Öcalan okumaları

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kitaplarına önsöz yazan, görüşlerini değerlendiren dünyaca ünlü tanınmış isimlerin yazılarından oluşan “Özgür Yaşamı İnşa Diyalogları” kitabının, ‘Dokumak ve Bağlantılar Kurmak’ bölümünde, Öcalan’ın düşünceleri, dünyadaki diğer öncü ve hareketlerin düşünceleriyle karşılaştırılıyor.
EYLÜL ARAM
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kitaplarına önsöz yazan, düşüncelerini değerlendiren dünyaca ünlü entellektüellerin kaleme aldığı Öcalan değerlendirmeleri, Aram Yayınları tarafından Nisan 2019’da baskısı yapıldı. Editörlüğünü Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kürdistan’da Barış İnisiyatifi sözcüleri Havin Güneşer ve Reimar Heider’in yaptığı kitapta
Dört bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde Öcalan’ın çeviri kitaplarına yazılan önsözlere yer veriliyor. İmmanuel Wallerstein’dan Antonio Negri’ye kadar uzanan bu skalada düşünürler, Öcalan’ın düşünceleriyle nasıl tanıştıklarını anlatırken, kapsamlı değerlendirmelerde bulunuyorlar.
“Uygarlığın Kökenleri” adlı ikinci bölümde Öcalan’ın yazılarındaki insanlık tarihi anlatısı irdelenirken, Sümer Uygarlığından monoteizmde iktidar örgütlenmesine uzanan bir skalada değerlendirmelere yer veriliyor.
“Siyaset Felsefesi ve Siyasal Eylem” adlı dördüncü bölüm Öcalan’ın yöntem ve kuramının özelliklerini ele alan yazıları içeriyor.
Esasında bizlerin irdeleyeceği bölüm “Dokunmak ve Bağlantı Kurmak” adlı üçüncü bölüm. Öcalan’ın düşüncelerine mekansal ve karşılaştırmalı bir bakış açısıyla dünyadaki deneyimler ve yaklaşımlar ele alınırken, Avukat ve Yazar Dr. Radha D’souza; San Francisco Antropoloji ve Sosyal Değişim Bölümü Kurucu Başkanı Prof. Andrej Grubacic; Latin Amerika toplumsal hareketlerinde çalışmalar yürüten ve eğitimler veren Raul Zibechi yazılarıyla Öcalan karşılaştırmalarına yer veriyor. Bu bölümü biraz daha yakından mercek altına alıyoruz.
Ortadoğu ve Güney Asya halklarına sesleniyor
Güney Asyalı bir kadın olarak Öcalan’ı okumak başlığında bir yazı kaleme alan Dr. Radha D’souza, Güney Asya ile Ortadoğu arasındaki tarihsel ilişkileri irdeleyerek başlıyor. “Fırat ve Dicle ile Nil (Mısır) ve İndus (Hindistan) nehirlerinin vadilerinde kurulan ilk uygarlıklar dönemine dayanan yakın tarihsel, kültürel, entellektüel ve siyasi bağlar var” diyen Radha, Araplar, Farslar, Türkler ve Hintler arasındaki yakınlığı en iyi Urdu dilinin gösterdiğini belirtiyor. Urduca’nın Ortadoğu, Fars ve Hint medeniyetlerinin vücut bulmuş halidir diyen Radha, Öcalan okumalarını hangi merakla gerçekleştirdiğini ise şöyle anlatıyor: “ Avrupalılar topraklarımızı, halklarımızı ve zihinlerimizi sömürgeleştirmeden önce, Ortadoğulu, Fars ve Güney Asyalı düşünürler arasında büyük felsefi ve siyasi tartışmalar ve kültürel alışverişler olmuştur. Yunan ve Hint düşünürlerinin buluşması, Milattan sonra 8-9. yüzyılalrda Abbasi halifeliği döneminde, Dicle’nin kıyısında olmuştur. Batı ve Doğu uygarlıklarının bir araya gelişi Bağdat, Kufa ve Sincar gibi merkezlerde felsefe ve şiirin, bilim ve müziğin gelişmesiyle sonuçlanmıştır. Bugün bu yerler yıkımın girdabında ve buralarda insanlık trajedileri hüküm sürüyor. Masallar