Oğlumun bir mezar taşı bile yok!


Amcamın eşi Remziye’nin “Oğlumun bir mezar taşı bile yok” sözleri içimde hep bir yaraydı. Nice Kürt annesi, yaşanan bu acılı savaşta, kızını-oğlunu-eşini kaybetmişti. Nice genç kız babasız-abisiz kalmıştı, nice yeni gelin dul bırakılmış, nice çocuk öksüz ve yetim... “Faili meçhul’lerle katledilenler, dağ başlarında vurulup toprağa düşenler, devletin gözaltına alıp da “yok” deyip de belirsizliklere karışanlar, savaşın acımasızlığı ve imkansızlıkları içinde olduğu yere gömülüp kalanlar... Bir mezartaşı bile olmadan gömülenlerin anneleriydi acının hakikatini yaşayanlar. Devrimin kahramanları, değerlerin yaratıcıları, isimsiz, yersiz-yurtsuz gömülenlerdi. Zaten özgürlük devriminin isimsiz kahramanları.
Zindanda çıktıktan sonra çok kez izini bulmak, görebilmek için epey yer dolaştım ama tanıyan birilerini bulamadım. İkinci yakalanışımla beraber, ailemizin her ferdinin şeref duyduğu, gururlandığı yoldaşımın izini bulup, mezarının ziyaret edileceği bir karış toprağı oluşturabilmek için soruşturmaya başladım. Onun silah arkadaşlarından biri şöyle demişti bana; “O değerli insanların şimdi nerede yattıklarını-olduklarını arayıp da ne yapacağız? Biliyorsun, onları bir yerlere koymak, göz önünde olmasını sağlamak, toplumsal ve inançsal gerçekliğimizde yapılandır. Bence onları bir yerlerden aramaktan ziyade kendimizde arayalım, bizde bıraktıklarında arayalım, toplumda arayalım, doğanın her zerresinde arayalım. O, onlar hep oradadır. Bunlara değer verip sahip çıktığımızda, koruduğumuzda sahip çıkarız onlara ve bıraktıkları mirasa”. Ancak ben en azından yoldaşı olarak üzerime farz olan vefa borcumu yerine getirmek, amcaoğlu olarak da kendime verdiğim sözün gereği (ölü ya da diri onu bulacağım sözü vardı kendime) olarak ve Kürt halknın nice isimsiz kahramalarından biri olan Berxwedan yoldaşın anısına sahip çıkmak adına, o dönemde bulunduğu alandaki arkadaşları araştırdım.
Onunla beraber kalmış, şehit düştüğü çatışmada yanında olan Dr. Ayhan, Andok ve Cotkar başta olmak üzere 5-6 arkadaşı buldum. Ancak bir sorun vardı. Arkadaşların anlattığı Berxwedan O muydu? Bilemiyordum. Sadece isimle ulaştığım bu tanışmışlıkları doğrulatmak lazımdı. Onun için de fotoğraf gerekiyordu. Fotoğrafı alınca, anlatılan ve söylenenlerin ona ait olup olmadığını doğrulatmak kalıyordu geriye. Gerçi 2009 yılında beş yoldaşıyla birlikte taziyesi kurulmuş, şehit düştüğü ilgili yerlerce doğrulanmıştı. Ama gömüldüğü yer belli değil ve benim için hem cenazesini kaldırmak hem de onunla ilgili yaşanmışlıkları öğrenip aile ile paylaşmak önem taşıyordu.
