Öcalan’ın direnişi


PKK’nin 1978 yılında gerçekleştirdiği 1. Kongre’nin ardından Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Türkiye’deki askeri darbe havasını sezer ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Suriye’nin Kobani kentine geçer. Bu geçişten sonra PKK kadroları, Suriye ve Filistin’den Öcalan’ın geliştirdiği ilişkilerle kurduğu kamplara gelerek, eğitim almaya başladı. Yaklaşık 20 yıl Suriye’de kalan Öcalan, burada kaldığı süre içerisinde bir yandan kadroların eğitimleriyle birebir ilgilenirken, bir yandan da bugün Rojava’da Kürt halkı öncülüğünde gelişen devrimin alt yapısını oluşturmaya başladı. Kürtlerin yüzlerce yıllık karşı karşıya kaldığı soykırım politikalarını tersine çeviren Öcalan, geliştirdiği sistem ve paradigma nedeniyle uluslararası güçlerin de hedefi haline geldi. Bu nedenle uluslararası güçler PKK ve Öcalan’ı tasfiyeye yönelik geçmişte eşi görülmeyen bir ittifaka yöneldi. Öcalan ise, Türkiye’ye getirilişinden sonra İmralı Adası’nda sergilediği duruşuyla bu ittifakları boşa çıkarır ve Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözümü noktasında çabasını sürdürür.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 1979 yılında geldiği ve yaklaşık 20 yıl kaldığı Suriye’den uluslararası güçlerin baskısıyla çıkışının üzerinden 15 yıllık bir zaman geçti. Öcalan’ın Suriye’yi terk etmesi yönünde baskıların ilk işaretinden sonra, “Savaş tercihimiz değildir” diyen ve soruna diplomatik ve siyasi kanallardan Kürt sorununa çözüm arayan Öcalan, Cumhuriyetin 75. kuruluş yılı vesilesiyle 1 Eylül 1998 tarihinde 3’üncü kez tek taraflı ateşkes ilan etti. Ancak bu ateşkeste, Kürt Halk Önderi Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması ve uluslararası bir takibe dönüşen, Kürtlerin sivil direnişlerini geliştirdiği ve Öcalan’ın tutuklanmasıyla sona eren bir sürecin başlamasına neden oldu. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, 16 Eylül 1998’de Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde, “Öcalan’ın Suriye’den çıkmaması halinde bunu savaş gerekçesi sayacaklarını“ belirterek, tehditlerde bulundu. Daha sonra dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, benzer tehditleri daha üst bir boyuta ulaştırarak, uyarılarını sürdürdü.
Yoğunlaşan baskı nedeniyle Öcalan, “Dostlarıma zarar vermek istemiyorum” diyerek, 9 Ekim 1998 yılında Suriye’den çıkmak zorunda kaldı. Öcalan’a yönelik bu baskı karşısında Kürtler aylarca Kürdistan başta olmak üzere Türkiye ve Avrupa’nın dört bir tarafında eylemler düzenleyerek, gösteriler yaptı. Konsolosluk işgallerinden, kendini yakma eylemlerine kadar gösterilen çok çeşitli tepkilerle, Kürt sorunu ilk kez Avrupa’ya da bu derece şiddetli bir boyuta taşınıyordu.
Şer ittifakı faaliyette
Kürt Halk Önderi Öcalan, bu güçlerin baskılarının üçüncü dünya savaşına yol açacağını gördüğü ve demokratik alanlarda bir çözümü geliştirmek amacıyla 9 Ekim 1998 günü Suriye’den ayrıldı. Ancak aynı gün Öcalan, Atina Havaalanı’na indiğinde havaalanında kendisini karşılama sözü veren PASOK milletvekili Kostas Baduvas’ı karşısında bulamadı. Onun yerine karşılamaya Yunan İstihbarat Servisi olan EYP Başkanı Albay Haralambos Stavrakakis ile yardımcısı Binbaşı Savas Kalenderides geldi. Birçok uluslararası gücün kendi aralarında gerçekleşmeyen ittifakı da Suriye’den çıkışının ardından Öcalan’a karşı gelişti.
