Pazen pijama ve cızlavet aşkına!

Türkiye’de okullarda eğitim serbestliği uygulaması başladı. Şimdi herkes konuşuyor. Çocuklar daha akıllı ve hesapsız yanıt peşinde...
Mikrofon uzatmışlar birine: “Aslında rahat kıyafetlerle okula gitmek harika. Bıkmıştık aynı şeyleri giymekten. Ama diğer taraftan aramızdaki fark daha da açılacak.”
Bayıldım bu cevaba. Henüz 6. sınıf öğrencisi...
Tek tip kıyafetler kaldırılacak denince ister istemez kendi okul yıllarımıza dönüverdik. O siyah/lacivert kıyafetler içinde neydi hal-i pürmelalimiz?
Formalar da ailenin ekonomik durumu hakkında fazlasıyla fikir verirdi aslında.
Orta gelirli ailenin çocuğu temiz ama eskimeye yüz tutmuş bir önlükle gider gelirdi. Fakir aile çocuğunun formasının üzerinden uzun yıllar geçtiğinden rengi siyahtan başka bir renge bürünmüş olurdu. Ezik yeşil-siyah arası... Eski siyah derdik buna. Yakalık olarak kullandığı beyazın da rengi az kahverengiye çalardı sanki. Ayağındaki ayakkabı ya da Ankara lastiği de (cızlavet mi denirdi bir de?) fikir verirdi kuşkusuz, evde tencerenin içinde kaç tike et kaynadığı hakkında...
Ve fakat orta ve alt gelir grubunu tuş etmeyi başarmış “subay-polis” çocukları vardı ki, onlarla gölge dahi yarıştıramazdık.
O nasıl tiril tirillikti öyle, kunduralar her daim parlak, boyalı; yakalıklar dantel; önlükler kuzgun siyahı ve jilet gibi ütülü... Kızların çorapları desenli ve kemik beyazı... Onlara bakmaktan sanırım bir ders arada kaynamış olurdu zaten... Bir de tırnak diplerinde biriken kir gibi duyulan nefret ve kızgınlık bu tiplere...
Kendi fotoğrafım ise oldukça karışık.. Ve komik...
Örgülü saçlar, bir beden büyük siyah önlük, annemin özgün dantellerinden bir yakalık... Komşu kızı Betül’ün ayakkabısı... En azından ortaokulun son dönemlerinde... “Yine mi giydin ayakkabılarımı?” “Evet, çünkü sen giymiyordun!” pişkinliği...
İlkokul daha eğlenceli: Önlüğün altından kâh pantolon kâh pazen pijama... Ve müflonlu naylon botlar ve o botların içinden taşan yün çoraplar... Anneme bayılıyorum, pijama diktiğinde baloya gider gibi atardım kendimi sokağa ve herkes bana bakardı, dikiş makinesinden yeni çıkmış çiçekli pazen pijamama...
Zamanın sevimli notlarıdır bunlar, hayatımızın belli aralıklarına serpiştirdiği. Anımsadıkça utanma yerine çatlayana dek güldüğüm...
Hepimiz benzerdik birbirimize! Orta sınıfın az üstüne çıkmak için “resmi” ilişkilenişler yaşayarak sınıf atlamaya çalışanlar vardı mesela, ama işte yerellik üstle başla adam olmuyor ki! Ya ağzındaki dil, o dilin kırıklığı... Anlamaz mı elin emniyet müdürü, valisi bilmem necisi...
Anlarlardı, anlamayanlar bu yakada kalanlardı.
Ve onların çocukları...
Hepimizi bir potada eriten siyahlığın kusturucu bir hal almasıyla itirazlarımız artmış olabilir; önlükler siyah değil mavi, pembe, yeşil falan olsun demişizdir. Ne fark eder? O renk de tek tip bir duruşun ve varoluşun simgesi halini alınca kusturmayacak mı?
İstanbul’da trafik çilemiz azalsın diye sarı, mavi, erguvani oldu otobüslerin rengi... İçine geçip oturduğunda o renk nasıl bir yarar sağlıyor yolcuya?
Neyse...
Bana sorarsanız nasıl isterse çocuk öyle gitsin okula! Kendini nasıl iyi hissediyorsa, neyi kendine yakıştırıyorsa ve dahi yakıştırmıyorsa...
Ucuz ve estetik giyimden hazzetmeyi öğreten bir ana babası varsa, o çocuk uyumla gider okula. Ama marka derdi çocuktan önce aileyi geriyorsa, formanın saltanatından yanayım.
Hem bir de ne var biliyor musunuz, kıyafetten önce dert edilmesi gereken?
Yarın öbür gün üzerini atlas libaslarla kapatamayacağınız çıplak gerçekleri olunca çocuğun, bugünkü kılık kıyafet tartışması ne kadar anlamsız gelecektir aslında.
Kılık kıyafet tartışmasının altında yatan dert, çocukları özgürleştirmek falan değil, buna iknayım kesinlikle...
Vatan Gazetesi’nde konuyla ilgili değerlendirmesi çıkan Psikolog Emre Konuk:
“1917 Devrimi sonrasında Bolşevikler tek tip üniformayı kaldırmış okullarda. Ama bakmışlar ne disiplin kalıyor, ne aidiyet, vazgeçmişler ve 1948 yılında tekrar zorunlu kıyafete dönmüşler. Sosyalizm yıkıldıktan sonra, 1992’de bir daha denenmiş serbest kıyafet. Ama bu kez de görmüşler ki dini kıyafetler nedeniyle ne aidiyet sağlanabilmiş ne de disiplin! 147 milyon nüfuslu Rusya’da, 20 milyon Müslüman yaşıyor. Okullardaki forma zorunluluğunun temelinde de din özgürlüğü meselesi yatıyor.”
Annadınız bişe?
