ÖZGÜR AMED: 28 Mart 2006: Öfke ve Serhildan

Şuan hastanede hala yatıyor. İktidarlar, kan döktükleri günlere doğaları gereği başka bir anlam atfederler. Bir çeşit zevk alma hali vardır. O güne dair yaratılan sembol, simge, mit, atıflar bir şekilde yaşatılır.
Daha ilginci ise bu katliamın yıldönümünde, Başbakan Erdoğan’ın Amed’e gelip miting yapması. "Çocuk da olsa kadın da olsa öldürün" dediği yerin; sahnenin üzerine bu sefer "Ben hep sizin için çalıştım. Demokratikleştirdik sizi" diyerek, ne ilginçtir oy isteyecek. Böyle bir tarihte gelişi ise sıradan veya tesadüfi olamaz. Günün Kürtler nezdindeki anlam ve önemine binaen de bir yarar devşirmeye gidecektir. İnsanların yüzüne baka baka bunu yapacaktır şüphesiz. Diğer yandan bu günde Amed’e gelerek özür dileyecek hali olmadığından, işi bir "güç gösterisi" etrafında da şekillendirme olasılığı yüksek.
Peki 28 Mart’ın Kürt ve Kürdistan belleği açısından önemi nedir? Nasıl başladı, nelere yol açtı?
Bugün hala belleklerimizde taze olarak yer alan bu olayın etkileri bitmez, bitmeyecektir. Korkunç bir yok etme ediminin Kürdistan’ın kalbinde patlayan öfkesi, pek çok soru ve cevaba gebe bir direniş idi aynı zamanda. Muş Merkez, Diyarbakır Kulp, Bingöl Genç ve Solhan İlçeleri arasında bulunan alana yönelik düzenlenen operasyonda 24.03.2006 günü yaşamını yitiren 14 silahlı gerilladan 4'ünün cenazeleri, (Diyarbakır doğumlu Bülent Tanışık, Diyarbakır Lice doğumlu Muzaffer Pehlivan, Diyarbakır Çınar doğumlu Fatih Çetin, Diyarbakır Kulp doğumlu Mahmut Güler) Malatya Devlet Hastanesinde yapılan otopsi işlemleri sonrasında 28.03.2006 günü Diyarbakır'a getirilip Yeniköy Mezarlığına defnedilmişti.
Defin törenine kadar bir durum yoktu. Ne olduysa defin işleminden sonra dönüşte polis barikatının kurulduğu yerdeki küçük bir kıvılcımdan oldu. İlk başta sıradan görünen polis ile çatışma işi, iki saat sonra tüm kenti saran bir ateş çemberine döndü. O dönemin gazeteci ve siyasetçilerinin söylediği en ortak şeylerden birinin "Bu kadar nasıl oldu da tüm kente yayıldı, akıl sır erdirmek imkansız" oluşu boşuna değildir.
Bu durum biraz toplumsallık hali ile yakından ilgili. Çünkü "Toplumsal hareketler otoriteye, iktidara, kültürel inançlara ve davranış kalıplarına karşı kolektif, örgütlü, sürekliliği olan ve kurumsallaşmamış başkaldırı biçimleridir." [Goodwin W.] Toplumsal olaylar başladıktan sonra nereye ve ne şekilde, neye evrileceğini kestirmek genelde zordur. Aykırı bir doğası vardır kitlesel eylemlerin. Bu özgünlüğünü aldığı çeşitli parametreler var. Örneğin mekan, direnişte en belirgin unsurlardandır. Bugün dünyada yaratılan bir "direniş mekanları" olgusunun varlığı mücadele tarihinin de bir başka açıklamasıdır. Keza ilgili toplumun din sosyolojisi, ülkenin ekonomik durumu, ülke rejimi ve vatandaş ile ideolojik aygıtları üzerinden ilişki kurma şekli ve buna benzer daha pek çok şey halk ile zalim iktidarların karşı karşıya gelmesindeki küçük, öncül ipuçlarıdır.
Bir olayın, zulüm ve şiddet boyutunun çok büyük olması; gösterilecek tepkinin çok büyük olacağı anlamına gelmez. İlginçtir son yüzyıldaki halk isyanlarının çoğunluğu daha önce de benzer örneği defalarca yaşanmış ve ilk etapta küçük görülebilecek meselelerden çıkıyor. Kürdistan coğrafyası buna örnektir. Örneğin Savur’da 13 gerillanın katledilmesi sonrası Nusaybin’e getirilen Mesut Dündar’ın cenazesinde askerler tarafından halka direk ateş açılmıştı. Bu durum Kürdistan’da kitlesel isyanın ilk örneği olmaya adaydı. Nusaybin’e ilk defa gerilla cenazesi gelmiyordu ama Mesut Dündar ile patlak veren bir direniş geleneği başladı. 28 Mart 2006 Amed Serhildanı da keza benzer bir içerik taşıyor. Daha önce, daha çok sayıda cenazeyi de ağırladı daha beter vahşetlere de tanıklık eden bir kent oldu. Ama bu eşiğe gelinmemiş sadece kınama, pasif direniş ile cevaplanmıştı. Sosyal bilimlerde bahsedilen kendiliğinden doğan, gelişen ve sonuca bağlanan, isyan pratiği açısından değerlendirilebilecek yer yer örgütlü, yer yer örgütsüz ve kesinlikle sırtını alt sınıfa dayayan bir isyan. Bu öfkenin en önemli ve total sebebini, eylem alanından bir eylemci şu sözlerle ifade ediyordu: "Bu halk öfkelidir, çünkü haksızlık yapılıyor".
