Nurcan hep çocuk bir kadındı

Haberleri —

28 yıldır mapustu Nurcan. Gencecik yaşta girdiği zindanda, memleketin birçok hapishanesini dolaşmıştı. Zindanda büyümüş, zindanda olgunlaşmıştı. Her insan için zor zamanların dostluğu bir başkadır… Sevgili Nurcan’ı yitirmiş olmak onu tanıyan tüm mapusdaşları gibi benim için de ağır… Üzgünüm, hem de çok üzgünüm. Sevgi toprağıyıldızlar yoldaşı olsun.

FÜSUN ERDOĞAN

Hapishanede en sıkıcı zamanlar  uzun bayram tatilleri. Yine böyle on günlük bayram tatilinde koğuşdaşım Nurcan’la başladık sohbetimize. Günlere yayılan muhabbetimiz yetmezmiş gibi, gün içinde değişik zamanlarda beni yakalayıp hemen not etmemi istemesi aramızda bir espiri konusu olmuştu artık. Hakikaten çok farklı bir yaşam öyküsü vardı Nurcan’ın. Tutsaklığının 23. yılında olmasına rağmen, neşeli çocuk haliyle özel bir insandı benim için…

Nüfusa göre 1970 yılında doğmuş. Köy muhtarı ablasıyla birlikte komşu köye gelen nüfus memurunun karşısına çıkarmış onları. Boylarına bakan memur onları boy sırasına göre nüfusa kaydetmiş.

Babasının ilk eşinden 6 çocuğu olsa da, bunlardan sadece ikisi hayatta. Annesinden ise dördü erkek, üçü kız yedi kardeşler. Nurcan ise altıncı çocuk. Mardin’in Mahserte (Ömerli) kazasına bağlı Hacya (Sulakdere) köyünden. Küçüklüğünde 40 haneli küçük bir köymüş Sulakdere. Ailesi çok yoksulmuş. Verimsiz, küçük bir parça toprak dışında hiçbir şeyleri yokmuş. O verimsiz topraktan elde ettikleriyle geçinmeye çalışıyorlarmış. O zamanlar bahçeden elde ettikleri ürünlerle temel gıda maddelerini takas yapmak suretiyle yaşıyorlarmış. Abisinin Adana’da çalışarak biriktirdiği parayı ve başlık parasını birleştirerek birkaç keçi almış babası. Fakat kısa bir süre sonra o keçilerde çalınınca, köy yerinde yeniden hayvansız kalırlar.

Mağarada yaşadılar

Babası saf temiz emekçi bir insanmış. Ama eve ve annesine, çocuklarına karşı hiç çekilmez bir adammış. Babasıyla annesi arasında çok fazla yaş farkı varmış. Annesi neredeyse üvey çocuklarıyla akranmış. Dedesi annesine sormadan annesini verip, evlendirdiği için annesi evlendikten sonra babası tam dört yıl annesini babasının evine götürmemiş.

Annesiyle evlendiklerinde bile evleri yokmuş. Mağarada yaşarlarmış. Mağarada ne gaz lambası ne de bir başka aydınlatma aracı varmış. Ateş yakarak aydınlatıyorlarmış mağarayı. Üvey abi ve ablaları da o mağaralarda büyümüşler. Babası annesiyle evlendikten kısa bir süre sonra 3 abisi ve 2 ablası evleniyorlar. Ablalarından biri de babası döve döve zorla Suriyeli yabancı bir adama vermiş. Ve o ablasından bir daha haber alamamışlar.

Nurcan’dan önce doğan 2 kız ve 2 erkek çocuk kızamık oluyor. Köylerinde de yakın köylerde de o zamanlar bir sağlık ocağı bile yokmuş. Babası o zaman penceresi olmayan, küçük bir taş odada sobayı yakıp, çocukların üzerini de sımsıkı kapatıp, tuzlu tavuk suyunu da içirince bir abisi ve ablası o gün ölüyor. Diğer iki çocuk da tesadüfen kurtuluyor. Nurcan ölen abi ve ablasının büyük ihtimalle havasızlıktan öldüğünü düşünüyor.