‘Evet Keko Berxwedan’
24 Ekim 2013’te amcaoğlu Memet’in kimlikteki ismi ile Yusuf’un fotoğrafını zarf içinde getirdiler. Zarfı açıp fotoğrafı elime aldım. Amcamoğlu Memet... Yoldaşım Berxwedan. Gözlerim doldu. Fotoğrafı silah arkadaşı Dr. Ayhan’a yolladım. Koğuşlarımız bitişikti. Havalandırma duvarı vardı aramızda. Bir süre sonra Doktor’un seslenişini duydum. Beni çağırıyordu. Yüreğim gümbür gümbür atıyordu. O muydu? Değil miydi? Hakkında konuştuğumuz, silah arkadaşlarının Keko Berxwedan dedikleri o muydu? Dr. Ayhan, “fotoğrafı aldım” dedi. Heyecanla sordum. Sadece “O mu? O da “evet” dedi. Fotoğraftaki arkadaş bahsini ettiğimiz Keko Berxwedan” sözleri ile vücudum titremeye başladı. Tüylerim diken diken oldu. Gözlerimden yaşlar boşalmaya başladı. Yıllardır aradığımız, kemiklerini bile bulamadığımız amcaoğlunun, yoldaşımın yerini bulmuştum. Onunla ilgili bilgimizin olmadığı yaşanmışlıklarını öğrenebilecektik. Onu bulmanın benim için ne kadar önemli olduğunu ifade ediyordu duygularım. Dışarıda olsam gidip yattığı toprağı kendi ellerimle kazar, çıkarırdım. Ama lanet duvarlar ardındaydım. Dirisini bulamamıştım ama cenazesinin yerini öğrenmiştim.
Yeniköy mezarlığına gidenler iyi tanır. Haftanın yedi günü, zamanının çoğunu simsiyah çarşafı içinde oğluna ait olmasa da, hepsini kendi oğlu saydığı şehit mezarlarının başında geçiren Remziye Ana’nın kendi oğluna ait mezarın başında fatiha okuyabileceği, dikili bir taşı olacağını, bir anne için çok acı da olsa mezarsız olanlara göre daha şanslı olma ve mezarını ziyaret edebilmek de bir teselli olur, ona güç verir diye düşünmek beni de vicdanen bir parça rahatlatıyordu.
Zulme direnen babanın oğlu
Berxwedan yoldaş, Amed’de dünyaya gelir. Okulu da burada okur. Aile çevresi o zamanlarda ‘solcu’ olarak bilinen partilerde etkindirler. Daha küçük yaşta sistemin korkunç yüzüyle tanışır. Belediyede çalışan babası, rahatsızlanıp hastaneye kaldırıldığında -ki 12 Eylül sonrası süreçlerdir- sağcı doktorların; “üye olduğun sol sendikadan ayrılıp bizim tarafa geçmezsen ayağını keseriz. Bize geçersen ayağını kesmekten kurtarırız” tarzı ahlaksız bir teklifte bulunurlar. Babasının tavrı; “Ben inandığım değerlere ihanet etmem. Bunun için ayağım gidecekse kesin ayağımı” tarzında olur. Ve ayağı kesilir. Geniş ailenin tüm çocukları sağcı doktorların bu tavrına karşı duran babasının yiğitlik hikayeleriyle büyür. Berxwedan yoldaş da doktorlar şahsında devlete karşı hep tepkilidir. Daha çocuk yaşta emekle tanışır.
Amedli her çocuk, özellikle de Sur içinde doğup büyüyen ve hele hele Sur’un Yoğurt Pazarı, Xançepek, Şehitlik, Mardinkapı semtlerinde yetişen her çocuk, biraz Keko’dur. Kekoluk, sonradan bozulan, tolazlık halini alan şeklinde değil de, mahallenin delikanlısı, namus bekçisi, zayıfın yanında haksızlığın karşısında duran, asi ve isyancı olan, memura kafa tutan herkesin biraz korkup çekindii ama mertliğine, adaletli oluşuna da saygı duyduğu bir karakterdedir. Denilir ki, her insan biraz belki de tamamıyla yaşadığı toprağa, topluluğa benzer. Berxwedan yoldaş da Yoğurt Pazarı, Mardinkapı, Xançepek semtlerinde büyümüş olmaktan dolayı, kekoluğun özelliklerini kişiliğinde barındıran bir yapıdadır. Ama çocukluğunda en çok öne çıkan özelliği çok gözükara ve cesur biri olmasıdır. Aynı zamanda da efendi ve çok saygılı özellikleri bulunmaktadır. Geniş ailenin yaşıtları içerisinde bu özellikleriyle en sevilen çocuklardan biridir.
