmanın kimde olduğu belli olmaz” mütevazi sözünü yalanlarcasına “ben dinciyim” diye bas bas bağıranlar, inancı istismar ederek, bundan siyasi bir çıkar sağlama peşine düşenlerden başkası değildir. 
Aynı şekilde Esra Elönü’nün kendi kimliğini tanımlama adına sarf ettiği söz, hem milliyetçi hem de dinci kesimi çok kızdırmışa benziyor. “Türküm diyemem” sözleriyle Elönü, Turancı zihniyetin büyük “Turancılık” hayallerine halel getirmiş sayılıyor anlaşılan.
Yüzyıllardır “damarlarındaki asil kan” mavalıyla büyüyenlerin, Türklüğü illaki bir asalet gerekçesi olarak görmeyen birinin sözlerine gösterdikleri tepki, çok sürpriz olmasa gerek. “Bir Türk”ün dünyaya bedel olduğu” pohpohlamalarıyla, egosu parlatılan ırkçı kafaların karizması, fena halde çizilmiş olmalı.
Çünkü onlar hangi ırk, milliyet veya inanç grubuna doğmuş olmanın, bir tercih sonucu gerçekleşmediğini hatırlamazlar hiç. Zaten onlara dikte edilen, patolojik üstün ırk dogmalarının asıl amacı da ırkçı kafaları düşünüp sorgulamaktan alıkoymak ve onları statükoya sadık müritler olarak yetiştirmektir.
Tabii fikirlerini beyan eden söz konusu insanlar Şevval Sam ile Esra Elönü,  kadın olunca; bütün bu kemikleşmiş gerici düşünce sahipleri ve sözde müminlerin bağnaz tepkileri, katlanarak ortaya çıkıyor.
Malum, “Kadınsan kadınlığını bil” telkinleriyle, kadının yaşam alanının daraltılıp, nefessiz bırakılmasını olağan karşılayan bir toplum yaratıldı. Bunun için “Kadınlığını bilmeyen”lerin, düşüncelerini söylemeye cesaret etmelerinin, eril topluluk ve onun yanlıları erkek kafalı kadınlar tarafından, ‘cüret’ olarak algılanması normal.
Peki Şevval Sam’ın önümüzdeki günler için kesinleşmiş halk konserlerini dinleyicileri, sevenleri ve halk adına iptal etme hakkını kendinde gören AKP’li belediyelerin bu yaptıklarını nasıl tanımlamalı? Onların sanatçıyı bu şekilde mağdur etme cesareti sergilemeleri, arsız bir cüret değil de nedir?

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.