PKK’nin gelişimi ve dönüşümü


Partiya Karkerên Kurdistan’ın (PKK) ideolojik oluşumunda ulus-devlet konusunda yaşadığı muğlaklık, bilimsel sosyalizm olarak ifade ettiğimiz evrensel ideolojik bağlantılarımızın bünyelerindeki sorunlardan kaynaklanmaktaydı. Sıkça vurguladığım gibi, kapitalist modernitenin hegemonik karakter kazanmasıyla başlayan ideolojik hegemonyanın her alanda olduğu gibi sosyal alanla ilgili olarak da kendini yeniden inşa etmesi sosyal bilimin gelişmesini derinden etkilemiştir. Bilimsel sosyalizm de kendisi için çatı olarak merkezî ulus-devleti aldı.
PKK çok kalın hatlarıyla bir taslağını sunduğumuz reel sosyalizmin bu ulus-devlet anlayışından etkilenmişti. Hem de sığ ve kaba biçimde bir etkilenme söz konusuydu. Kültürel düzeyimiz bu kadarına elveriyordu. Gerek ideolojik ve siyasi görüş olarak doğuşta, yani parti oluşta, gerekse savaşan bir örgüt haline gelişte ‘Bağımsız, Birleşik, Demokratik Kürdistan’ kavramını sıkça kullandık. Ama doğrusu bu Kürdistan’ın tam olarak ne olduğunu netçe tanımlayamıyorduk. Eşit ve özgür bir toplum muydu ya da dönemin sosyalist devletleri gibi bir devlet mi olacaktı? Daha da geri biçimiyle sadece milli bir devlet olabilir miydi? Yoksa demokratik toplumlu bir Kürdistan’ı mı kastediyorduk? Doğrusu, tüm bu sorulara ilişkin net bir cevabımız yoktu. Devrimci halk savaşımızın ve militan örgütün hedefi bu sorular kapsamında muğlaktı; her yöne doğru yorumlanabilirdi.
İlke olarak Kürtlük esas alınmakta, fakat ortada nasıl bir Kürtlüğün olduğu yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Bölük pörçük de olsa, tarihsel ve mekansal olarak Kürt varoluşu değerlendirilmektedir. Nasıl bir toplum olduğu, ülkesi, dili, sınırları, parçalanmışlığı, geriliği veya çağdaşlığı en kaba bilgilerle tartışma konusu edilmektedir.
Tartışmayı yapan çekirdek grup ilk yıllarda iki elin parmak sayısını geçmemektedir. Önemi nicelikte değil niteliktedir. Ortaya çıkarılmaya çalışılan gerçeğin doğru ifadelendirilmesi, hakikati önemli olmaktadır. Ankara’dan çıkış ve Kürdistan’da yayılış olarak geçen 1973-1979 döneminin esas özü, bu gerçekliğin dile gelişi ve yeni Kürt hakikati olarak anlam bulmasıdır. PKK bu yeni hakikatin ismidir. Bu dönemin büyük şehidi Haki Karer’dir. Bir elin parmak sayısını geçmeyen şehitleri vardır. 1980’den 2005’e kadar geçen süreç ise, esasında nesne olarak Kürt olgusundan bilinçlenen, örgütlenen ve savaşan, böylelikle özgürleşen ve özneleşen Kürt ulusal toplumuna dönüşü ifadelendirir. Nesne Kürtlükten özgürleşen ve özneleşen Kürtlüğe geçiş söz konusudur. Buna eski kadavra ve köle Kürtlükten yeniden canlanan ve özgürleşen Kürtlüğe geçiş de diyebiliriz.