Suriye’den çıktıktan sonra ilk olarak Yunanistan’a giden Öcalan, bu ittifak geliştirdiği planın hayata geçirilmesinden dolayı burada kalamadı. Uluslararası güçlerin bu politikasının altında Öcalan’ı ortada bırakıp imha etme düşüncesi yatıyordu. Ancak Öcalan Rusya’ya geçerek, bunu boşa çıkardı. Kalenderides ve diğer refakatçileri ile birlikte Atina’dan Moskova’ya doğru hareket eden Öcalan, o dönem PKK’nin Rusya sorumlusu olan Numan Uçar (Mahir Welat), Rüstem Broyi ile Rus Liberal Demokrat Partisi Başkanı Vladimir Jirinovski ve Duma Jeopolitik Komisyonu Başkanı Aleksey Mitrafanof tarafından karşılandı.
Öcalan kendisinin önce Jirnovski’nin evine, sonra Moskova’nın 15 kilometre batısında Odinsovo’daki Rusya istihbaratına ait özel bir eve ve en son da Aleksey Mitrafanof evine yerleştirmiş olduklarını yargılaması sırasında yaptığı siyasi savunmasında dile getirdi. Rusya’ya geçen Öcalan’ın, Duma Meclisi’nin 300 oyla almış olduğu kararın bulunmasına rağmen sığınma talebi kabul edilmedi ve ülkeden ayrılması istendi. 10 Kasım’da İçişleri eski Bakanı İsmet Sezgin’in Beyaz Rusya’yı ziyaret etmesinden sonra Rusya, Öcalan’a kapıları kapattı.
Rusya’dan İtalya’ya...
Öcalan, Moskova’da bulunduğu sırada Yunanistan Parlamentosu’ndan 109 milletvekili bir bildiri yayınlayarak, Öcalan’ı Yunanistan’a davet etti. Bildiriyi imzalayan kişiler içinde 1997 yılında bir grup milletvekili ile birlikte Öcalan’ı Şam’da ziyaret eden ve Yunan Parlamentosu başkan yardımcılığına gelmiş olan Panoyotis Sguridis de vardı. Ancak bu davetten önce İtalya’da Massimo D’Alema’nın başında bulunduğu hükümette Öcalan’ın İtalya’ya gelmesi için bir açıklama yaptı. Bu çağrılar üzerine Öcalan ve beraberindeki heyet, 12 Kasım günü Moskova’dan Roma’ya geçti. Öcalan’ın İtalya’ya geçmesinin üzerine uluslararası güçler bu kez İtalya’ya karşı baskılarını devreye koydu. Öcalan’ın Türkiye’ye iadesini kabul etmeyen İtalya’ya karşı uluslararası güçler ekonomik ambargoyu hayata geçirdi. Bu baskılar karşısında duramayan D’Alema Hükümeti, bu kez Öcalan’ın gidebileceği başka bir Avrupa ülkesi arayışına girdi. Başta ülkesinde çıkabilecek olaylardan çekinen Almanya olmak üzere hiçbir Avrupa ülkesi, tek bir ses olmuş gibi Öcalan’ı kabul etmeye cesaret edemedi.
Kürt Halk Önderi Öcalan, baskıların hedefindeki İtalya’yı zor durumda bırakmamak için 16 Ocak 1999’da yeniden Yunanistan’a geçti. Daha önce davet edilmesine rağmen yeniden geldiği Yunanistan’da Öcalan, beklediğini bulamaz. Öcalan’ı davet eden Yunanlılar, kendisini kaldıramaz hale gelir. Daha sonradan ortaya çıkacağı üzere Amerikan Gizli Servisi’nin (CIA) bizzat işin içine dahil olmasıyla birlikte Yunanistan’da kalmasının zor olduğu söylenerek kendisine başka bir Avrupa ülkesine götürüleceği söylenen Öcalan, Lazarus Mavros adına düzenlenmiş Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ait sahte bir pasaportla bindirildiği uçakla Kenya’ya götürülür. 2 Şubat 1999’da saat 11.33’te yanındakilerle birlikte Kenya’nın başkenti Nairobi’ye getirilen Öcalan, buradaki Yunanistan Büyükelçiliği’ne ait binaya yerleştirildi.