Çocukluğu yoksulluk ötesi sefalet içinde geçer Nurcan’ın. Ev olarak uyduruk bir göz damda geçer tüm çocukluğu. Köyde okul olmadığı için köyün bütün çocukları gibi ilkokula da gidemez. Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen, bugün bile köylerinde okul olmadığının altını çiziyor Nurcan…

Nurcan bir gün et yiyen komşularını görünce, eve gelip annesinden et ister. Oysa o kadar yoksullardır ki, her gün karınlarını doyurmak bile büyük bir sorundur. Annesi et olmadığını söyleyince, baldırını gösterip, buradan kesip yap dediğinde annesi büyük bir çaresizlik içinde oturup ağlamış.

Küçük yaşta çobanlığa başlamış. Nurcan kuzu, erkek kardeşi de keçi çobanıymış. 1987’de Adana’ya göç edinceye kadar da çobanlık yapmış.

Siyasetle tanışma

Amca ve abisinin çocukları siyasetle ilgilenirlermiş. Bir kısmı KUK’çu, bir kısmı da Rızgari’denmiş. Köyde iki sülalenin fertleri siyasetle içli dışlıymış. Nurcan’ların sülalesi, Şerif bunlardan biriymiş. Diğeri de Arabi sülalesiymiş. Bu nedenle köyleri çok zulme, baskıya maruz kalmış. 12 Eylül darbesi olunca, Adana’da yaşayan bu kişilerin hepsi köye kaçmış. Gündüzleri köye iner, geceleri de dağda kalırlarmış. Bir süre sonra köyün gençleri de geceleri dağda kalmaya başlamışlar. Bir gün bir ihbar nedeniyle asker köyü basar. O gün de köyün gençleri tesadüfen dağa çıkmamışlardır. Sabah erkenden sürüleri dağa götüren çobanların önleri askerlerce kesilir ve dağa gitmelerine izin verilmez. Tüm köylüleri yaşlı, çocuk, genç, kadın, erkek demeden köy meydanında toplarlar. Erkekleri tek sıra halinde düzerler. Kadın ve çocukların bir küme halinde kalmalarına izin verirler. Sonra bir bölüm asker kadınların ve çocukların etrafını çevirirler. Bir kısım asker de evleri aramaya başlar. Evlerde silah olarak sadece kırma dedikleri tüfeklerden bulunur. Onları da yere vura vura parçalarlar. Sonra da köyün gençlerini de yanlarına alarak köyden ayrılırlar. Öğleden sonra askerler yeniden köye gelirler. Bu defa köyde kalan çocukları, yaşlı erkekleri ve kadınları toplarlar. Sabahki arama esnasında bir kadının köye inmeye çalışan devrimcilere kaçmaları için bağırması üzerine kadınlara hakaret eden askerler bu defa kadınları “sizi tarayacağız” diye tehdit ederler. Ve bu ikinci baskında yaşlı erkekleri ve çobanlık yapan küçük çocukları da yanlarına alarak köyden ayrılırlar.

Baskılar nedeniyle aile köyde barınamaz. Özellikle mücadelenin başlamasıyla köyde en son 7-8 ev kalmıştır zaten. Köyün dağlık olması nedeniyle askerler ”gerillalara yardım yataklık” yaptığını iddia edip, köyü boşaltmaları için baskı yapar. Bir ihbar nedeniyle ağabeyleri gözaltına alınır. Köyü terk etmedikleri takdirde hepsinin öldürüleceği tehdidiyle karşı karşıya kalırlar.

O yıllar geceleri gerillanın köye indiği, gündüzleri de askerin köyü bastığı zamanlardır. Asker geldiğinde yazın sıcağı, kışın karını dinlemeyip, hepsini bir köy meydanına toplayıp, saatlerce bekletirmiş. Tehdit ve propagandayla geçermiş saatler. Yine bir gün operasyon olur. O gün kuzuları erken getirmiş, evde tek başınadır. Asker evdeki her şeyi birbirine katar. Komutanın biri Kürtçe konuşuyormuş. İsmini sormuş. Söylemeyip, komutandan ismini söylemesini ister. Ve ancak ondan sonra ismini söyler.