Burada küçük bir grubun zihnen ve ismen doğuşu değil, sayıları milyonları aşan bir halkın nesne durumu ve köle geçmişinden kendini özgürce ifadelendiren, örgütlendiren, eylemlendiren ve savaştıran halk gerçeğine dönüşü söz konusudur. Buna tipik olarak çağdaş (modern) bir halk, demokratik ulus toplumu halinde yeniden oluş da diyebiliriz. Oluş sürecinin ilk isimleri HRK (Hêzên Rizgariya Kurdistan) ve ERNK (Eniya Rizgariya Netewa Kurdistan)’dir. Sayıları otuz bini aşan, sadece Kürtler ve Türkler için değil, tüm insanlık için de anlamı büyük olan şehitleri vardır. Yüz binlercesi işkenceden geçmiş kadrosu, sempatizanı ve halkı vardır. On binleri aşan zindan tutuklusu vardır. Hicretleri ve milyonları katbekat aşan göçertilenleri vardır. Savaşan halk gerçeğine bu koşullar altında varılmıştır. Geçmişinde yaşanan ve kapitalist modernite koşullarında soykırım boyutlarına varan inkar ve imha nedeniyle haini, döneği, işbirlikçisi ve katliamcısı çok olan, bunlara karşılık veren direnişçisi, şehidi ve kahramanı da bol olan bir ulusal halk, demokratik ulus toplumu oluşu söz konusudur.
Büyüme, korunma ve farklılaşma
2005 ve sonrası yıllarda yaşanan farklılık, oluştan yeni bir özde kimlik kazanma, kalıcı varlık halini alma ve özgür yaşamda ısrardan kaynaklanmaktadır. Doğuş, oluş gibi çok sancılı bir süreçten sonra, başarılı geçen bu doğuşun aynı hassasiyetler temelinde, tıpkı bir bebeğin büyütülüşü gibi öz savunmalı olması, zehirlemeyen gıdalarla beslenmesi gibi beslenip büyümesi, varlığını özgürce ifadelendirmesi ve farklılaşarak yaşaması gündemdedir. Sorunlar artık doğuş, oluş sorunları değil, büyüme, korunma ve farklılaşmadan kaynaklanan öz kimlik ve özgür yaşam sorunlarıdır. Zihnen doğuş yerini bedensel doğuşa, oradan bedenin farklı organlarına dönüşmeye bırakmaktadır. Doğuş, oluş bebeklik ve çocukluk çağının tüm hastalıklarına açıktır. Bebeğin ölmemesi için çok büyük ustalık isteyen çabalara ihtiyaç vardır. Ondan önceki zihnen doğuş da çok sancılıdır. Bir nevi rahme düşmeye benzeyen oluş’un sağlıklı, soylu olması ve piçleşmemiş biçimde gerçekleşmesi gerekir. Bu da ideolojik hamlenin Kürt toplumsal olgusunu doğru ifadelendirmesi, onun hakikati olmasıyla mümkündür.
Unutmamak gerekir ki, üzerinde binlerce yıl tepişilen, uğruna kavgalar ve savaşların verildiği Kürdistan ananın tecavüzden kaynaklanmayan, kendi özgür iradesiyle kendi özünden soylu bir doğuşu özgür bir halk biçiminde gerçekleştirmesi varlık haline gelmenin ilk ve en zor koşuludur. Üçüncü dönem, söz konusu varoluşun varlık haline gelmesi, kimliğini ve özgürlüğünü kazanmış bir varlık olarak anlam ifade etmesidir. Yeni oluşan olgu eski tanıdık varlık, eskinin kendi olmaktan çıkarılmış, parçalanan ve yutulan bir nesnesi değildir. Eski Kürtlük sadece nesne olarak vardı. Her fetihçi, işgalci, ilhakçı, sömürgeci ve soykırımcı güç üzerinde dilediği uygulamayı, imhayı ve asimilasyonu gerçekleştirebilirdi. Bir kullanım malzemesi durumundaydı. Kolektif öznelliği ve kimliği gelişmemiş veya gelişmekten alıkonulmuştu. Kendini ifade etmekten ve savunmaktan uzaktı. adeta sağılmayı bekleyen bir inek, leş kargalarına terk edilmiş bir mevta konumundaydı. Bu gerçekliğe toplumsal bakımdan varlık denemezdi. Daha çok varlık ve öz kimlik olmaktan çıkarılmaya çalışılan bir nesne değeri atfedilebilirdi.