ve halk hikayelerinde, mesela Nasreddin Hoca’nın muzipliklerinde veya Rumi’nin Hindistan’a seyahat eden tüccarla papağan hikayelerinde geçen ve Güney Asyalı çocuklara isim olarak verilen o yer adlarının duygu dolu anlamları, bizim bugün bölgede gelişen jeopolitik olaylarla ilgili kavrayışımıza bilinçaltı etkileri aşılamaktadır. Birçok genç Avrupalı ve Kuzey Amerikalı için, Kufa ve Sincar sadece haber kanallarında duydukları isimlerden ibaret olabilirler. Oysa bu yer adlarının Güney Asyalılar için tarihsel çağrışımları var. Metni okudukça, bugün Avro-Amerikalıların ve Ortadoğu-Asyalıların Öcalan’ın metninden çok farklı anlamlar çıkarıp çıkarmayacaklarını merak ettim. Öcalan, tıpkı benim gibi, Boockhin ve Braudel’in, Foucault ve Hegel’in, Marx ve Weber’in kavramsal özcükleriyle devletler ve halklar olarak tarihimizin ve kültürümüz, acımız ve çektiğimiz eziyetler üzerinde yazmak zorunda kalıyor, Ortadoğu ve Güney Asya halklarına sesleniyor.”
Öcalan ile Alim Ubeydullah Sindhi benzerliği
Tarihsel ve kültürel anlamda halklar üzerinde bir hegemonya olduğunu belirten Radha, Ortadoğu halklarının Şah Veliyullah’ın devlet teorisi üzerine ortaya koyduğu çalışmaları bilmese de, Montesquieu, Giambattissta veya Edward Gibbon’u bildiğini dile getirerek, “Ortadoğulu kaç kişi Hindistan’daki veya Hindistanlı kaç kişi Ortadoğu’daki özgürlük mücadelelerinden haberdar?” diye soruyor. “Zihinlerimizi kontrol altına alanlar bize hükmediyorlar” diyen Radha, Öcalan’ın “zihniyet ifadesine vurgu yaparak, “Onun derdi, sosyal yaşamı düşüncelerimizin merkezine oturtmak için ihtiyaç duyduğumuz, ‘zihinsel yapılar’ı yeniden inşa etmektir” diyor. Öcalan’ın Doğu geleneklerinden olan içebakışla işe koyulduğunu belirten Radha, Öcalan’ın “Dünya Demokratik Konfederalizmi; Asya, Afrika, Avrupa ve Avustralya için bölgesel demokratik konfederalizmleri’ gündemleştirme” çağrısı karşısında çok heyecanlandığını belirtiyor. Yüzyıl önce Güney Asya’nın ilk ve en devrimci sömürge-karşıtı hareketlerinden biri olan Ghadar hareketinin de aynı çağrıda bulunduğunu belirten Radha, Ghadar hareketi lideri Alim Ubeydullah’la Öcalan arasındaki benzerliği ise şu sözlerle dile getiriyor:
“Devrimci bir özgürlük savaşçısı aynı zamanda Ghasar Partisi’nin lideri olan Alim Ubeydullah Sindhi, geleceğin azan hindistan’ı için 1922’de bir anayasa taslağı kaleme aldı. Bu taslak anayasa metninde Sindhi konfederal hükümet çağrısında bulunuyor. Sindhi’nin azad Hindistan için hazırladığı anaysa taslağı, tekçi ulus-devlete karşı çıkıyor ve onun yerine Hindistan’ın çoğul halklarının demokratik, eşitlikçi hükümetler kurarak bir kavimler konfederasyonu çatısı altında birleşmesi ve vatan olark Hindistan’a bağlı olmaları çağrısında bulunuyor. Ben, Ghadar hareketinin yüz yıl önceki fikirleri ile Öcalan’ın bugünkü fikirlerinin yankısı arasında çarpıcı bir benzerlik görüyorum.“
Öcalan, non-düalist muhakeme yapıyor
Öcalan’ın iktidarla ilişkisi Sufi, Bakti, Sih ve Budist geleneklerini çağrıştıran bir yaklaşımla yüklüdür diyen Radha, Doğu’nun felsefi geleneklerinde baskın muhakeme biçiminin non-düalizm olduğunu, Öcalan’ın da bu muhakeme biçimiyle çözümü düşmanca olmayan bir şekilde sunduğunu dile getiriyor.