Evet, bugünün en özet hali budur. Yapılan binlerce haksızlığın gelip taştığı ve bir eşiğe dayandığı andır 28 Mart… Rucht ve Whitter üzerinden biraz daha toparlarsak; "Toplumsal değişimi desteklemeye ya da değişime karşı direnmeye yönelik protesto hareketleri düzenlemek amacı ile organize olmuş gruplardan ve örgütlü ya da örgütsüz bireylerden meydana gelir. Bunlar insanların "kendiliğinden" pratikleridir; gidişatları kendi iç dinamiklerince belirlenir. Ancak devletle ve devlete ilişkin yapılarla egemen kültürle diğer toplumsal hareketlerle karşı karşıya gelme anları ile şekillenen bağlamlarda, bu hareketler de belirleyici rol oynar."
Amed’in kendi iç dinamikleri ile meseleye eğilmesi ve bunun günlerce sürmesi, var olan siyasalın şiddet ile boyutunu bir kez daha göstermiştir. Bu durum şehrin en uç köşelerinde başlayan ve birbirinden beslenerek büyüyen bir yerde açığa çıkması yetmemiş, diğer illere de taşınmıştır. Özellikle Kızıltepe, Siirt ve Batman’da can kayıplarına, devletin acımasızlık aymazlığına sahne olmuştur.
Enes, Abdullah, İsmail...
F-16’ların uçuş yaptırıldığı, helikopterlerin havada sürekli dolaştığı ve gece yarılarına kadar süren gaz atmaları bir tarafa, polisin şiddeti, takviye jandarma kuvvetleri ile tam bir tutsak kente çevrilmek istenen Amed, (Diyarbakır'a, Mardin ve Batman'ın yanı sıra Elazığ, Urfa ve Malatya'dan takviye ekipler olarak asker-polis güvenlik gücü getirilmiş; Diyarbakır'ın Ergani İlçesi'ndeki 16. Zırhlı Tugay Komutanlığı'ndan da çok sayıda zırhlı personel taşıyıcı ve tank, sabahın erken saatlerinden itibaren Seyrantepe mevkiindeki 7. Kolordu Komutanlığı'na kaydırılırken, getirilen çok sayıda tank ve askeri araç, Ofis semti ve İstasyon bölgesinin yakın noktalarında konumlandırılmıştır) gerçek kurşunların kullanılması ile beraber 10 şehit verdi. Bunlar Mehmet AKBULUT (18), Halit SÖÐÜT (78), Tarık ATAYKAYA (22), Mehmet IŞIKÇI (19), Abdullah DURAN (9), Enes ATA (8), Mahsum MIZRAK (17), Emrah FİDAN (17), İsmail ERKEK (8), Mustafa ERYILMAZ (26) idi. İHD Diyarbakır Şubesinin tespit ettiği bazı diğer durumlar şöyledir:
Onlarca işyerinin camları kırılmıştır.
Bazı resmi kurum ve kuruluşlara taşlı saldırılar gerçekleşmiştir; güvenlik güçlerinin araçlarına ve panzerlerine taşlı saldırılar gerçekleşmiştir; 6 sivil araç ateşe verilmiştir.
AKP ve MHP İl binaları tahrip edilmiştir.
Olayların başlangıç tarihi olan 28 Mart 2006 günü saat 17.00 sıralarına kadar göstericilere yönelik ateşli silah kullanmadığı ancak bu saatten itibaren aşırı ve orantısız güç kullanma suretiyle 10 sivil yurttaşın (5’i çocuk olmak üzere) yaşam hakkına kastedilmiştir;.
563 kişi gözaltına alınmış ve 382 kişi tutuklanmış olmasına rağmen (91’i çocuktur) yaşam hakkı gibi son derece kutsal ve dokunulmaz olan hakkı ihlal eden devlet görevlileriyle ilgili herhangi bir idari veya adli soruşturma açılmamıştır.
Başta Başbakan, Adalet ve İçişleri Bakanları olmak üzere, Hükümet çevrelerinin "...kadın ve çocuk da olsa gerekeni yapacağız" gibi polisi şiddet kullanmaya sevk eden açıklamalarından sonra güvenlik güçlerinin kullandıkları güç babında son derece pervasız oldukları tespit edilmiştir.
Gerçekleşen gözaltılar ve ev baskınları, tansiyonu artırıcı ve keyfi olarak devam etmiş; nitekim 05.04.2006'da 4 DTP yöneticisi ve Demokrasi Platformu'nun iki üyesi (sendika başkanları) tutuklanarak cezaevine konulmuştur.
Gözaltına alınanların tamamı işkence, gayri insani ve onur kırıcı muameleye maruz kalmıştır; güvenlik görevlileri tarafından, sokaklarda gösterilere katılmayan kişilere yönelik de aşırı ve fiziksel şiddet kullanılmıştır.
…
28 Mart sabahı aileler hala büyümemiş çocuklarının mezarlarına gidecekken, öldürme emrini verip bunu destan olarak belleyenlerin sesi gelecek hoparlörlerden. Yaşamını yitiren tüm arkadaşları saygı ile tekrardan anaraktan…