Kürtlerin ‘ulusal yas günü’
Kenya hükümeti, 15 Şubat’ta Öcalan’ın sınırdışı edilmesini talep etti, halbuki Öcalan’a Yunanistan tarafından devlet güvencesi verilmişti. Bu gelişme üzerine Öcalan da Hollanda’ya gitmek koşuluyla binayı terk etmeyi kabul etti. Öcalan’ı havalimanına götüren araç, aniden konvoydan ayrılarak bir anda kayboldu. Havaalanında uluslararası istihbarat örgütlerinin ortak operasyonu ile “korsanca” kaçırılarak, 16 Şubat saat 03.00’te Türkiye’ye getirildi. Dönemin Başbakan’ı Bülent Ecevit, “Bize Apo’yu niye verdiler onu hala ben de bilemiyorum” diyerek, Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiğini kameralar karşısında açıklamıştı.
Kürt Halk Önderi Öcalan, Türkiye’ye getirildikten sonra İmralı Adası’ndaki Yüksek Güvenlikli Tek Kişilik Cezaevi’ne götürüldü. Öcalan daha sonra, “Benim buraya getirilmemin sorumluları ABD ve NATO’dur” açıklamasında bulundu. Öcalan’ın uluslararası güçler tarafından 15 Şubat 1999 tarihinde Türkiye’ye teslim edilmesinden sonra bu tarih Kürt halkı tarafından “Ulusal yas günü” olarak ilan edildi.
‘Komploculara fırsat vermeyeceğim’
Öcalan ise, Türkiye getirilişini İmralı Adası’nda avukatlarıyla yaptığı bir görüşmesinde şu sözlerle değerlendirmişti: “Komplocular tarihinin kurbanı olan Kürt halkına özgürlük ve onuru olsun diye attırılmak istenen adıma karşı 20. yüzyılın son yılında gerçekleştirilen komployla 21. yüzyıla girerken halen yaşamaya çalışacaktım. Milyonların birleştiği avuç içi kadar bir yürek ve birkaç damla anlamla tabutlukta kabul ettiğim yaşamı, dünya efendilerinden uzak tuttuğu için onurla karşılayacaktım. Zaten ne tür bir komployla buraya alındığım bilinmektedir. Komplocuların geleneksel Anadolu, Mezopotamya ve Türkiye üzerindeki emellerine daha fazla fırsat tanımamak, siyaseti kan ve savaş üzerinde yürüten gerici şoven kesimlere daha fazla fırsat vermemek için, tüm Türkiye halkının yararına olan barış ve özgür birliktelik tavrımı sürdürmekte kararlıyım.”
‘Güneşimizi karartamazsınız’
Öcalan, Suriye’den çıkmasıyla birlikte uluslararası güçlerin geliştirdiği ittifak sonucu 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye teslim edildi. Öcalan, önce uçakla İstanbul Atatürk Havaalanı’na buradan da Bandırma’ya, ardından İmralı Adası’ndaki Yüksek Güvenlikli Tek Kişilik Cezaevi’ne götürüldü. Öcalan’ın 9 Ekim’de Suriye’den çıkarılmasıyla birlikte Kürtler, bulundukları her yerde alanlara çıkarken, Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinin ardından eylemler farklı bir boyuta ulaştı. Maraş Cezaevi’nde tutuklu bulunan Mehmet Halit Oral başta olmak üzere çok sayıda kişi, Öcalan’a yönelik “uluslararası komplo”yu protesto etmek amacıyla bedenini ateşe verdi ve kısa bir süre içerisinde de bu eylemler yayıldı. Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin ilk haftasında aralarında 11 yaşındaki Zehra Çelik’in de bulunduğu 63 kişi bedenini ateşe verdi. 17 Kasım 1998’de Rusya’da Duma’nın önünde kendini yakan Ahmet Yıldırım (Tayhan) ve Remzi Akkuş’un (Jehat) “Öcalan’ın etrafında ateşten çember olalım. Güneşimizi karartmasınlar” sloganıyla bedenlerini ateşe vermesinin ardından kendini yakma eylemlerinin adı, “Güneşimizi karartamazsınız” oldu.