Adana’dan gerillaya katılır

O yıllarda köye gelen gerillaların tümü erkekmiş. Kadın gerillayla hiç karşılaşmamış. Nurcan gerillalarla birlikte gitmek istemiş. Fakat yaşının küçüklüğü nedeniyle kabul etmemişler. Köyünde gerçekleştiremediği düşünü Adana’da gerçekleştirir

1987 yılında Çukurova’ya taşınmışlar. Sırasıyla Dağlıoğlu ve Havuzlubahçe mahallelerinde ikamet etmişler. Taşınırken köyden Mardin’e kadar hep ağlamış. Ailece eşyalarıyla birlikte kamyon kasasında yolculuk yaparlar. Bu zorunlu göçü anlatırken, bunun kendisini çok etkilediğinin altını çizmeyi unutmuyor Nurcan. Adana’da hep çalışır. Hiç okula gitmez. Tam üç yıl boyunca tarlalarda ırgatlık yapar. Ne okuma yazma ne de Türkçe öğrenmiştir buralarda çalışırken.

Köydeyken gerçekleştiremediği gerillaya katılımı gittiği Adana’da gerçekleştirir. Mahalleden 2 genç kadın ve 2 erkek arkadaşıyla birlikte gerillaya katılır. Genç kadınlardan biri halasının kızıdır. Nurcan bugün bile yaşını tam olarak bilemediği için gerillaya katıldığında kaç yaşında olduğunu bir türlü çıkaramadık.

Gerillada ilk günler

Gerillaya ilk katıldığında Güney-Batı (Maraş) tarafına giderler. İlk yolculukları ise hayli meşakkatlidir. Antep’te onları alacak kişi gelmeyince, geri dönmeleri söylenir. Ama itiraz ederler. Çünkü evden bir kez kaçmışlardır ve bunun geri dönüşü olmaz. Bunun üzerine orada bekletirler. Sonra kurye onları alıp bir köye götürür. 5 gün o köyde kalırlar. Elbiseleri uygun olmadığı için elbise gelmesini beklerler. Elbiseler geldikten sonra da, dağa çıkarlar. O alanda Kandil dedikleri bir bölgeye giderler. Naylondan çadır yapmıştır gerilla. Hepsi naylonun içerisinde kalırlar.

Grupta Güneyli Aslan dedikleri bir yoldaşları vardır. Uykuları gelmediği için halasının kızıyla onun yanına giderler. Aslan onlara yağmurun nasıl oluştuğunu anlatır. Ama anlatılanlara inanmazlar. Çünkü yağmuru yağdıranın Allah olduğuna inanıyorlardır. Köydeyken namaz kılar, oruç tutarmış.

O süreçte operasyonlar çok fazla olduğu için askeri eğitim hiç almamışlar. Siyasi eğitim de çok kısa ve Türkçe olduğu için Nurcan hiçbir şey anlamaz. İki çatışmayı silahsız geçirir. Çünkü o süreçte Güney-Batı’da silah yokluğu da çekmektedir gerilla.

Nurcan burada iki yıl kalır. Bir akşam gruplara ayrılırlar. Birlikte yola çıktığı ve hep birbirlerine destek oldukları halasının kızıyla ayrı gruplara düşerler. Bunun için çok ağlar hala kızı. Ayrılıkları da bir o kadar zor olur. Bu zorlu ayrılıktan tam 10 gün sonra BBC’den 7 yoldaşının şahadet haberini duyar Nurcan. Halasının kızı da o grubun içindedir. Nöbet yerindeki arkadaşlarının yanına gittiğinde alır bu haberi. Ayrılık anını hatırlar. Anılarına karışır gözyaşları…

Nurcan artık Amanoslar’dadır

Daha sonra Amanoslara geçer Nurcan’ın. Keşif grubu olarak o bölgeye gitseler de, hepsi bölgenin yabancısıdır. Gruptaki arkadaşlarından biri Mardinli, biri Rojavalı, bir diğeri de Islahiyeli bir öğrencidir. Grup toplam 14 kişidirler. Ancak bölgeye geldiklerinde gruptan kaçanlar olur, şehit düşenler olur. Şu anda da o gruptan hapishanede Nurcan’la birlikte yaşayanların sayısı üçtür.