2000’li yıllar sonrasının Kürdistan’ı ve Kürtleri nesnel değer olmaktan çıkarılmış, son otuz yılda rüşeym halini ve doğuşunu başarıyla geçekleştiren bir varlık değeri haline gelmiştir. Kendi gerçekliğini ifadelendirebilen, hakikat olarak sunan ve savunabilen bir Kürt kimliği ve özgür yaşamı söz konusudur. Şüphesiz bu gerçeklik ve hakikat kendini bir ulus-devlet olarak ifadelendirmedi. Başlangıçta var olan bu yönlü ideasını terk etti. Daha doğrusu sosyalizm sandığı, ama özellikle reel sosyalizmin çözülüşünden sonra sosyalizm değil kapitalizm olduğu açığa çıkan bu gerçeklikle arasına sınır koydu. Başlangıçtaki muğlak ulus-devletçilikle iç içe düşünülen demokratik toplumculuğu ayrıştırdı. Ulus-devletçiliği terk ederken, tüm gücünü demokratik toplum üzerinde yoğunlaştırdı. Ulusal demokratik toplum artık bir hayal ve ütopya değil, özgürce yaşanan bir gerçeklik haline geldi. Yeni gerçekliğin bazı sorunları olsa da, bunlar rüşeym halinden ve doğuştan, oluştan kaynaklanan sorunlar olmayıp, varoluşun kimlik ve özgür yaşam varlığı haline gelmesinden kaynaklanan sorunlardır.
İster eski uygarlık ve kapitalist moderniteden ister özgür kimlikli yaşamdan kaynaklansın, yaşananlar eski sorunlardan daha kapsamlı ve farklı sorunlardır. Dolayısıyla çözüm yöntemleri ve araçları da farklı olacaktır. Ne eskinin Kürt’ü ve Kürdistan’ı gibi olunabilir, ne de yakın geçmişin ‘Ulusalcıları’, PKK’si, HRK’si ve ERNK’si gibi mücadele edilebilirdi. Düşman da eski düşman olmaktan çıkmıştı. Pek güvenilmese de, utangaçça da olsa, Kürt’ü ve Kürdistan’ı kabul edebilen, özgür Kürt kimliğini toptancı bir yaklaşımla reddetmeyen bir dönüşüme uğramıştı. Tüm bu tarihsel-toplumsal dönüşümlerin yeni bir Kürtlük ve PKK tanımı gerektirdiği, yeni sistem kavramları ve kuramlarına ihtiyaç gösterdiği açıktır. Bu temelde yeni PKK ve Kürtlük tanımıyla yeni sistem kavram ve kuramlarını geliştirmeye çalışacağız.
PKK ve Demokratik ulus yaşamı
Bu satırları hareketin kendini PKK olarak adlandırmasının 32. yıldönümünde yazıyorum. Otuz iki yıl modern bir partinin kimliğini, rolünü ve başarısını değerlendirmek için yeterli bir süre olsa gerek. Buna grup dönemini de eklediğimizde -ki, öyle olmalıdır- kırk yılı aşan fırtınalı bir yaşam söz konusudur. Gerek grup aşaması gerekse adlandırma yılları 15 Ağustos 1984 Hamlesine kadar esas olarak partizan tarzında yaşanan bir dönemdir. Evrensel ideoloji olarak etkilendiğimiz dünya reel sosyalizm dünyası ve bağlı olunduğu sanılan arkasındaki bilimsel sosyalist görüştü. PKK’nin kimliğini kavramak açısından, bağlı kalınan ve kalındığı sanılan değerler ve bilimsel sosyalist dünya paradigması önemli bir nirengi noktasıdır.