‘Ezê çeka we li erdê nehêlim’
‘90’lı yıllarda mücadelenin Amed’de ivme kazanması ve Zekiye Alkan’ın Amed surlarında bedenini ateşe vermesi sonrasında, iki amcaoğlu olarak saflara katıldık. Ardından şehirde yakalanıp tutuklanmamız sonrasında 92 Nisan’ında Berxwedan yoldaş görüşümüze geldi. Gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Heyecanı davranışlarına yansıyordu. Kısa bir merhabalaşma sonrası şöyle dedi; “Sizler iki amcaoğlu olarak ailemizin şerefini yükselttiniz. Onurlu bir mücadele yoluna girdiniz. Ve ne yazık ki, kısa sürede esir düştünüz. Ben bir karar aldım. Sizlerle de paylaşmak istiyorum. Sizin bıraktığınız yerden ben devam edeceğim. Sizin silahınızın yerde kalmasına izin vermeyeceğim” sözlerini bitirdikten sonra gözlerimizin içine bakıyor. Nasıl tepki vereceğimizi merak ediyordu. “En doğru kararı sen verirsin. İrade senin iradendir. Verdiğin kararın bizi çok onurlandırdığını bil. Ve yolun açık olsun dedik. Ertesi hafta gelen ziyaretçiler, görüş sonrası Memet’in kayıplara karıştığını, haberimiz olup olmadığını sorduklarında “gönül verdiği yerdedir, fazla kurcalamayın” dedik. Onun özgürlük dağlarına yolculuğu böyle başlamıştı.
Heybesinde ölümü taşımadan zerreyi miskal çekinmeyen, özgür yaşama sevdalı gerillaların hayallerini Amed’in dağları süsler. Zira Amed sınırlarla dörde parçalamış Kürdistanımızın yüreğidir. Bu yüzden sevdasını mücadelesine katık eden gerillaların Amed ile aşkı bir başka olur. Bu duygu ve düşünceleri yaşayanların Amed Eyaletine yoğun katılımları hiç bitmemiştir. Tıpkı bugün de olduğu gibi...
90’larda savaşın en şiddetli yıllarında bir görüş sonrası gerilla saflarına katılan Keko Berxwedan Heval de, bu duygu ve düşüncelerin sahibi olarak sistemle olan bağını kopararak özgürlük alanlarına ulaşmıştır.
Katılımından itibaren tüm yoldaşların sevgisini kazanan, fedakar bir yoldaştı. Savaşta da, yaşamda da... Hep önde olmayı severdi. Nerede bir ihtiyaç varsa ilk öneri yapan arkadaşlardandı. Amed’in birçok bölgesinde kalıp iz bırakan yoldaşlardan olan Keko Berxwedan Heval Haziran 1996 yılına kadar Amed’in dördüncü bölgesindeydi. Dördüncü bölge; Piran, Arıcak, Ergani, Eğin, Maden, Çermik gibi ilçeleri de kapsayan geniş bir coğrafyadan oluşmaktaydı. Keko Berxwedan da Gorsê, Uçkula, Su Noktası, Haftanin, Arsek gibi alanlarda konumlanmıştı. Genelde dördüncü bölge taburunun toplu hareket alanlarını ihtiva ediyordu bu alanlar. Bu alandan diğer ilçelere ve kırsal alanlarına timler gönderilirdi ve Keko Berxwedan da sık sık bu eylem birimlerinde yer alırdı.
Nasıl ‘Keko’ oldu?