Köy yaşamından dolayı gerillada pek zorlanmaz Nurcan. Esas zorluğu siyasi olarak geri olmasından ve dil sorunundan dolayı yaşar. O zamanlar eğitim materyalleri tümüyle Türkçedir. Yine eğitimler de Türkçe verilmektedir. Nurcan ise birkaç cümle dışında Türkçe bilmediği gibi okuma yazma da bilmez. Bu halini şöyle özetliyor koğuş arkadaşım: “Bir hareket içindesin, bir birikiminin olması gerekiyor. Benim grubumda okuma-yazma bilmeyen bir arkadaş vardı. Diğerlerinin okuma-yazması vardı. İçinde bulunduğum gruplarda tek kadındım. Ancak erkek arkadaşların yardımını çok gördüm. Daha saygılı ve korumacı yaklaşıyorlardı. Bu nedenle hiç zorlanmadım. Oradaki yaşamın en zor yanı regl dönemleri oluyordu. Ben köyde o dönemleri de bütün zorluklarıyla yaşamıştım. Hatta daha beterini görmüştüm. Regl dönemlerinde yanımda götürdüğüm bezlerle ve eski atletlerimle idare ediyordum. Çok erzaksız kalıyorduk.”

Amanoslar’da köylere inemezlermiş. Dağ köylerinde yaylalarda parayla bile bir şey alamazlarmış. Banyo sorunu başlarının belasıymış. İki yıla yakın zamanda gittikleri köylerde 3 ya da 4 defa ancak banyo yapabilmiş. Sadece saçlarını yıkayabiliyormuş.

Bir grup arkadaşla yeni gelecek bir grubu karşılamak üzere bir noktaya giderler. Bekledikleri grup gelmeyince, üç gün üst üste aynı noktaya gitmek zorunda kalırlar. Bu esnada erzakları tükenir. Grupta üç kişilermiş. Yol kenarındaki yerleşim yerine sivil kıyafetlerle gidip yiyecek almak için bir plan yaparlar. Gerillada bir yere kural olarak tek kişi gidilmezmiş. Aralarında bir tartışma yaparlar. Nurcan’ın sivil giysisi olmadığı için iki erkek arkadaşın gitmesinde karar kılarlar. Ormanın içinde silahları Nurcan’a bırakarak iki kişi yiyecek bulmak için yerleşim yerine inerler. Ancak yerleşim yerine varmalarıyla arkalarına sivil polislerin takılması bir olur. Gördükleri bir lokantaya girip, adamların geri dönmesini beklemeye karar verirler. Niyetleri o boşluktan yararlanıp kaçıp izlerini kaybettirmektir. Fakat planları hiçbir işe yaramaz. Lokantaya girmeleriyle adamların üzerlerine atlayıp, derdest etmeleri bir olur. Ve Nurcan bilmediği bir bölgede ormanın içerisinde tek başına erzaksız kala kalır. Arkadaşlarının dönmesini çok bekler. Ne bir ses ne bir hareket vardır ormanda.

Ormanda yalnız başına nereye gideceğini bilemeden kala kalmış. Sisin egemenliğini ilan ettiği ormanda bir müddet yürümüş. O gün akşama kadar beklemiş. Akşam ormanın kıyısındaki köye gidip arkadaşlarını sormaya karar vermiş. Bir gün önce en kenarda ışığı yanmayan evin ışıklarının yandığını görünce, o eve gitmek üzere yola koyulmuş. Eve gidip pencereyi tıklatmış. Ses gelmeyince, kapıya yönelmiş ve kapıyı çalmış bu defa. İçeriden iki genç çıkmış. Çat pat Türkçesiyle onlara; “Korkmayın ben devrimciyim, size bir şey yapmayacağım. Size bir şey soracağım” demiş ve bir gün önce köyde neler olduğunu sormuş. Gençler bir şey bilmediklerini söyleyince, bir bardak su isteyip içmiş ve oradan ayrılmış.

Daha sonra da asfaltın diğer tarafındaki dağa yakın eve yönelmiş. Evin etrafında çit varmış. Bir de yaşlı bir adamla köpeği. Ona da aynı şeyleri söyleyip, kendisinden ona bir zarar gelmeyeceğini söylemiş. Adam Nurcan’ı içeri çağırmış. Ancak kabul etmemiş. Adam köyde polis devriyesi olduğunu, oraya nasıl geldiğini sormuş. İçeri girse de adama güvenmez Nurcan. Köyde iki kişinin lokantada yakalandığını söyler adam. Ardından da yemek yemesi için kalmasını önerir. Adamın önerisini geri çevirir. Yiyecek bir şeyler ister. Yiyecekleri aldıktan sonra da hızla oradan ayrılarak ormana girer. Ancak ormanda nereye gideceğini bilemez. O an kendisini çok kötü hisseder. Dört gün ormanda o halde yaşar.

