NEVZAT ÇAPKIN: Toplumsal bunalım

Haberleri —

Toplumsal bunalım, “sistemin kendini sürdürmez duruma düştüğü dönemleri dile getirir” tanımlamasında doğar. Toplumsal bunalımların çok yönlü nedenleri olmakla birlikte başlıcalarını şu şekilde göstermek mümkündür; siyasal, ekonomik, demografik, jeobiyolojik vb. olarak ortaya çıkarlar. Toplum denen olgu insan organizmasına benzer, insan ruhu ve bedeniyle hem dış dünyanın bir modeli hem de toplumsal biçimi gösteriyor. İnsanın vücudundaki sisteme bakıldığında hem toplumsal organizasyonu hem de dünya sistemini bulmak mümkündür.

Toplumun temel özelliği bir bütünen karmaşık gibi gözüküyor olmasına rağmen, aynı zamanda bir uyum içindedir de. Toplum ve birey gerek kendi içinde gerekse de toplumsal organizasyonla bir uyumluluk içerisindedir. Toplumsal bunalımın temel nedeni işte bu uyumun bozulmasıdır ve doğasına aykırı bu sistem içinde kendini bulduğunda bunalım kaçınılmaz bir durum olarak ortaya çıkar. Hatta intihar vakalarının dahi bu uyum derecesiyle ilgili olduğu sosyolojik bir tespittir.
Claude Bernand, “Hayatın temel şartının iç yapıdaki dengeliliğin olduğunu” savunurken, bir başka filozofta aynı paralelde, “Bernand çok haklı insanı öldüren mikrop değil, dengenin bozulmasıdır” diye belirtmiştir. Ölüm döşeğindeyken Louis Pasteur şöyle der: “İnsan ve toplumda denge durumu önemli bir etkendir. Uyum bu dengenin sağlanmasıdır. Ne az ne de çok her ikisi de dengeden çıktı mı bunalıma (intihar) götüren şartlar yaratır. Birey ve toplum yaşamında hızlı değişim, her halükarda onun ahengi dışında bir ritim bunalıma sürükleme nedenidir.”
Bunalım bireyi ve topluluğun ruh hali belirler ve ruh hali de kendini davranışta gösterir. Bunalımın son parolası toplumsal davranıştır. Tehlikeli boyutu ise bu bunalımın uzun süreye yayılmasıdır. Uzun zaman içinde bunalım ortamında şayet sağlıklı çözümler geliştirilmezse amaçlar anlamını yitirir, dolayısıyla birey ve toplum yolunu şaşırır. Hayat anlamını yitirir, anlamsızlık doğal bir hal alır. Bu da toplum yaşamına zehir saçmasına neden olur. Çünkü toplum kendini anlam üzerine inşa etmiş bir olgudur. Toplum anlamı eksik kaldığında insan yığını olmanın ötesinde ne ifade eder ki?
Toplumun canlı bir organizma olduğu genel ortak bir fikirdir. O zaman canlılık ile manayı şu şekilde formülleştirmek mümkündür; canlılık, duygululuk, düşüncelilik ve bilinçlilik olarak özetlenebilir. Bütün bunların toplamı anlamdır. Bilinç insanı diğer canlılardan farklı kılan erdemlerden biridir. Diğer yandan zihnin, düşünmenin, duygunun, duyumun, algının, iradenin, arzulamanın ve anıların farkında olmasını sağlayan yetidir bilinç. Doğal yaşamıyla bir bütünlük ve berraklık içindedir ancak bunalımlı süreçte ve doğallığı içinde olmadığında bulanık ve körleşebilme ihtimali yüksektir.
Ahlak değerleri toplumsal bütünlüğün gerekleridir, uygun toplumsal davranış biçiminin bütünleştirilmiş yapısına olan ihtiyaca yanıt olarak yaratılmış düzenli bir toplumsal bütündür. Bunalımların temel nedenlerinden biri de ahlaki aşınmadır. Bu alanda yaşanan aşınma ve yozlaşma aynı zamanda toplumun bütünlüğüne yönelik bir dejenerasyon yaratır. Ahlaki toplumu bir arada tutmanın bir merkezidir. Dolayısıyla bu alandaki olası durumda yaşanacak bir aşınma her şeyin dağılmasıyla sonuçlanacaktır ve merkez artık bir şeyleri birarada tutamaz bir hal alır.