Yeri gelmişken Berxwedan Heval’e neden “Keko” dendiğine de izahat getirmek istiyorum. Yaşayanlar bilirler. Gerillada sivil isim kullanılmaz. İsimler kod olarak verildiğinden, aynı olan birçok isim sahibi arkadaş olur. Gerillanın bu duruma pratik çözümü, her arkadaşın en baskın yanı neyse onu kodun başına eklemek şeklinde olmaktadır. Bu bir yandan arkadaşın daha rahat tanınmasına, hem de arkadaşlığın sıcak ilişkileri içinde biraz da ersprilerle kullanılmak üzere yapılır. Tabii bu lakap takma işi aynı isimde olanların isimlerine eklenti yapmakla sınırlı kalmaz. Biraz da muzırlık olsun diye öne çıkan bir fiziki özelliği, davranış, eda, konuşma ve tavırlardan yola çıkarak ya da kinaye olsun diye özelliğinin zıddı bir lakap takılır. Ama kesin olan bir şey varsa, lakap takmanın gerilladaki keskin muhakeme gücünden kaynağını aldığı gerçeğidir. Berxwedan yoldaşa Keko lakabını takmıştı arkadaşlar. Kırık anlamında. Çünkü Sur’da büyümenin ve ora ortamının dile, üsluba yansıması ve bazen bunu hayatın içinde kullanılmasından kaynaklanıyordu bu adlandırma. Birde Önderliğin bazı çözümlemeleri de kırık, keko karakterini ele alıp işlediği ve savaşta nasıl cesaretli olduklarını anlatan değerlendirmeleri vardı. Berxwedan Heval de o çözümlemeyi şahsında, duruşunda, yaklaşımlarında her an gösteren biriydi. Cesur, mert, açı, samimi, girişken ve neşeliydi. Bu toplumun yaşadığı tarihsel acıları yüreğinde hisseden, sadece hissetmeyle kalmayan, bunun “bu kaderin” değişimi için varlığını ortaya koyan bir hakikatti.
Berxwedan Heval’le uzun bir süre kalan savaş arkadaşlarından birinin ağzıdan da dinleyelim yaşadığı paylaşımları; Gözlerimi her kapadığımda ya da bir voltada, hayat hikayelerimizde anılarıyla yer etmiş, hafıza oluşturmuş, şekillenmemize yol açmış Berxwedan ve onun gibi nicelerini sohbetlerimize misafir ediyoruz. Yarınları kuranlar için bir ahlak, vicdan, inanç, kararlılık, kültür, cesaret vb.’ne dönüştürmeye çalışıyoruz. Onlar bizde bıraktıklarıyla, bizde ve bizim aracılığmızla iletişime geçtikleri herkeste anlam, özgürlük, bütünlük damıtıyorlar.
Bin yıllık dostluğun teması
“Keko Berxwedan’ı ilk kez 94’ün dolunaylı bir yaz gecesinde gördüm. Uzun bir gece yolculuğunun yorgunluğuyla Prejman destekinden Gorsê’ye doğru yürürken, bir grupla birlikte bir yerlere eyleme gidecekleri için patikada aniden karşılaşmıştım. O gece vakti o grupla karşılaşıp bir merhaba tadında tokalaşırken, ellerimizin temasında açığa çıkan güven, bin yıllık dostluğun, samimiyetin hissiyle yaşadığım tüm yorgunluğun ağırlığını üzerimden atmıştım. Ayaküstü çok kısa bir sohbetten sonra biz onları geldiği yere, onlar da bizim geldiğimiz yöne doğru yürüyüşe geçip ay ışığının ve yıldızların aydınlattığı gecenin yarı karanlığında birbirimizden uzaklaştık. O ilk karşılaşmadan sonra 96’nın yazına kadar kısa kesitli ayrılıkları saymasak sürekli birlikte kaldık.