Ve pusuya düşmüştür

Beşinci günün akşamında yani 31 Temmuz 1992’de pusuya düşer. Çaresizlik içerisinde yine o eve gitmeye karar verir. Ev sahiplerinin onu taksiyle Maraş’ın kazalarından birine bırakmalarını istemeyi düşünür. Eve yaklaşır. Tam evi çevreleyen tellerden geçmek için ayağını kaldırdığı anda bir gürültü kopar. Ay ışığında onu görmüşlerdir. Kendisini yere atar. Ancak yaralanmıştır. Kurşun ayağına saplanmıştır. Mendille ayağını bağlar. Fakat kan bir türlü durmak bilmez. Silahları ormanda saklamış, yanına silah almamıştır. Sabaha karşı gözleri kararır. Sanki dipsiz bir kuyudaymış gibi özel timcilerin seslerini duyar.

Önce Kürtçe kod ismiyle çağırırlar Nurcan’ı. “Sen yaşıyorsan elini kaldır” derler. Nurcan yarı baygın bir haldedir. Öylece hiç kımıldamadan kalır. Kendi aralarındaki konuşmaları dinler. Ayak sesleri kulağına gelir. Birileri “üzerine toplanmayın silahı yoktur” der.

Hastane yerine işkence seansları 

Oradan nasıl alıp götürdüklerini hiç hatırlamıyor. Gözünü açtığında kolundaki serumu görür. Sonra Nurcan’ı yaralandığı yere götürürler. Amaçları Nurcan’ın nereden geldiğini tespit etmektir. Nurcan ana yoldan geldiğini söylese de, onu ormana götürürler. Silahın nerede olduğunu söylemezse öldürmekle tehdit ederler. Önce Nurcan’ı soyarlar. Sonra gözlerini bağlayıp, namluyu şakağına dayarlar. İçlerinden birisi “gebertin” talimatı verdiğinde de diğeri tetiğe basar. Boş silahla yapılan bir denemedir bu…

Nurcan’la tercüman aracılığıyla konuşurlar. Nurcan silahını kaybettiğini söylediğinde, biraz daha uğraşıp elbiselerini verirler giymesi için. Sonra yerde sürükleyerek araca götürürler. Arabada tekrar gözlerini açıp, nereden geldiğini öğrenmeye çalışırlar. Bir şey bilmediğini söylediğinde silahın kabzasıyla göğsüne vurunca bayılır. 8-9 gün kadar gözaltında kalır Nurcan. Sürenin kısalığını ondan önce gözaltına alınan arkadaşlarına bağlıyor. Onlarla birlikte savcılığa çıkarılmış. Yaralı olduğu ve hayli fazla kan kaybettiği için olsa gerek ki, gözaltında sık sık bayılır, ağzından köpükler gelir.

Bir gün gözleri bağlı halde bir grup askerin içine atarlar Nurcan’ı. Biri çimdikler, biri ayağına basar, diğeri taciz eder. Gözaltı boyunca hiç yemek yemez. Sadece su içer. Gözaltı süresi dolduğunda da, önce basına çıkarırlar onları. Nurcan yürüyemediği için asker önce onu götürür, sonra diğerlerini getirirler. Önce yakalanan erkek arkadaşlarından biri Nurcan’ı tutar. Basına gösterildikten sonra da savcılığa çıkarılırlar.

Gözaltındayken birkaç defa iğne vururlar Nurcan’a. O iğneyi vurduklarında Nurcan çok kötüleşir. Bunu bir tavuğun kafasını kesip bıraktıktan sonra çırpınmasına benzetiyor. Çünkü o da iğneden sonra öyle çırpınırmış.

İdamla yargılandı

Nurcan’ın ilk hapishanesi Malatya E Tipi Cezaevi olmuş. Orada 10 ay kalmış. İdamla yargılanmış. 3 ya da 4 kez duruşma yapılmış. Ve mahkeme müebbet hapis cezası vermiş. Ceza alır almaz Mayıs 1993’de Amasya Hapishanesine gönderilmiş. Orada tam 9 yıl kalmış. Sonra sırasıyla Sivas, Elbistan, Mardin/Midyat hapishaneleri. Şimdilik  son durağı Gebze Kadın Kapalı Hapishane. Bu sohbeti yaptığımızda koğuş arkadaşım Nurcan 22 yıllık mahpustu.