Öcalan: Şahsımda yargılanan bir toplumdur
Öcalan’ın İmralı Adası’na getirilmesinden sonra da barış arayışları artarak devam etti. Bu dönemde Öcalan, 1999-2004 yılları arasında 5 yıllık kesintisiz bir çatışmasızlık süreci başlatırken, 2 Ağustos 1999’da PKK güçleri Öcalan’ın çağrısıyla sınır dışına çekilmeye başladı. İmralı Adası, Öcalan’ı getirilişinden sonra güvenlik bölgesi ilan edilirken, sorumluluğu da Başbakanlığa bağlandı. Asrın davası olarak da adlandırılan dava ise, 31 Mayıs 1999’da başladı. Öcalan yazdığı ilk dilekçede, davanın tarihsel özünü şu sözlerle anlatıyordu: “Benim şahsımda yargılanan, acılı bir tarih ve yaralı bir toplumdur. 21. yüzyıl artık barış içinde birlik ve gelişme yüzyılı olmalıdır.” Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi ise, oy birliği ile Öcalan hakkında idam kararı aldı.
Öcalan hakkında verilen idam kararının Şeyh Sait’in idam edildiği gün olan 29 Haziran 1925 tarihi ile aynı güne denk gelmesi dikkat çeken bir yön oldu. İdam kararının ardından Almanya, İtalya, Yunanistan, Fransa ve İngiltere dışişleri bakanları açıklama yaparak idam kararının infaz edilmesinin Türkiye’nin AB yolundan uzaklaşması anlamına geleceğini vurguladılar. Kararı değerlendiren dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Mark Parris, “Öcalan adil bir yargılama sürecinden geçti. Türk yargısının aldığı karara müdahale edilemez. ABD’nin yargılamayla ilgili şüphesi yok” açıklaması, Öcalan’a yönelik komploda ABD’nin payını ve ortaklığını bir kez daha ortaya koyuyordu.
Barışın ateşleyicisi olmak istiyorum
Öcalan, idam kararının ardından o dönem avukatları ile yaptığı görüşmede kararı şöyle değerlendirmişti: “Türkler ve Kürtler bu olaya sağlıklı yaklaşsın. İnfaz olmaz demiyorum, ama bana göre zayıf ihtimal. Bir barış süreci başladı. Bu süreçte benim oynayacağım rol biliniyor. İnfazım Türkiye’yi Avrupa Birliği sürecinde de çok zor durumda bırakacaktır. İnfaz ihtimalini zayıflatan bir diğer şey de gerginliğin artacak olmasıdır. Bu gerçekten beni üzer. Ben barışın ateşleyicisi olmak istiyorum.”
Öcalan’ın bu ifadelerle değerlendirdiği idam kararı, ardından Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından da onandı. İdam kararından beş gün sonra, 30 Kasım 1999’da Türkiye’yi temsil eden yargıç Rıza Türmen’in de aralarında bulunduğu 10 yargıçtan oluşan AİHM 1. Dairesi, özel bir oturumla Öcalan hakkında alınan idam kararını değerlendirdi. Mahkeme, dava sonuçlanana kadar cezanın infaz edilmemesini istedi. Bunun üzerine Yargıtay’ın onay kararı, yargılamayı yapan Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne gönderildi. DSP-ANAP-MHP koalisyonu döneminde, idam cezası 162 ret oyuna karşılık, 256 oy ile AB uyum yasaları çerçevesinde kaldırıldı.
Tecrit uygulamaları hayata geçirildi
İmralı Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nin sisteminin oturtulması ardından Öcalan’a yönelik tecrit uygulamaları da aynı şekilde hayata geçirildi. Hücresinde kamera sistemiyle gözetim altında tutulan, mazgal kapısından saat başı kontrol edilen Öcalan, bütün tutuklu ve hükümlülere tanınan 10 dakikalık telefonla konuşma hakkını kullanamadığı gibi gazete ve dergiler “kendisi ve Kürt siyasetiyle ilgili yazı ve resimler kesildikten sonra” sınırlı bir şekilde kendisine verildi. Genel uygulamalardan farklı olarak Öcalan’a tanınan havalandırma hakkı hem sınırlı, hem de cezaevi yönetiminin takdirine bırakılmış bir uygulama olmaktan öteye gitmedi. Özellikle 2004-2005 tarihinde Öcalan aylarca ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmedi. Öcalan’ın avukatları, Mart 2007’de saç telleri üzerinden yaptıkları incelemeyle müvekkillerinin zehirlendiğini kamuoyuyla paylaştı. Öcalan, Ekim 2008 tarihinde “tabutluk” olarak nitelendirdiği hücresinde arama yapılmak bahanesiyle yere yatırıldı ve hücresinde arama yapıldı. DEVAM EDECEK
HAYRİ DEMİR/DİHA/AMED
