Öteki Olarak Ölmek


TUÐÇE KARA
‘Yükleri ağırlaşsın diye iyice, tabutumun içinde tepineceğim.’
Didem Madak
"Kader Kevser Eltürk (Ekin Van) edinilen bilgilere göre, 10 Ağustos 2015 tarihinde Varto’da meydana gelen bir çatışmada yaşamını yitirmiştir. Olay, tanıkların anlatımına göre Varto girişinde meydana gelmiştir. Olay sırasında, çevrede sivil bir insan bulunmadığı gibi, bulunması da mümkün değildir. Edinilen bilgilere göre, devlet güçleri olay yerine önce bir aydınlatma mermisi atmışlar ve ardından kanas olarak tabir edilen silahın isabet ettiği bölgeyi parçalayıcı bir niteliği bulunmaktadır. Kader Kevser Eltürk’ün (Ekin Van) vurulduğu yerde, ‘aynı yatış biçiminde’ bir giysili bir de çıplak olmak üzere fotoğrafı çekilmiştir. Yine fotoğrafta üç erkek şahsa ait bacak görüntüleri bulunmaktadır. Bir süre sonra Kader Kevser Eltürk’ün (Ekin Van) ölü ve çıplak bedeninin fotoğrafları sosyal medyaya servis edilmiştir."*
Rengi, dili, dini, kimliği ne olursa olsun her insanın deneyimlemek zorunda kaldığı tecrübelerden biridir yakınını kaybetmek. Kendi yaşamının da sona ereceğinden emin olmak ve bunun zamanına, nasıl olacağına dair kaygılanmak, yine dünya üzerindeki tüm insanların ortak zeminidir. Ölümün ardından gerçekleşen cenaze ritüelleri ise her toplumda, hatta o toplumların farklı kesimlerinde, farklılıklar gösterir. Örneğin sünni Türk geleneğinde namaza müteakip cenaze töreni gerçekleştirilirken sünni Kürtlerde bu ritüel farklı şekillenir. Müslümanları, Hıristiyanları ve tüm diğer inananları, inanmayanları yine ortak bir çatının altında birleştiren ise, küçük yaştan itibaren öğrenilen; ölüye ve yasa saygı duyma ritüelidir. Anadolu kültürü dediğimiz kültürde de ölü, her kimin ölüsüyse saygı görür ve yakınını kaybedene de başsağlığı dilenir. Bir cenaze töreninde, herkes ölüye olan saygısını gösterir ve cenaze törenin başlama anından itibaren herkes ayaktadır. Bu, ölüye saygının göstergesidir. Ölü bedenlerin iktidar aygıtları tarafından kullanılması, toplumun farklı kesimlerinin tam da ortasına dinamiti yerleştirmek isteyenler için ise birebirdir.
Ötekiye duyulan tiksinti
Geçtiğimiz yıl, Dipnot Yayınları’ndan bir kitap yayımlandı: Öteki Olarak Ölmek. Kitaba katkıda bulunan isimler; yas ve melankoli, nekro-iktidar üzerine de çalışan isimler. Konu itibariyle de Türkiye’de öteki olmanın ne demek olduğundan ziyade öteki olarak yaşayanların öldüklerinde de neredeyse yaşadıkları güçlüklerin aynısına, hatta daha fazlasına maruz kaldıklarını ele alan bir kitap. Yaşadıkları güçlüklerle, en azından yaşarken teorik olarak, baş edebilen ötekiler öldüklerinde ne olacaklar ya da halihazırda ne oldular? Gömülme hakkı dahi ellerinden alınan cansız bedenlerin söz ve eylem hakkı kalmadığında başlarına neler geliyor? Bu sorular, kitabın ana eksenini oluşturuyor. Ölü bedenlerin teşhiri, intikam almak için insan dışılaştırılıp, onlara bir nesne gözüyle bakılması; iktidar mekanizmaları ve bu mekanizmaların, o bedenleri yerlerde sürükleyen güçlü; ama çok güçlü “adamları”...