İlk hapishaneye götürüldüğünde hem yaralıdır, hem de hapishane yaşamına dair bir bilgisi de, deneyimi de yoktur. Ayrıca bir gerilla olarak bu şekilde yakalanmış olmasını ilk başlarda kabullenemez. Dört duvar arasında yaşam onu hem psikolojik olarak bunaltır, hem de hapishane yaşamı dil bilmediği için zor gelir Nurcan’a. Ancak bütün bu sıkıntılarını birlikte kaldığı kadın arkadaşları sayesinde aşar. İlk hapishaneye götürüldüğünde askerden onlar teslim alırlar Nurcan’ı. Battaniyeyle içeriye taşırlar. Gurbeteli Ersöz, Dev-Sol’dan Şerife Doğan’la karşılaşır önce. Şerife hemşireymiş. Revire çıkarırlar ve hastaneye sevk edilir. Hastanede yarasına bakılır, ayağı alçıya alınır. Sonra da hapishaneye gönderilir. Hapishane doktoru her gün koğuşa gelerek, yaralarını kontrol eder, iğnelerini yapar. Bir hemşire arkadaşı da yaralarının pansumanını yapar. Bir leğenin içine koyarak banyosunu yaptırırlar.

Gurbeteli ile birliktedir

Geceleri uyku tutmaz Nurcan’ı. Çünkü dağdayken gündüzleri uyuyup, geceleri yürürlermiş. Yine uzun süre yerde yatmaktan kaynaklı yatak ona çok yumuşak gelir. Bu nedenle koğuş ahalisi uyuduktan sonra, yaralı ayağına rağmen, sürüne sürüne ranzadan inip, içerideki tahta bankın üzerinde yatıyormuş. Sabahları arkadaşları onu yatakta bulamayınca, yine firar etmişsin diye takılırlarmış Nurcan’a. Sonra arkadaşları ona eski elbiselerden ince bir minder yaparlar yatak diye. Uzun süre o minderin üzerinde uyur Nurcan.

Düzenli beslenmesi için arkadaşları özel bir düzenleme de yaparlar. Zira hapishanelerde böyledir. Hastalar için her daim ek bazı gıda maddelerinin alınmasına çalışılır. Fakat Nurcan ısrarla onlarla birlikte alt katta yapmak ister. Gurbetelli buna engel olup, kızarmış her defasında. Tuvalet için de bir kasayı keserek oturak yaparlar.

Bulunduğu hapishanede banyo toplu yapılırmış. Arkadaşlarının hamama gittiği bir gün uzandığı yerde uyuya kalır. Rüyasında polislerin kendisini gözaltına almaya çalıştığını görür. Rüyanın etkisiyle bağırıp, konuşmaya başlar. Çığlıkları üzerine Gurbetelli Nurcan’ı uyandırıp, sakinleştirir. Bu kabusları da uzun sürmez zaten…

Bir de ilk hapishane günlerinde arkadaşları kahvaltıyı bahçede yapacağız deyince, bizimki sanmış ki, tarlada kahvaltı yapacaklar. Kahvaltı için indiğinde bahçe dedikleri yerin beton duvarların ortasındaki havalandırma olduğunu anlar.

“Aha yine soğan atacaklar…”

O zamanlar diğer koğuşlardaki devrimci gruplardan tutsaklar çok sık slogan atıyorlarmış. Türkçesi olmadığı için de sloganı soğan olarak anlamış. Zaten soğanın da ne demek olduğunu da bilmiyormuş. Bir defasında arkadaşları slogan atmaya gidince Nurcan, “Aha yine soğan atacaklar” deyince millet kahkahayı patlatmış.