Dikkat edilirse, doğuş ve partizanlık yılları PKK’sinde sorgulanmaksızın kabul edilmiş bir bilinç ve inanç dünyası geçerlidir. Sosyalist kabilenin yeni üyesi derken bu gerçeği kastetmekteyim. Tıpkı doğan her çocuk kabilesini nasıl sorgulamadan kabul etmek durumundaysa, biz de bilimsel sosyalizmi ve reel sosyalist dünya kabilesini sorgulamadan kabul etmek durumundaydık. Dolayısıyla dogmatik yönü ağır basmaktaydı. Dogmatizmi tümüyle kötülemek için belirtmiyorum. İnsan doğasında dogmatizm içermeyen hiçbir görüş yoktur. İdenin, fikrin kendisinde bir dogma, bir inanç değeri vardır. Buna ilke değeri de diyebiliriz. Bir ilkeye, bir bilince, bir inanç dogmasına inanmadan insanın yaşamını sürdürmesi çok zordur. Ancak ilahlaşması gerekir ki, hiçbir ilkeye ve dogmaya dayanmadan yaşayabilsin.
İlkesel çıkışlara, bir nevi dogmalara ancak dogmatikçe bağlanıldığında sakıncaları ve riskleri ortaya çıkmaya başlar. PKK’nin ortaya çıkış ve partizanlık yıllarında bağlandığı bilimsel sosyalizm dogmaları esasta olumlu rol oynamıştır. Bilimsel sosyalizm her ne kadar tümüyle metafizikten arınmamışsa da, toplumsal gerçekliğe ilişkin bilim ve tarih felsefesine en yakın ideolojiydi. Toplumun bilimsel ve felsefi kavrayışında dönemine göre en ileri paradigmayı sunuyordu. Reel sosyalizmde yaşanan tıkanma bir anlamda bilimsel sosyalizmin dogmatik yönlerinin de bir sonucuydu. Başlangıçtan itibaren kendisine yöneltilen eleştirilerin doğruluk ve haklılık payı vardı. Zamanında düzeltilmeyince bünyesel dogmalar reel sosyalizmin çözülüşüyle sonuçlarını gösterdi. PKK’de de her ne kadar ulus-devlet düzeyinde olmasa da, pro ulus-devlet olarak benzer bir sonuç yaşandı. Devrimci halk savaşı yıllarında PKK’deki dogmalardan bilimselliğe ve tarih felsefesine geçiş yapamayan unsurlar dogmatikleşti. Bunda en çok iktidarcı ve ulus-devletçi unsurlar öne çıktı. Öne çıktıkça da dogmatizm kökleşti. İktidarcı yaklaşımlar demokratik yaklaşımları bastırdı. Parti yetkisi komuta yetkisine, komuta yetkisi kişisel iktidara yol açtı. Bir nevi mikro ulus-devletçikler oluştu. Leninist parti modelindeki otorite anlayışının demokratik değil iktidarcı ve ulus-devletçi yorumu reel sosyalist dünyada olduğu gibi PKK’de de etkili oldu. Bu anlayış tümüyle egemen olunca iktidar yozlaşması kaçınılmaz oldu. Sonuçta reel sosyalist toplumların, dolayısıyla ulus-devletlerin çözülüşü gerçekleşti.
PKK amaçladığı Birleşik Demokratik Kürdistan ulus-devletine ulaşmamakla birlikte, onu birçok alanda mikro düzeyde yaşadı. 1984-1998 dönemi ağırlıklı olarak mikro Kürt ulus-devletçiliklerin yaşandığı dönemdi. Reel sosyalist devletlerdeki çözülüşü PKK gecikmeli olarak daha yoğunca 1998’den sonra yaşamaya başladı. Özellikle 1995’ten sonra içte yaşanmaya başlanan bir süreçti. Dünya genelinde de benzer yapılı birçok partide aynı süreçler yaşandı. Çözülüşten sonra iki ana akım var olmaya çalıştı. Birincisi, eski Ortodoks reel sosyalist anlayışta ısrar eden komünist partiler; ikincisi, geçmişte kapitalist ülkelerde kök parti rolünü oynayan liberal partinin liberal demokrat kanadına dönüşen partilerdi.