Ölülerin gömülmesini engelleme
Peki ölü bedenin dinselliğine, gündelik yaşamda kurduğu pratiğe veya cinsiyetine uygun bir şekilde defnedilmesi neden engellenir? İktidar, toplumsal belleğin zayıflığından yararlandığı gibi, güvendiği belleklerde de yerini iyice sağlamlaştırmak ister. Unutulduğu an, kendini ve acımasızlığını göstermek ister. Gücünü ve yerini sağlamlaştırmak, düşmana korku salmak ister. Hacı Lokman Birlik’in cenazesinin yerde sürüklendiği görüntüleri servis etmek, tam da buna yönelik bir eylemdi. Barış sürecinin bittiğini, yeniden cansız bedenlere işkencenin olağanlaştığını ve istediklerinde bunu da yapabileceklerini gösterdikleri görüntüler hemen servis edildi. Bazıları görüntülerin gerçek olmadığını ileri sürse de görüntüler gerçekti.
Ekin Van’ın çıplak bedenin teşhiri kadar, Şafak Yayla’nın bedeninin bir geceyarısı mezardan çıkarılıp dereye atılmasın diye annesi tarafından mezarına dökülen beton kadar gerçek. Bu tehditleri savurmak veya bunları gerçekten eyleme geçirmek bazıları için iş bile değildi. Bir mekanizma sayesinde eyleme geçenler, ölüye saldırdıklarında, işkence yaptıklarında ceza almayacaklarından eminlerdi. Onları harekete geçiren ve onlara o güveni veren iktidar mekanizmaları her zaman arkalarındaydı çünkü.
Bir arada yaşamanın imkânı ya da imkânsızlığı
Gündüz gözüyle Ankara’nın göbeğinde, sadece Aysel Tuğluk’un annesi olduğu için mezarına saldırılan Hatun Tuğluk’un cenaze töreni, yine böyle bir saldırganlığın örneğiydi. Örgütlülerdi. Barış sürecine önce uyum sağlamaya çalışan kitle, sonra bu süreçten vazgeçilmesiyle eski haline dönmüştü. Aslında her zamanki haline. Bir arada yaşamanın imkânı, vaktiyle yine yasalarla mümkündü belki. Hani çok istenirse. Herkes, yeter artık, dese. Hacı Lokman Birlik’in cansız bedenine yapılanlarla başlayan süreç, hızlanarak devam etti ve şu an belki de, birlikte yaşam imkânından söz etmek bazılarımızda tiksinti uyandırıyor… Verilen ve kitapta da işlenen örnekler, iktidar aygıtlarının da bir yere bağlayabildikleri örneklerdi; fakat Hatun Tuğluk’un cenazesinde yaşananlar neydi? Sorun, cenazede onlarca HDP’linin yakın zamanda ilk defa bir arada olmaları mıydı? Saldıran kitle Hatun Tuğluk’un veya Aysel Tuğluk’un kim olduğunu biliyor muydu? Yoksa her şey bir telefona mı bakmıştı? Tıpkı saldırı anında aranıldığında açılmayan valinin telefonu gibi. Ve bizler, hakkımız olarak, toplumsal iktidarın işleyişini ölümün izini taşıyan nesnelerin alanlarının sınırlandırılması olarak okuyabilir miyiz?**
Cenazelerimizden ne istiyorlar?
“Öteki Olarak Ölmek” kitabında farklı farklı yazarların ele aldığı yazılar, tüm bu soruların cevabını bulmaya çalışıyor. Belki toplumu daha iyi anlamanın ve o toplumun dinamiklerini çözmenin yollarını arayarak, belki de sadece çözülmesinin ne denli güç olduğunu anlatarak. Bir Ermeni’nin tahribata uğratılan mezarından, trans olduğu için imam tarafından yıkanmayan ve ailesi tarafından da cenazesine gelinmeyen bir kadının, tam da bu toprakların hoşgörüsüne ve ölüye duyulan saygısını gösteren hikâyelerle. Kitabı bitirdiğinizde ise aklınızda, Kürt bir annenin anlatımında geçen şu sözler kalıyor: "Bizim çocuklarımızı öldürüyorlar. İnsanlar bunun bir savaş olduğunu söylüyorlar. Devlet onların terörist olduğunu söylüyor. Ben bunun takdir-i ilahi olduğunu düşünüyorum. Bunu anlıyorum. Allah’ın iradesini değiştiremeyiz. Onu kabul etmemiz gerekir. Fakat cenazelerimizden ne istiyorlar? İşte bunu anlamıyorum."
* Ekin Van’ın çıplak, cansız bedeninin sosyal medyaya verilmesinden sonra İHD’nin 2015 yılında yayımladığı rapordan.
** Judith Butler, İktidarın Psişik Yaşamı, Çev. Fatma Tütüncü, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2015, s.34.