Gurbetelli’yle kısa bir süre kalmışlar. Ancak Nurcan Türkçe ve Zazaca bilmediği için sohbet etme koşulu olmamış. Gurbetelli’nin çat pat Kürtçesi ile anlaşmaya çalışmışlar. Hem yaralı hem de gerilla olduğu için Gurbetelli’nin onu bir anne gibi sevdiğini söylerken gözlerindeki özlem ve keder gözümden kaçmadı. Gurbetelli’nin tahliye günü yaklaştığında geceleri bir odada daktilo ile bir şeyler yazdığını, kendisinin de geceleri uyuyamadığı için onun yanına gittiğini. Bir gün yine yanına gittiğinde onu uyumayı gitmesi için ikna etmiş. Nurcan minderinde kıvrılıp uyumuş. Bir ara uyandığında Gurbetelli’nin yatağına değil, Nurcan’ın minderinin yanına bir şey atıp, ona sarılarak uyuduğunu görmüş.

Eskiden hapishanelerde esaslı tahliye törenleri yapılırdı. Gurbetelli de tahliye töreninde ardında bıraktığı arkadaşlarını sımsıkı sarılarak öpmüş. En son Nurcan’a sarıldığında da, kulağına “Seni bıraktığım için çok üzgünüm. Ama ben senin silahını yerde bırakmayacağım” demiş. Yıllar sonra Amasya hapishanesinde Gurbetelli’nin şehit düştüğünü öğrendiğinde kriz geçirmiş…

Üç defa ‘Küçük Peşmerge’yi okudu

Nurcan ilk tutsaklık yıllarında dil, okuma-yazma bilmemenin sıkıntısını çok çekmiş. 1994 yılına kadar da doğru dürüst Türkçe öğrenememiş. Önce okuma yazma öğrenmiş. Üç defa “Küçük Peşmerge” kitabını okuduğunu ve kitabı ancak üçüncüde anladığını keyifle anlattı. Önce harfleri çözmüş, sonra hece ve kelime, en sonunda da cümle kurmayı öğrenmiş. Öğrenme süreci onun 2-3 yılına mal olmuş. Dil bilmemesinden dolayı da onca yıl millet Nurcan’ın potlarına hayli gülmüş. Burada özel olarak kaydetmeliyim ki, Nurcan hapishanede karşılaştığım kendi çapında çok okuyan ender kadınlardan biridir.

Nurcan’a 22 koca yılı hapishanede nasıl devirdiğini soruyorum. Her zamanki gibi saf ve içten, çocuksu gülümseyiş ve mimikleriyle yanıtlıyor beni: “Yoldaşım herkes için cezaevi zordur. Benim gibi insanlar için çok daha zor. Okuma yazma bilmemek, dil bilmemek çok büyük zorluk. Mektup yazamazsın, okuyamazsın, derdini anlatamazsın. Arkadaşlar yardımcı olduklarında da, onların zamanını almak da zoruma gidiyordu. Kaldığım yerlerde bir ben, bir de başka bir arkadaş vardı benim gibi. Diğerleri hep okumuştu. 1995-1996 yıllarında gazete dergi okumaya, kendi mektuplarımı yazmaya başladım.”

Türkçe okuma yazma öğrendikten sonra, hapishanede hayatı daha bir kolaylaşmış Nurcan’ın. 2007-2008 yıllarında Azadiya Welat okuyarak Kürtçe okuma-yazmaya başlamış. Daha sonra da Kürtçe kitaplarla dilini geliştirmiş. Şu an Kürtçe yazıp-okuyor.

Nurcan’ın 9 yıl daha mahpus yatması lazım. Dışarı çıktığında zorlanabileceğinin farkında. Ancak topluma adapte olacağını düşünüyor. Karşısındaki insanların onu anlayacağını sanmıyor. Fakat “gücüm neye yeterse onu yaparım” diyor. Özcesi dışarıdaki yaşama dair soruları hem çok fazla, hem de çok soyut.

Nurcan tutuklandıktan sonra ailesi tüm yoksulluğuna rağmen onun yanında olmuş, emek vermiş. Görüşüne geliyorlar, mektup yazıyorlar. Nurcan,  çocuk yaşta girdiği hapishanede orta yaşlı bir kadındı artık. Saçlarına düşen aklar ise, 22 yıllık mahpusluğun karşılığıydı. 24 saat kapalı bir ortamda 22 yıl kalmanın fiziki ve psikolojik etkilerini elbette yaşamış. Ancak, özellikle vurgulamalıyım ki, Nurcan 22 yıllık mahpus olduğunu söylemese, sanırsınız ki, daha yeni hapishaneye düşmüş, neşeli, şen şakrak, sevgi ve umut dolu bir kadın.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.