Sokrates, “Biz bedenimizle uğraştıkça ve ruhumuz bu kusursuzlukla kirlenmeye devam ettikçe, hakikatin yolunu asla bulamayız” diyor. Toplum kendine özgü bir inşayı gerçekleştirmiştir ve bu özgün yapı bölünmeye, parçalanmaya gelmeyecek kadar hassastır. Bir bütündür ve hatta ruhsal organın en önemli işlevi de toplumsal zorunluklara yanıt verecek şekilde düzenlenmiştir. Metafiziksel olan herşeyde toplum yaşamının gereklerine ihtiyaç olma temelindedir. Bunalımın belkide en derin boyutu toplumu metafizik yönünün yadsımasının bir sonucudur. İnsan, yaşamında metafiziğin yadsınması, yaşamın anlamı, insanın anlamı veyahut varlığın anlamı büyük oranda yadsınmış olarak ortaya çıkacaktır. Bu da herşeyin saçma ve anlamsız olması hissini oluşturur. Bunalım yalnızca maddi alanda değildir, bunalımın en derini manevi alanda yaşanır. Bu da insan yaşamında metafiziğin boyutunun çıkartılıp işlevsizleştirilmesidir.
Elbette burada herşey metafiziktir anlamında belirtmiyoruz. Ama metafizik insan ve toplum yaşamında önemli bir yer tuttuğu hakikati var. İnsanın potansiyeli sınırsız olsada yine de mevcut olanaklarla ancak onun gerçekleştirilmiş olduğu şeylere bakarak tanıma şansına sahip olabilir. Toplum ancak yarattığı yapılarla ve kültürel yani tarihin içinde ortaya çıkardıklarıyla hem insan hem de toplum olarak tanımlanabilir. İnsanın gerçekleştirdikleri bazında tanınabileceği tek alan olarak tarih gösterilir. Tarih bir bakıma geçmişin sürekliliği anlamında gelenekselliktir. Aklın gelişimi de yine tarih içinde öznelerin birbirlerini etkilemeleri yoluyla özneler arasılık (toplumsallık ilişkisi) zeminde gelişmiştir…
Aşırı uçta öznelik ve nesnellik ikililiğin doğması idealizm ve metaryalizmin iki karşıtı kutup gibi bir zıtlığı yansıtır. Metaryalizm ise zihnin gerçekliğini ve onun önemini yansıtır. Ve her şeyi maddeye indirgemektedir. Toplum gibi oldukça karmaşık bir doğayı mühendislik çalışmaları biçiminde projelendirmek tarih boyunca bunalımlara çare olmadığı gibi aksine bunalımları daha da derinleştirmiştir. Bu durum, toplum doğasını eksik ve yanlış tanımayla ilgili olduğu kadar önerilen çözüm maddelerinin de ütopik olmaktan öte bir anlam ifade etmemesidir.
Yine Freud içsel olanın gerçek ve ulaşılabilir dışsal olanın ise bir yansımadan ibaret olduğunu varsaydı. Mistisisizmin birçok kolu da bu görüşü benimsedi. Diğer bir uçta ise davranışçılık dışsal olanın gerçek olduğunu varsaydı. Fakat onun içsele olan ilişkisini yansıdı ve birçok düşünür akım parçalı ve tahlil yaklaşımları sonucu toplumu ruhsuz, psikolojisi farklılaşan kültürle doğanın birbirinden ayrılması hem her çeşit göreliğe hem de doğmalara yol açtı. Oysa hakikat, “Zihin ve madde arasındaki yaratıcı diyalog evrendeki tüm yaratıcılığın ve aynı zamanda insanın yaratıcılığının temelidir.” İçsel ve dışsal “antegonist” değil bir ikilik yaşamaz. Çünkü zihin içsel dünyasıyla iradenin dışsal dünyası birbirini doğururlar.
