ÖZLEM KARAAÐAR: İca Taşları

Haberleri —

Zamanın aldıkları, kattıkları, eksiltip çoğalttıkları; çok uzak değil saat kulesinin hemen altında babasız bir zamanda kızların buluşmasıyla anlaşılacaktı. Buluşma için tek koşul, ciğerlerinden fena halde yara almış olmalarıydı. Ki tuhaftır aynı yarayı taşıyanlar arasında güçlü bir bağ vardır birbirinden uzaklaştıran…

Kimse sabırsız değildi, yüreğindeki taşları dökmek için… Kiminin anne rahminde yerleştirilmiş taş yüreğine, kiminin doğduktan hemen sonra… Kimi daha birkaç yaşında… Ve sonra, gözle görülmeyen, sadece sahibi tarafından hissedilen bir organ gibi eşlik eder hayata. Kim derki taş yerinde ağırdır diye… Taş bu öyküde ağır değil, ince bir sızıya dönüşen boşluktur. Boşluklar; kaynağı kurumuş kuyular yani. Ya yaşamak gerekiyorsa o boşlukları… Alınganlıklar, kırılganlıklar, terk etmeler, terk edilmeler, boşluğun yaşama biçimine dönüşmez mi? Bir de o boşluğun ardına düşmek var tabii-yenilgiyi sindiremeyenlere has… Tüm masumiyetinden öc almaya çalışarak. Evet boşluk bir yenilgi değil, aslında sadece hayata eksik başlamanın naçizane bir nedeniydi!..  
Aşka aşinasınızdır, içinizde bir yere kilitlenmiş, anahtarı okyanusa atılmıştır. En çok burada görülür boşluğun enkazları, gidenlerin arkalarında bıraktıkları kahramanların birer birer yenildiğini orada görürsünüz. Yerini Taş’a bırakan parçalarımız… Ölmeden önce asla konuşup anlaşılacaklarını düşünmezler. İnanmanın böyle bir bedeli vardı çünkü. Uzaklık dokunur içli içli, gizli tutulması gerekirdi belki ama sıra helalleşmeye gelmiş, saklı kalması mümkün değildir artık.
Yedi uyurlar/300 güneş yılından/9 yıl arttırıp/Uyandıklarında...
Söz konusu taşın kederi olunca zamanın; yerinde saydığını anlar, tekrar uykuya dalarlar, ki Doppler etkisinin, Yemliha’nın trajedisinden doğduğu rivayeti de buna dayanır.
Babasız kızlar için dünya soğumaya başladığında taşlar bir bir dökülür gözlerden. Anlatmanın vakti gelmiş, ama helalleşmenin vakti henüz gelmemişti. Bulup buluşturulmuş ömürlerin yazgısında helalleşme olmadığını bilerek gelmişlerdi buluşma yerine. Kalanların yazgısı gidenlerin ayağına takılmıştır hep, boyunlarının borcuydu dönmek ama neşter içinde unutulmuştu kalanların, toprağın içinde unutulan kuyu gibi. İnanarak gidenler için de bir şey değişmeyecekti, istemeden gidenlerin bıraktığı ağrı, kaybedilmiş alyansın, tesadüfen bulunmasıyla da geçmeyecekti. Tesadüf, yani mazinin tuzağı… ‘Geldik ve gidiyoruz’daki kadar yorgun… Her gidişin bir dönüşü yoktur geride kalanlar için… Arkasından ağlamak bile çok görülmüştür çünkü.
...
“Savaşta kızlar babalarını gömememiştir.” Yalnız gömülenlerin “taş”larına bu not düşüldü, aksak bir dille… Vav’ın insanla alakası da buradandır, insan en doğru durduğu gün ölmüştür.
Anlatacakları bitmemişti ama dönme vakti gelmişti babasız kızların. İçlerindeki taşları, İca Taşlar kütüphanesine bırakmak için yola revan oldular. Güneş doğmadan bıraktıkları hayata dönmek sırf kestirme bir yol olduğu için sisli koridordan geçtiler. Vardıklarında kütüphaneye, sırrı çözülemeyen taşlardan bir avuç bıraktılar, ağırlığınca keder karşılığında…
Çıktıklarında İca Taşlar kütüphanesinden, çoğunun kırılmıştı tek topuğu, aksayarak döndükleri hayatlarında sızıları dinmeyecekti, evet ama yeni bir çizik atılmadıkça tekrar kanamayacaklardı. Helalleşmenin tek vefası buydu belki de… İçeriden taşlar söküldü, geride kalan boşluklar el yazmalarıyla tembihlendi, bir camın arkasına itildi sadece içeriden görünecek. Zamanın içine sızan hiçbir ağrının cevabı yoktur. Taş ağırlığınca çöker hayatın üstüne. Her zaman uyuyacak bir mağara da bulunmaz, içimiz soğuyunca başka bir şey olacağız çünkü…

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.