Pülümür’ün ‘Gerilla Kızı’ndan mektup var…


Henüz internet yazışmaları yaygınlaşmadan, birçok yazar gibi ben de çok sayıda mektup yazmış ya da mektup almışımdır. Bunların birçoğunu, yaşadığımız sıkıntılı zaman ve aramalarda kaybetsem de, kimi hala arşivimdeki yerini korumaktadır. Üstelik, bunların bir bölümü daha Üniversitede okuduğum 1960’lı yılların ikinci yarısından başlayarak, sözgelimi ünlü Macar Türkolog Hazai gibi şahsiyetlerle yapılan mektuplaşmalardır. Ancak, hemen belirtmeliyim ki, bunlar, neredeyse yarı-resmi rutin yazışma mektuplarıdır.
Özellikle, 1988-89 yıllarında toplam 8 sayı olarak çıkardığım, onlarca davaya konu olan ve aynı yıl içinde iki kez tutuklanmama yolaçan Özgür Gelecek Dergisi dolayısıyla, yakın diyalog kurduğumuz cezaevlerinden de dergiye ya da şahsıma çok sayıda mektup gelmekteydi. Dergi ya da daha sonra kitap isteyen her cezaevine istedikleri her yayını yollamayı ilke edinmiştik. Yayın gönderdiğimiz şahsiyetler arasında unutamadığım isimlerden biri de, o tarihlerde Antep Cezaevi’nde ömürboyu hapse mahkum edilmiş olan ve hapis arkadaşı Beşikçi’nin yönlendirmesiyle araştırmaya koyulan yazar Cemil Gündoğan’dı. Gündoğan, cezaevinden çıkıp ülke dışında yaşamaya başladıktan sonra birçok önemli kitaba imza attı.
Cemil’in, hapishane ortamında Kürtler ve Ulusal- Demokratik Mücadeleleri konulu çalışmam dolayısıyla kaleme aldığı ve şimdiki Dersim Belediye Başkanı olan kardeşinin yönetiminde çıkan Dewşen Dergisi’nde yayımlanan yazısı, bugün için de geçerliliğini sürdüren önemli bir yazıydı.
Kadın Gerillanın “ağlatan”
mektubu ve hatırlattıkları…
İtiraf etmeliyim ki, bugüne kadar aldığım hiç bir mektup, Pülümürlü kadın gerilla Saadet Dersim’in, yaklaşık dört ay gecikmeyle elime yeni ulaşan mektubu kadar beni ve ailemi etkilemedi, dahası ağlatmadı!..
Pülümürlü kadın gerillanın mektubuna geçmeden, yarattığı bazı çağrışımları paylaşmak istiyorum. “Pülümür” denince, ilk akla gelen edebiyat ürünlerinden biri, kendisi de Kastamonu’nun Xulam köyünden Kürt kökenli olan politikacı ve şair Bülent Ecevit’in “Pülümürün Yaşsız Kadını” adlı şiiridir. Ölümünden sonra Kürt kökenine vurgu yapılan Ecevit, başta Viranşehir beldesi olmak üzere, geçmişte önemli Kürt yerleşkelerinden biri olan Kastamonu’nun Xulam köyündendir. Şimdiki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dünürü İslamcı gazeteci- yazar Sadık Albayrak’ın, Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde yayımlanan Son Devrin Osmanlı Uleması adlı eseri ile Devrimin Çakıl Taşları adlı eserinde; dedesi Kürdizade Mustafa Efendi ile babası hukuk profesörü Fahri Ecevit hakkında belgelerle ayrıntılı bilgi verilir. Ancak, Bitlis’in “Kürümoğlu” ailesinden gelen İnönü ailesinin Kürtlüğünün Erdal İnönü’nün ölümü üzerine gündeme gelmesi gibi, Ecevit’in Kürtlüğü de ancak ölümü üzerine dillendirilmişti…
Tagor’dan yaptığı mistik şiir çevirilerinin ötesinde kendisi de şair olan Bülent Ecevit’in Kürtler arasında en çok bilinen şiiri “Pülümürün Yaşsız Kadını” adlı şiiridir. Hatta bu şiirden dolayı, Ecevit’in Dersim kökenli olduğu bile söylenmiştir. Ecevit’in şiiri şöyle başlamaktadır:
“Pülümürün bir dağ köyünde
gördüm onu
yaşını sordum bir giz gibi güldü
kimi seksen dedi
köylülerden kimi yüz
yüzüne baktım bir giz gibi güldü
bir asa vardı elinde
bir solmuş krallığın
kadifeden harmanisi üzerinde
bir hititliydi o bir selçukluydu
bir ermeniydi bir kürttü
bir türk…”
Kadın Gerilla ve ‘Badem Çiçeği’
Bir bütün olarak Kürt Kadını ve özelde Dersim Kadını, benim ana temalarımdan biri olmuştur. Daha 1980 yılındaki bir yazı-dizisinde, bazı kesitleri kadınlarca yakılmış Dersim Katliamına ilişkin kimi Dımılki/ Zazakî ağıtlara yer verdiğim gibi; 80’li yılların sonlarında da şair dostum Ozan Telli’nin “Cemşid Mar” imzasıyla, şehid olan bir kadın gerilla üstüne yazdığı “Badem Çiçeği” şiirini, sözünü ettiğim dergide yayımlamıştım. Şehid olan kadın gerillayı işleyen ve bugüne de ışık tutan şiirin son bölümünü birlikte izleyelim:
“kekliğin sesine kandın
susuz pınarlara indin
tepelerde alev alev
niye böyle erken yandın
daha vardı newroza
kayaları yastık
toprağı döşek eyledin
şiirler okudun cigerxwîn’den
şivan’dan türküler söyledin
yemek pişirdin dostlara
diktin söküklerini
yırtıklarını yamadın
dağ taş demedin
kara kış demedin
dolaştın dağları boylu boyunca
düştüğünü duyunca
botan bulandı
ağrıdı ararat
cudi sancıdı
sol yanım incidi
dağların dişi aslanı
sormaya gerek yok aslını
sen ki benim ikizimsin
aynı kutsal ananın
memesinden süt emmişiz
bu topraklarda açmışız gözlerimizi
bu topraklarda yummuşuz
uyu benim nazlı bacım
koyu kara gözlü bacım
badem çiçeğim
yanmış kavrulmuş bedenini
demirci’nin üç renkli
önlüğüyle saracağız
sulayıp özgürlüğün fidanını
zincirini kıracağız
despot dehak’ın…”
1980’deki Zazakî ağıtlardan sonra, gerçek adını vermediğim için şair dostum Ozan Telli’nin bu şiiri dolayısıyla da hakkımda dava açılmıştı. Bununla bitmemiş, aynı şair dostumun yine takma isimle 1992’de yayımladığım Koçgiri-Dersim Destanları dolayısıyla da 2 yıl hapis cezasına çarptırılmıştım. Şiirsel söyleyişin doruğuna varan bu destanlarda; hem Dersim kadınının direnişi hem de acımasızca katledilişi büyüleyici bir şiirsel anlatışla yansıtılıyordu. Bunlardan bir şiir kesitini yine birlikte izleyelim:
“Ben munzur’un deli suyu
çarparım taşlara başım
bir acıya akmak işim
Gelincik gelinler
kızılcık kızlar
kapıldılar sellerime
Ve fırat
ve murat
ve mercan
ve harçik
bir de ben
suyumuzda bölük-pörçük
nice can
kızıl kan
verdik kol kola
kürdistan’ı dolandık
işte bundan bulandık
türkülendik al güle
Gelincik gelinler
kızılcık kızlar
kondular dallarıma
şakıdılar özgürlüğü.”
‘Geçmişten Günümüze
Kürt Kadını’
‘Osmanlı’da Kürt Kadını’ ve ‘Geçmişten Günümüze Kürt Kadını’ çalışmalarımda ‘Kadın Gerillalar’a yer verdim. Bir kadın gerilla resmi eşliğinde verdiğim bu bölüm ile 19. yüzyılda Êzîdî kadınlarınca yakılan bir Kürtçe ağıt, Ankara DGM’de dava konusu oldu. Davayı açan kişi, son zamanlarda Ergenekon belgelerini karartmakla suçlanan DGM Savcılarından Hamza Keleş’di… Bu şahıs, benim neden Türk ya da Gürcü kadınını değil de, Kürt kadınını işlediğimi soruyordu!.. “Gürcü” kökenli olduğunu tahmin ettiğim Savcıya, kendisinin de “Gürcü” kadınını yazabileceğini hatırlatmıştım.