Üçüncü doğuş veya yenilenme
PKK’de çözülüş sonrasında benzer eğilimler olsa da, bunlar hakim kanat haline gelemediler. Özellikle 2002-2004 yıllarında kanatlar arasındaki hakimiyet mücadelesi çok tahripkar oldu, ancak başarılı olamadı. Liberal maskeli sahtekar çeteciler kaçış ve ihaneti boylarken, tutucu, dogmatizmi aşamamış gelenekçi kanat veya unsurlar ana akımda kalmayı tercih ettiler. Ana akımın öyküsü hayli ilginçtir. İki kanat kendi aralarında kıyasıya mücadele ederken, partinin tümüyle kendilerinden ibaret olduğunu sanıyorlardı. Her iki kanat da PKK’nin oluşum diyalektiğini anlamak istemiyordu. Daha doğrusu, PKK’nin diyalektik gelişmesinin farkında değillerdi. Halbuki PKK’de gelişmiş bir diyalektik düşünce birikimi oluşmamışsa da, yaşamda devrimci diyalektik ilkeler fiilen işlemekteydi. Kendiliği diyalektik olarak var olmaktaydı. Üstelik sapma veya kaçışla birlikte biten parti değil kendileri oluyordu. Buna mukabil PKK daha arınmış ve biraz daha diyalektik öz kazanmış olarak gelişmesini sürdürüyordu. Tüm kritik süreçlerde bu yönlü gelişmelere tanık olundu.
2002-2004 büyük çözülüş sürecinde o güne kadar başarılamayanın bu sefer başarılacağı, partinin kendilerinden ibaret kalacağı sanılmıştı. Öyle olmadığı çok yetersiz bir müdahaleyle birlikte kısa süre içinde anlaşıldı. Avukatlar olup bitenlerden doğru dürüst haber vermiyorlardı. Önlerinde hiçbir engel de yoktu. Sanırım onlar da kanatların pozisyonlarına bakarak tutumlarını ayarlıyorlar, beni ise ayağa kalkması güç olan bir çaresize benzetiyorlardı. Gerçekten o anki durumum fazla umut vaat etmiyordu. Ama ben o anki bir oldubittiden ibaret değildim ki. Şahsımda bir tarihi sadece canlandırmamış, fiziki varlığımdan sonra da toplum kolektif olarak ayakta durdukça, özellikle Kürtler özgür yaşadıkça hep özgür yaşayacak olan bir gerçeklik haline çoktan gelmiştim. Kendimi bu tarzda bir gerçeklik ve anlam gücü olarak kurgulamıştım. Bu gerçeklikten ve anlamdan habersizdiler veya kavramaya güçleri yetmiyordu. Sonuçta bir grup yoldaşın el yordamıyla PKK adını yeniden kullanması temelinde ana akıma sahip çıkması gerektiğini açıklamamla birlikte, eskisinden daha da gelişkin bir PKK süreci yaşanmaya başlandı. Sağ liberal sahtekarlar çetesinin güvendiği dağlara çoktan kar yağmış, kendileri de donmaktan kurtulamamışlardı. Sol sekter gelenekçiler ise bu sefer biraz daha ciddi bir özeleştiri süreciyle ana akımla bütünleşmeye çalıştılar. PKK böylelikle büyük çözülüşten sonra üçüncü doğuş veya yenilenme hamlesini gerçekleştirirken, farklı bir toplumsal dönemin, demokratik ulus döneminin partisi olma sürecine girmişti.
Yeni dönemde PKK’nin kimliği
PKK’nin yeniden yapılandırılması farklı bir kimlik kazanması anlamına gelmiyordu, ama önceki dönemlerin bir kopyası da değildi. Yaşanan basit bir niceliksel gelişme olmayıp niteliksel gelişmeydi. Sadece kimlik olarak PKK’de değil, yenilenen Kürt toplumunda da yaşanan niteliksel bir dönüşümdü. Kaldı ki, ikisi arasındaki sıkı diyalektik gelişme sonucunda bu kimliksel dönüşümler yaşanmıştır. Dolayısıyla olgunluk döneminin varlığını kesinleştirmiş ve rüştünü ispatlamış PKK’sinin kimlik tanımını daha somut olarak yapmak ve bazı evrensel sonuçlar çıkarmak mümkün olmaktadır.
