Önce anlam

Önemli olan beytin "anlam"la olan bağıdır. Nitekim tasavvufi terminolojisinde cihan metaforu aynı zamanda "anlam"ı da dile getirir. Aslında "cihan" sözcüğünü "anlam" ile değiştirirsek, şu yorumu elde etmiş oluruz: Anlamı arayanlar zaten anlam içindeler, ne ki anlar denizde olup da, denizin ne olduğunu bilmeyen balıklar gibiler, ne anlamı ne de aramayı bilirler. Şair kelime oyunu yapıp tevriye sanatı yoluyla "ara" sözcüğünü "süs" anlamında kullanmış. Bu iki mısra öyle anlamlı ki, ondan sonra hiçbir şey söylemememiz gerekir.
Lugat’ta "anlam" şöyle tarif ediliyor: Bir sözün zihnimizde canlandırdığı kavram, tasarım ya da duygu ve düşüncedir. Genel olarak anlamı birçok açıdan tarif edebiliriz söz gelimi "duygusal anlam" "çağrımsal anlam", "yan anlam", "mecaz anlam" sadece birkaçıdır. Her biri engin bir düşünsel ve duygusal anlamı kapsıyor. Burada ele alınmak istenen nokta anlamın canlı olmasıdır. Anlam, daima bir amacın peşinde olup, amaçlanana ermek yolunda her biçime girebilir. Sayın Abdullah Öcalan anlamın önemini şöyle vurgular: "Evren, madde ve anlam ayrı şeyler değildir. Madde anlamı bulmak için devinir. Anlam ise maddeyi aşmak amacındadır. Evrenin ışık hızında genişlemesi anlam bulma çabasıdır. Burada düşünülen anlamın faal rolüdür. Kelimeler anlamın değil, anlam kelimelerin sebebi ve yaratıcısıdır."
Kimi zaman sözler anlamını yitirirler. Bu anlam yitiminin sonucunda ruhu çekilmiş bedenler misali sözcüğün kaderi ölümdür ve bundan kaçınmak imkânsızdır. Hiçbir ölü kelime, tekrardan anlam kazanıp hayata dönemez. Aslında en büyük anlam burada insanın ta kendisidir. Anlam ilkin insanda hayat bulur. Sözcüklerin anlamlaştırılması bir süreçtir. Kendiliğinden oluşmaz. Her iki şey de insanın düşünsel ve duygusal çabasının sonucudur. Sözlerin anlam bulmasının bir özelliği de, çok yönlü almalarıdır. Tarihsel birikimin etkisi bunda temel bir rol oynar. Anlam kazanan her söz bir tarih, inanç, tecrübe, ananenin mirasçısıdır. Bunları bilince çıkartamamamız var olmamalarından değil, bilakis acizliğimizdendir. Yazarın dediği gibi, "görünmeyen bağlar görünenlerden çok daha güçlüdür." Elbette anlam aynı zamanda kanıtların ifadesidir de.
Anlam konusunda fikir jimnastiği yaptığımız da sözlerin anlam yitiminden kurtulmaları, bu marazdan sıyrılmaları toplumsal hakikatlerin oluşmasıyla mümkündür. "Bir lokma, bir hırka" sadece bir dervişin ağzından düşen bir laf değil. Derweşlerin altın tepsiden kaldırdığı zehir fincanı sadece bir cesurun fıtratını anlatmaz. Bilakis, burada anlamın sözlerle buluşmasına tanık oluruz.
Sonuç olarak şu söylenebilir; anlam ve sözlerin buluşması bir yerde insanlığın oluşumu sürecidir de. Anlam yitimi insan yitimi olur, bu denkleme göre. Nasıl ki, anlamlaşma eylemi insanlıkla başlar ise, anlamsızlaşma da geriye dönüşün diğer adıdır. Belki burada diyalektik yanlarını da akla getirmemiz gerekir. Nietzsche "deri değiştirmeyen yılan ölür, düşünce değiştirmeyen insanların kafası da, kafa olmaktan çıkar" der. Düşünce de, bir anlamlandırma eylemi değil midir? Anlam, güzel ve etkili bir biçimde hakikat aşkına sunulmak ve iletilmek için başvurulan bir sanattır.
G.Antep Cezaevi