19. Yüzyılda bir Osmanlı/Türk katliamını eleştiren ağıtın dava konusu edilmesi ise, başlıbaşına utanılacak bir olaydı… Katliama uğrayan Êzîdî (Yezidi) kadınların 19. yüzyılın ortalarında yaktığı ağıtta, Osmanlı’nın Êzîdî Kürtler’e uyguladığı katliam ilençler ve beddualarla dillendiriliyor ve destan şöyle noktalanıyordu:
Türkler’in paşası, hunhar vahşi,
Boz kartal gibi kan içer hep.
Bak çocuk,
babanın kanayan başına,
Seninse aldılar elinden sevdiğini…
Lanet olsun iki seven kalbi ayırana,
Lanet olsun
acımadan yoksun katile!
Toprak geri vermez ölüleri
Bedduamızı duy Melek Tavus!..
Kadın gerillanın mektubuna geçmeden önce, küçük bir eleştirisine veya hatırlatmasına da kısaca cevap vermekte yarar var. Şöyle diyor: “Kitaplarınızda kadını işlemeye çalışmışsınız; özellikle öne çıkan bazı kadın isimleri vesilesiyle işlemişsiniz. Ancak, gerek yaşamsal, gerekse de direnişsel boyutuyla kadının Alevilikteki varlığı bence çok çok yoğunluktadır. Bir şekilde bunun da üzeri kapatılmış, yok edilmeye çalışılmış. Bu boyutta araştırmanızın derinleşmesinin, hem Aleviliği ve hem de sizin değerli çalışmalarınızı daha güçlü bir yere oturtacağını düşünüyorum.”
Hangi alana el attıysam Dr. Mokri çıktı...
Kürdoloji alanında araştırma yapan arkadaşların bir belirlemesi var. Diyorlar ki, “hangi dala el atıyorsak, karşımıza M. Bayrak çıkıyor!…” Bu belirleme bir yönüyle doğrudur. Ancak, Türkiye’de Kürdoloji yayıncılığının son 30-40 yıla kadar neredeyse tümüyle yasaklı olduğu gözönüne alınırsa, daha yolun başında olduğumuz anlaşılır. Bugüne kadar Kürdoloji biliminin birçok alanında çalışma ve yayın yaptığım doğrudur. Ancak, ben de hangi alana el attıysam, karşıma Doğu Kürdistanlı bilim insanı Dr. Mohammed Mokri çıkmıştır. Bu anlamda, gerek monarşiyle yönetilen İran’da, gerekse Baas ırkçılığıyla yönetilen Irak’ta Kürdoloji çalışmaları birçok açıdan bizden daha öndeydi.
Güney Kürdistan’lı devlet adamı ve yazar Mehmed Emin Zeki Bey’in çalışmaları önemliydi ve bunlardan Kürd ve Kürdistan Ünlüleri adlı biyografik çalışmayı bir “Önsöz”le ilk kez Türkçede yayımlamıştım. 2 Ciltlik kitabın “Meşhur Kürd Kadınları” ile ilgili bölümünü, daha sonra yayımlanmış olan Afreti Navdarakanı Kurd’daki ünlü kadın şahsiyetlerle birlikte kendi çalışmama da almıştım. Bu iki çalışmada da, Seyid Rıza’nın ve Alişêr’in eşleri başta olmak üzere, kuzeydeki önemli kadın şahsiyetlere yer verilmemişti ve ben de bunu eleştiri konusu etmiştim. Buna rağmen, Dersimli gerilla arkadaşımızın Alevi Kadınlar’ın toplumdaki konumlarına ilişkin belirlemelerini önemsiyorum. Birçok yazımda bu konuya vurgu yaptığım gibi, özellikle 2010 yılında çıkan Dersim- Koçgiri konulu kitabımda “Kürt Kadınının Tarihinde Duyarlı Çizgiler ve Dersim Kadını” başlıklı bölümde Dersim kadınına 10 sayfalık bir yer ayırdım ve görmediğini sandığım bu kitabı da kendisine armağan olarak göndereceğim…
Kadın Gerillanın “Öğretici” Mektubu
“Sayın Mehmet Bayrak’a;
Merhaba!