Tüm birliktenliğimiz boyunca yaşanan tüm zor koşullar karşısındaki o güleç, neşeli tavrının değiştiğini hiç görmedim. Aynı şehirde büyümüş olmanın getirdiği yakınlık, geçmişi anmalarda ortak duygulara, mekanlara götürüyordu. Bir gün Piran tarafında bir tepedeydik. Hava çok açık, berrak ve sakindi. Kuralsızlık yapmış, çay demlemiş, dürbünle Amed’e bakıyorduk. (Amed net gözüküyordu oradan) o kadar ki binaları, katları bile sayabiliyorduk. Çevrede birşey olmadığından kendi aramızda binaların kaç kat olduğu, içinde kimlerin oturduğu yönlü tahminler yürütüyorduk. Bu arada Gün Radyo’da Hasret Gültekin’in şimdi hatırlayamadığım çok güzel bir türküsü de çalıyordu. Sigara, çay, radyo, cihaz sesleri, Amed’in net görünüşü bizim neşemizi arttırmış, türkü de efkarlandırmıştı. Köylerin yeni yakıldığı dönemlerdi. Bulunduğumuz yer bir köyün hemen üstü olmasına rağmen in-cin top oynuyordu. Adeta tüm doğada o köylerle birlikte boşaltılmıştı. Acıdan neşe damıtmaya çalışıyorduk. Birden bana dönüp şöyle dedi:
“Heval görüyorsun her yer boşaltıldı. Tek tük köy kaldı. Biz de habire erzak için onlara yükleniyoruz. Zaten köylülere belgeyle günlük yetecek kadar veriyorlar. Biz de onlardan birazını alıyoruz. Böyle giderse onlar da gidecektir. Oluşan ağır atmosferi dağıtmak için işi şakaya vurdum. Çünkü köyler gözlerimizin önünde boşaltılırken, biz bunu durdurabilecek düzeyde yeterli bir tavrın sahibi olamamıştık. Ve bu ağırımıza gidiyordu. “Hevalê Berxwedan o zaman biz de katırlarla şehre ineriz” dedim. Bunun üzerine gülerek; “Biz binalarda erzak toplamaya çalışırken, bazıları da -em li gund ji we xelas nebûn, em hatin bajêr jî em dîsa xelas nebûn- diyecekler” dedi. Aslında bu sözü söylerken zorunluluktan dolayı yapılanın bile acı verdiği, bu acıyı hissettiğini yansıtıyordu. Sonra, “biz de şöyle deriz olnlara diyerek işi acı bir şakaya vuruyordu: “Wele dayê em çi bikin, şer bê xwarin nabe. Jixwe şerê me yê niha jî ne ji bo jiyanek û li hemberî feqîriyê xwarina bi dil û rehet...”
Cesaret, inanç abidesi
Hayat ve onun yarattıkları insanda ve zihniyetinde bir anlamayı oluşturur. Her dile gelişte o anlam kendini deşifre eder, tecrübe olur ve en sonunda da tarihsel kanıt olur. Şimdinin dilini çözer, söze gelir; yarına misafir (destan) olur. Tüm bunlar da hayatın kendisini oluşturur.
Tarih Haziran 1996 idi. Gorsê’de üstlenen gerilla taburu, kaç zamandır yaz düzenlemesi için gelecek karargahı bekliyordu. Güvenlik tedbirlerini artıran gerillalar olarak araziyi tutmuşlardı. Beklenen karargah gücü gece yarısında ulaşmıştı noktaya. Sabahın erken saatlerinde de gözcüler, düşmanın araziye çıktığının haberini verince tüm güç Gorsê ve Uçkula’da mevzilendiler. Düşmanın ilk geleceği yerde de Keko Berxwedan Heval’in mangası mevzilenmişti. Düşman kısa mesafeye ulaşınca keleş, BKC sesleri yankılandı. Kayıplar verip darbe yiyen haki giysililer, feryat figan çekilirken, farklı mevzilerde de çatışmalar başladı.
Uçakla, helikopter, tanklarla geliyorlardı özge canların üzerine. Çatışma hareketli savaşa dönüşmüştü. Gorsê’de başlayan çatışma Haftanin’e kadar yayılarak devam etti. Birinci günün ardından gerillalar vaziyette Berîk, Nêrîp arasındaki Kelkom suyunun yukarısına düşen Su Noktası‘na çekilerek tekrardan mevzilendiler. En önde gene Berxwedan Heval vardı. İkinci günün şafağıyla düşman tüm gücüyle saldırıya geçti. Saldırdıkça darbelendi düşman, darbelendikçe öfkeden kudurdu. En ön mevzideki Keko Berxwedan pür dikkat düşman bir milim dahi yaklaşmasına izin vermiyordu. Cesaret, inanç ve direnç abidesiydi O. Çatışmanın ikinci gününün son ışıkları henüz batmamıştı. Bir türlü ilerleyemeyen düşman büyük kayıplar veriyordu. Tek tek sayıyordu düşenleri “onlarca kayıp verdiler, yine de doymuyorlar ölmeye” dedi. Silahlar o kadar ısınmıştı ki, namluyu soğutmak için sırayla ateş etmeye başladı canlar...