Kuantum dünya görüşü, “bize dünyamızın zihin ve beden içsel -dışsal, özne-nesne, insani kültür ve doğal dünya arasında karşılıklı yaratıcı diyalogtan meydana geldiğini söyler.” Bilim ve felsefe hatta din ve sanat bile ağır toplumsal bunalımlara yanıt olma ihtiyacıyla yakından bağlantılı olarak gelişmişlerdir. Bu gerçeklik yola çıkarsak; toplumsal bunalımın çözüm anahtarı özgürlüktür. Özgürlüğün yaşam zemini, toplumsal doğanın işlevsel kılınmasındadır. Toplum doğal işleyişiyle tüm dinamiklerin devletti uygarlık zincirlerinden koparılması toplumsallık işleyişin işletilmesidir. J.J.Rousseau, “insan hür doğar ama her yerde zincire vurulmuş durumda” diyor. Hür olmak insanın doğasıdır. Hür yaşamak ise toplumsal varlık içinde bir hürlüktür.
Özgürlük uygarlığın getirdiği bir şey değildir. Özgürlüğün en fazla olduğu dönemler her tür uygarlıktan önceki dönemdir. O zamanlar özgürlük sorunu insanın doğal yaşamında sorun değildir. Ne birey ne de toplum bunu savunacak bir durumdaydı. O zaman “özgürlük çığlığı ya uygarlığın belirli türlerine ya da uygarlığın kendisine karşıdır.” Uygarlık gerçeği bütün insani ihtiyaçları ve insanları tutsaklaştıran zincirler oluşturdu. Zincirlerle bağlanan kökünden anacıl olan toplumsallıktan kopup kendi emeğiyle yaşam kaynağıyla beslenmeyen birey ve toplumun bunalımlı olmaması düşünülemezdi.
Hz. Muhammed’in şu çarpıcı tespiti özellikle Ortadoğu toplumuna uyarlamak öğreticidir. Hz. Muhammed, bu dünyada üç tip insandan söz eder: Birincisi, kavmin aşağısına düşen yüce kişi, ikincisi, yoksullaşan zengin ve üçüncüsü de cahillere oyuncak olan bilgin.
Birincisi; Ortadoğu kültürü bir kişiliktir ve evrensel karaktere sahiptir. Ve yarattığı yüce kişilik bütün insanlığa ışık oldu. Bugün Ortadoğu karanlık ve bunalım içindedir.
İkincisi; Ortadoğu’nun yarattığı insansal devrimlerle kültür ve medeniyetlerle hem maddi hem manevi zenginlik bu coğrafyadan ortaya çıkmış ve anlam bulmuştur. Ama bugün yoksul ve perişan durumdadır.
Üçüncüsü; Cahillere oyuncak olan bilgine de yine Ortadoğu’nun din, felsefe ve ahlaki yaşamın tüm alanında hem teori hem pratiksel olarak öncülük etmiş bir coğrafyanın ulemaları, düşünürleri ve yaşam filozofları, kahin, sihir, büyü ve gerçeklikten uzak olmaları ile adlandırmaktadır. Ortadoğu hakikat bilginliğinde demokratik uygarlık gerçeği yatmaktadır.
Sonuç olarak toplumsal bunalımın temel nedenlerinden biri toplumsal gerçekliğiyle bağdaşmayan bir ağ içinde kendini bulmasıdır. Devletçi uygarlık ki bu bunalımın nedenidir. Gerçekliğin ve yansıtılması arasında büyük bir fark olduğu bir gerçek. Zaten söylem ve gerçeklik, uygunluk içinde olsaydı bunalımdan sözedilemezdi.
Demokratik uygarlığın ölçütü ise mazlumu korumak ve komşusu aç iken kendisi tok olmamaktır. Demokratik uygarlıkta toplumsal bunalımdan söz edilmez. Çünkü gelişimin dinamosu toplumsal gerçekliktir, bunalıma yol açmayacak karaktere sahiptir. Bir de devletli uygarlıkların başlamasına ivme kazandırır. Devletli uygarlığın tarihi, bir anlamda baskı ve sömürü yöntemlerini sürekli yenilemesi ve geliştirilmesiyle tanınıyor, biliniyor. Buna karşı direnenlerin özgürlük ile eşitlik felsefesi ve eylemlerinin gelişimi aynı zamanda demokratik uygarlığın tarihidir de…
* Şakran Cezaevi

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.