Markoviç’in Demokratik federalizmi
San Francisco Antropoloji ve Sosyal Değişim Bölümü Kurucu Başkanı Prof. Andrej Grubacic, Balkan sosyalizminin kurucusu kabul edilen Svetozar Markoviç ile Öcalan karşılaştırması ile kitapta yer alıyor. Grubacic, Markoviç’in yargılanma süreciyle başladığı anlatısına, Markoviç’in Sırp mahkemesinde yaptığı konuşmada, “Kapitalist modernite ütopyasının özüne, sınırları belirlenmiş bir bölgeye ve belirli zamansal(doğrusal) ve uzamsal(devletçi) düzene demirlemiş egemen ulus devlet fikrine” karşı çıktığını belirtiyor. 18 yıl ceza alan ve cezaevinden çıktıktan sonra Özgürlük gazetesi çıkaran Markoviç, Grubacic’a göre “19.yüzyıl küresel radikal kültürünün tam merkezinde konumlanan bir sol radikalizm geleneğinden” geliyordu. Marx ve Bakunun’le bir diyaloğunda Markoviç’in “balkanlaşmış” bir sosyalizm arayışından bahsettiğini belirten Grubacic, devamında şunları belirtiyor:
“Balkanlaşmış sosyalizm bir ekonomik sistem değil ve amansız tarihsel yasalardan ziyade komünal kurumlara ve güdülere dayalı. Markoviç’in geniş programı, rehabilite edilip geliştirilmesini önerdiği aile komününe ve köy komününe dayalı bir yerel özyönetim sisteminin taslağını çıkarmıştır. Ekonomik eşitliği siyasi özgürlükten ayrı düşünmemiş, komünleşme ve ademi merkeziyetçiliği savunmuştur. Markoviç programını ekmek sorunu özyönetim sorunudur diyerek bitirmektedir. Onun demokratik sosyalizmi etik ve vizyoner, eklektik ve insanidir. ‘Kadın özgürleşmesinin devrimci sosyalizmin en önemli görevleri arasında yer aldığına’ inanmıştır. Devrimci programı iki önermeye dayandırmıştır: Demokratik komünalizm ve yatay federalizm. Bu önermeler bürokrasinin ayrı bir toplumsal sınıf olduğu mefhumunu temel almıştır.”
Ulus devletle mesafe
Markoviç’in demokratik komünalizminin son taslaklarını Pozarevac cezaevinde kaleme aldığını belirten Grubacic, Markoviç’in Balkan Yarımadasında demokratik komünalizmi üzerine inşa etmeyi düşündüğü bir diğer kurumun köy komünü olduğunu belirtiyor. Markoviç’in balkan sosyalizmine demokratik fedealizm projesiyle büyük katkı sunduğunu belirten Grubacic, Abdullah Öcalan’ı demokratik modernist yeniden dirilişin en özgün teorisyeni olarak tanımlıyor. Markoviç ile Öcalan arasında entelektüel ve biyografik yakınlık olduğunu belirten Grubacic, Öcalan’ın ‘Demokratik Ulus’ tanımlamasıyla, Markoviç’in ‘Balkanlaşma’sının kapitalist modernitenin temel kurumu olan ulus devletlerle arasına mesafe koyduğunu dile getiriyor. Markoviç’in yatay federalizminin balkanlar ile sınırlı kaldığını belirten Grubacic, Öcalan’ın ise kapitalist dünya sisteminin hiyerarşik devletlerarası örgütlenmesinin yerini alacak bir dünya federasyonu sistemi önerdiğini kaydediyor.