Öncelikle genelde parti, özellikle PKK reel sosyalizmin eski ulus-devletçi partisi değildir. Sosyalist partilerin bir bütün olarak devlet amaçlı inşa edilmemeleri gerektiğini ilkesel olarak kabul etmektedir. Sosyalizm modern devlet cihazıyla inşa edilemez. Devlet cihazı sosyalizmin doğasına aykırıdır. Kapitalist modernitenin ulus-devleti, kapitalizmin azami kar kuralının temel yapıtaşlarındandır. Kapitalist kar sistemi ulus-devletsiz gerçekleştirilemez. Ulus-devletin olduğu her sistem kapitalist karın gerçekleştirilmesiyle bağlantılıdır. Reel sosyalizmde durum farklı değildir; hatta bürokratik kapitalizmin varlığı ulus-devlete daha çok ihtiyaç gösterir. Reel sosyalizmin sosyalizm haline gelememesinde ulus-devletçi yapısı belirleyici rol oynamıştır. Dolayısıyla sosyalist partilerin birinci özelliği, demokrasinin bir prototipi olarak inşa edilmiş olmalarıdır. Kendini demokratikleştirmeyen bir partinin toplumu demokratikleştirmesi düşünülemez. Demokrasi otoritesizlik değildir. Devlet otoritesinden farklı olarak demokratik otorite siyasi toplum koşullarında mümkündür. Siyaset, özgürlük ve demokrasi olguları arasında kopmaz bir bağlılık geçerlidir. Biri olmadan diğerleri olmaz.
Sosyalist partiler modern kuruluşlar olmakla birlikte, tarihsel olarak kapitalist moderniteye karşı alternatif modernite geliştirmekle yükümlüdür. Modernite nötr bir kavram değildir; sınıfsal, siyasal ve ideolojik temelleri olan bir kavramdır. Hakim modernite kapitalist nitelikte olmakla birlikte, başka modernite tipleri de vardır. Demokratik modernite bunların başında gelmektedir. Moderniteler aralarında köklü farklılıklar bulunan toplumsal dönemleri ifade ederler.
PKK sadece ulus-devletçiliği aşmakla yetinemez; ancak kendini demokratik modernite unsurlarının prototipi olarak inşa etmek suretiyle öncülük rolünü oynayabilir. Kürt toplumunun demokratik ulus olarak inşa edilmesi, PKK’nin yeni kimlik döneminin başta gelen görevidir. Bu görevini başarması öncelikle kendi sistemini kapitalist modernite unsurlarının alternatifi kılmasıyla mümkündür. Demokratik modernitenin prototipi olmadan kendisinin toplumsallaşması ve başatlık kazanması zordur. Zaten partiler bu zorluğu yenmek için vardır; bu zorluğu da ancak öncü bir çekirdek olmakla aştırabilirler. Modernitelerin unsurları arasında ideolojik, politik, ekonomik her alanda yoğun bir mücadele vardır. Hangi modernitenin başat rol oynayacağını aralarındaki mücadelenin sonucu belirler. Partiler bu mücadelelerin öncü güçleridir. PKK’nin yenilenmiş kimliğinde eskiden olduğu gibi kapitalist sömürü biçimine ilişkin kırıntı bilgiler değil, bir bütün olarak kapitalist modernitenin çözümlenmesine dayalı sağlam bir öngörü ve kendi demokratik modernite teorisinin yeni paradigması geçerlidir.