Ellerindeki tüm teknikle saldıran devlet güçleri bir türlü ilerleyememiş, gerilla tarafından püskürtülmüş, ciddi anlamda darbelenmişti. Çünkü onlar işgal ettikleri ülkede, yabancı topraklarda toprağın ve ülkenin gerçek sahiplerine karşı savaşıyorlardı. Biri mecburi hizmetin dayatmasıyla asker olmuştu, biri halkın kurtuluşu için gönüllü olarak. Biri her türlü imkanla kazanmaya çalışıyordu savaşı, diğerleri yüreklerinin gücüyle. Savaştı bu. Herkesin harcı değildi...
‘Agitlerin takipçisi bir kahraman’
Bir ara düşmanın hareketliliği de durmuştu. Gerillanın geri püskürttüğü güçlerin aşağı ovalık bir bölgede toplaşmaya başladığını gören Azad arkadaş, Keko Berxwedan’ı uyararak, “dikkatli olmak lazım, kesin bir dolap çevirecekler” dedi. Keko Berxwedan darbe vurdukları düşmanın iki gündür yaşadığı aciziyetin keyfindedir. Ağzı kulaklarında, korkusuz ve cesurca yerinde duramamaktadır. Saldırıları püskürtülen, bir adım dahi ilerleyemeyen düşman, keskin nişancılarla; özellikle de ilerleyişlerini kesen Keko Berxwedan ve arkadaşlarının bulunduğu tepeyi hedef almıştır. Arkadaşları Berxwedan yoldaşın dinamizmini, keyfini, moral veren konuşmalarını zevkle izleseler de, keskin, nişancı atışları konusunda dikkat etmesi için tekrar uyarırlar. Bir süre sonra Keko Berxwedan yoldaş mevziden başını çıkarıp bakar, onları kollayan düşman eline geçirdiği fırsatı kaçırmaz ve Keko Berxwedan kalleş bir silahtan atılan suikast mermisiyle ax bile diyemeden sırtüstü yuvarlanır. Azad Heval “Berxwedan! Berxwedan!” diye bağırarak yanına geldiğinde son nefesini verdiğini anladı. İki gün süren yoğun çatışmada halkının umudu, özlemi ve yüz akı özge canlardan Keko Berxwedan yıldızlaşarak aramızdan ayrılmıştı. Yoldaşlarına anılarını, umutlarını ve direnişini miras bırakmıştı.
Cihazdan şehit düştüğünü duyan arkadaşlarından biri; “bu haberin duyumu sonrası duygularımı anlatmasam daha iyi olur” diyor ve gözleri doluyor. “Sadece o bir kahramandı, Agitlerin takipçisi iyi bir kahraman” diyor.
Kahramanlık; tekil olaylarda gösterilen bir başarı değildir. Böyle algılanıp algılandırılsa da kahramanlık süreklilik içindeki bir duruştur. Tüm baskılamalara rağmen hakikat arayışında olmaktır. Bunu arayanlarla birlikte olmaktır. Gerektiğinde kendini -varlığını- ortaya koyabilmektir. Berxwedan Heval de bu arayışın sahibiydi ve hayat denen labirenti -hele böylesi ortamlarda- zorluklarını inancıyla, kararlılığıyla, mücadelesiyle aşmasını bilmiş, arayışında olmuş timsallerdendir. Keko Berxwedan ve tüm şehitlerimiz bizlerin yarınlarının hayat hikayelerinin mutlu sonlanması için can veren öncü kahramanlarımızdandırlar. Şairin dediği gibi onları anlatmak için kelimeler kifayetsiz kalıyor. Bir yazı ile yaşanmışlıklarını anlatmak mümkün olmuyor.
Keko Berxwedan yiğit bir gerilla komutanıydı. Amed’in küçelerinden dağların efsununa kapılmıştı. Efsunun kilidinin dağlarda açıldığını biliyordu O!
Keko Berxwedan şahsında tüm ölümsüz canların anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Bu yazıda emeği olan Keko Berxwedan’ın silah arkadaşları Dr. Ayhan, Andok, Savaş, Xebatkar, Dîlok, Azad, Serdar Deviren ve Cotkar arkadaşlara teşekkürlerimi iletiyorum.
RESUL ERKAPLAN*
* Diyarbakır E Tipi Yüksek Güvenlik Kapalı Cezaevi