Latin Amerika hareketleriyle 3 temel benzerlik
Latin Amerika toplumsal hareketlerinde çalışmalar yürüten ve eğitimler veren Raul Zibechi, Öcalan’ın fikirleri ile Latin Amerika’daki mücadeleleri karşılaştırdığı yazısında, “Öcalan Avrupa-merkezci kapitalist modernizm kurumlarını aşmayı başarır, bu da onu bu tarihsel dönemin eleştirel ve özgürleştirici düşüncesinde mühim bir yere yerleştiren en büyük erdemdir” diyor. Zibechi, Öcalan’ın düşünceleriyle Latin Amerika hareketleri arasındaki benzerlikleri 3 temel benzerlik üzerinden ele alıyor. Bunlardan ilki ulus devlettir. Zibechi, Şili, Arjantin Mapuçeleri, Kolombiya’daki Nasa halkı, Bolivya’daki Aymaralar, Amazon’ların ve düzlüklerinin yerlilerinin de kendilerini devletle özdeşleştirmediklerini, devlet kurumlarında yer almak istemediklerini belirtiyor.
İkinci olarak da ekonomik açıdan yaklaşımlar arasındaki benzerliğe dikkat çeken Zibechi, Zapatista hareketinin ekonomiye yaklaşımıyla Öcalan’ın ekonomiye yaklaşımını karşılaştırıyor. Zibechi, “Öcalan, ‘ilksel birikimin oluşturduğu sömürgeci savaşlarda ekonomik kurallar olmadığını’ anımsatır. Latin Amerika’nın yerli ve siyahi hareketleriyse sömürgeci bir güçle veya Peru’lu sosyolog Anibal Quijano’nun bu kıtada tahakkümün merkezini tanımlamak için kullandığı tabirle ‘iktidarın sömürgeciliğiyle’ karşı karşıya olduklarını bilir” diyerek, ekonominin iktidar için bir araç olduğuna vurgu yapıyor.
Üçüncü bir benzerlik olarak, Latin-Amerika hareketlerinin, üretime dayalı kapitalizm karşısında iyi yaşamayı/iyi yaşamı savunur diyen Zibechi, Ekvator ve Bolivya’nın 2008 ve 2009 yıllarında onaylanan anayasaları, her daim zenginlik eld etme nesnesi olarak görülen doğanın ‘hak sahibi’ olduğunun belirtildiğini kaydediyor.
Kitapta kimlerin yazıları var?
Meksika Puebla Özerk Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Enstitüsü Sosyoloji Profesörü John Holloway; 2010 yılında yaşamını yitiren Eğitim Bilimcisi, Sosyolog ve Devrim Teorisyeni Ekkehard Sauermann; Kapitalizmi anlamaya yönelik makro-tarihsel yaklaşımları ile bilinen ve geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz kült isim İmmanuel Wallerstein; Finlandiya Helsinki Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Kalkınma Çalışmaları Profesörü Barry K. Gills; İtalyan Marksist, Sosyolog ve Siyaset Filozofu Antonio Negri; Yazar, Çevirmen ve Editör Peter Lamborn Wilson; İlahiyatçı Donald H. Matthews; Cambridge Üniversitesi Öğretim Üyesi Thomas Jeffrey Miley; Feminist Araştırmacı Dr. Muriel Gonzales Athenas; Eleştirel Bilim İnsanı, Sosyal Adalet Aktivisti, Avukat ve Yazar Dr. Radha D’souza; San Francisco Antropoloji ve Sosyal Değişim Bölümü Kurucu Başkanı Prof. Andrej Grubacic; Latin Amerika toplumsal hareketlerinde çalışmalar yürüten ve eğitimler veren Raul Zibechi; Barış ve Çatışma alanında yüksek lisans tezi hazırlayan ve aynı adla kurulan derneğin kadın sözcüsü ve akademisyen Dr. Mechthild Exo; Antropolog ve Aktivist Prof. David Graeber; Akademisyenler Daiman Gerber ve Shannon Brincat; Sosyal Antropolog Dr. Patrick Huff ve Akademisyen Nazan Üstündağ