PKK’nin yeni dönemdeki temel görevi eski dönemlerdekinden farklıdır. Grup dönemindeki ideolojik etkiyle eylem ve savaşın esas olduğu dönemdeki politik etkiyi yine yaşamak ve yaşatmakla birlikte, kazanılmış Kürt kimliğini ve özgür yaşam arzusunu demokratik ulus inşasına çevirmek durumundadır. İlk iki aşama demokratik ulus inşası için çok değer biriktirdi. Ama demokratik ulus inşası halen bir görev olarak önünde durmaktadır. Dolayısıyla yeni dönemin program, strateji ve taktik bütünlüğü bu inşayı gerçekleştirmekle yükümlüdür. Bu konunun ayrıntılarını KCK bölümünde işleyeceğiz. PKK’nin KCK ile ilişkisi burada önem kazanmaktadır. PKK’nin ideolojik, politik ve örgütsel gücü KCK kapsamında yerine getirilmesi gereken görevler için yeterli olmak durumundadır. PKK’de örgütsel bakımdan nicel kadro sıkıntısı olmamakla birlikte, bütün dönemlerde esas sorun kolektivist olamamaktan kaynaklanmıştır. Ne bireysel roller oynanmakta ne de kolektivizmin gücü yeterince gerçekleştirilebilmektedir. Bireysel rolleri oynamama kadar kolektivizme girmekten kaçınma da sıkça yaşanan zaaflardır. Bu nedenle de bireyler ve örgütlenmeler muazzam güç kaybına uğramaktadır. Örgütlü kadro olabilme, bireysel rolün örgütlenmeden, örgütlenmenin de inisiyatifli kadrolardan geçtiği sorunu gündemdeki yerini korumaktadır.
Ortadoğu’nun çözüm yolu
Tüm koşullar önümüzdeki sürecin olası gelişmelerini çağdaş tarihteki büyük Fransız ve Rus Devrimleri kadar önemli kılmaktadır. İster savaş ister barışla gerçekleşsin, Kürt halkı kendisi için sadece ulusal demokratik sorunu çözmüyor, bütün Ortadoğu bölgesi ve insanlık için büyük anlam ifade edecek olan bir çıkışı gerçekleştiriyor. Bu çıkışla sayıları her gün çoğalan kapitalist modernitenin ulus-devlet aygıtlarına bir yenisini eklemiyor; modernitenin çoktan hazırlamış olduğu kapitalist statüye, tekellere ve sanayi dünyasına katılmıyor; yeni bir uygarlığın, modernitenin ışıklarını saçıyor. Demokratik modernite olarak da adlandırılabilecek bu modernite çıkışı, tarihinin en kaotik dönemlerinden birini yaşayan Ortadoğu kültürüne gerekli çözüm yolunu gösterebilecektir. Bu rol çözümleyici değerini daha şimdiden özellikle Irak (Uruk) üzerinden kanıtlamış bulunmaktadır. Yaşanan ve bir nevi ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ diyebileceğimiz bu süreç, PKK’yi tıpkı uygarlık tarihinin şafak vaktinde Zagros-Toros eteklerinde Proto Kürtlerin oynadığı rolün bir benzerini bu sefer sınıfsız, devletsiz, ekolojik kent, karsız ekonomi ve demokratik toplum doğrultusunda yeni uygarlık ve demokratik modernite lehine oynamaya aday kılmaktadır.
PKK kendini baştan beri bu tarihsel role uygun olarak tanımladı. Birçok eksiği ve yanlışı olsa da, fırtınalı geçen son otuz yılı bu rolünü oynayabileceğinin kanıtıdır. Seslendiği Kürdistan halkı kendisine olumlu yanıt vermiştir. Kürdistan artık eski mezar sessizliğinde değildir. Önümüzdeki süreç ister barış ister savaşla kazanılsın, sonuç demokratik ulusların inşa çağı olacaktır. Böylece binlerce yıldır süren sınıflı, kentli ve devletli uygarlık oyunlarının kan deryasına çevirdiği, kabilelerin, dinlerin, mezheplerin ve ulusların birbirini boğazladığı Ortadoğu uygarlık kültüründe, demokratik ulusların bütünlüğü üzerinde yükselen demokratik modernite çağı olacaktır. BİTTİ
* “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” kitabından derlenmiştir.
ABDULLAH ÖCALAN