Öncelikle, kitaplarınızdan tanıdığım sizi, özgür dağlardan bir kadın gerilla olarak selamlıyorum. Belki size bir tuhaf gelecektir, ama kitaplarınızı okuyup kendi kökenlerimi daha derinlikli tanıyınca, bir şekilde size ulaşmak ve bunu paylaşmak istedim.
Ben Dersim- Pülümür Alevilerindenim. Bir Dersim aşığıyım. Yirmi dört yıldır gerillada, dağdayım. Dağlar benim evim gibidir, onsuz yaşayamayacağım bir gerçekliktir. Belki de Dersim Aleviliğinin direnişçiliğinin, o görkemli dağlarının bendeki kalıtsal bir özelliğidir. Dağlar da canlıdır, Quantum teorisini bilmeden de insan onların bir ruhu olduğunu biliyor, hissediyor. Biliyorum ki, bu, binlerce yılın direniş ruhunun kendisi aslında. Acısıyla, tatlısıyla, güzelliğiyle dağların görkeminde, direnişin güzelliğinde yaşamak en anlamlısı. Çağımızın efendilerine, tanrılarına, Yezitlerine karşı buradan bir cevap olma, hakiki bir insan olma gerçeğini ve umudunu diri tutuyor. Aynı zamanda bir Alevi olarak da dağda, PKK gerçekliği içerisinde kendimi bulmanın, asimile edilmeye, yozlaştırılmaya çalışılan Alevi kültürünü daha da derinleştirmenin gururunu yaşıyorum. PKK, yarıda kalmış ya da susturulmuş, bastırılmış Alevi felsefesini, her boyutta daha da geliştiriyor, derinleştiriyor. Ben kişi olarak bunu hep hissettim.
Savaşın en kızgın, en yoğun olduğu dönemlerde kaldım. Savaşıyorduk, ama ideolojik, felsefik birikim elde etme, yoğunlaşma anlamında hiç fırsat bulamıyordum. Sıcak savaşın ortasında bunun fırsatı hemen hiç yoktu. Ancak ‘99 sonrası biraz durum değişti, kısmen okuyabilme- öğrenme şansını buldum. Ama özellikle bu son aylarda büyük bir açlıkla okumaya, derinleşmeye çalışıyorum. Tesadüfen bulunduğum yerde kendisi de Maraş Alevilerinden olan bir arkadaşımın elinde kitaplarınızı buldum ve heyecanla okudum. Hep hissederek Aleviliği yaşamıştım, ama tarihini, bilgisel detaylarını fazla öğrenememiştim. Sizin kitaplarınızı okumamla birlikte bu şansı yakalamış oldum.
Ben Türk eğitim sisteminde okumamışım; dağa geldiğimde okuma-yazmam yoktu. Dağda okuma-yazmayı öğrendim, zorlukların tam ortasında öğrendim. Bu nedenle benim için okumak- yazmak, araştırmak çok değerli ve anlamlı. Dağ ortamının koşulları içerisinde ne kadar yapabilirsem, bunu yapmaya çalışıyorum.
Kitaplarınızı büyük bir heyecanla, düşmanın yaptıklarına karşı öfke ve intikamla, tarihimizin direnişçiliğine karşı büyük bir sevgi ve gururla okudum. Çok duygulandığımı söyleyebilirim. Belki biz elimizde silahla savaşıyor, direniyoruz. Ama sizin de elinizde kalemle tarihin gölgede, karanlıkta kalan yanları açığa çıkararak savaştığınızı, direndiğinizi, bedel ödediğinizi biliyoruz. Küfür olarak belleklere yazılan bir tarihi anlamak, hakikate dönüştürmek gerçekten onurlu, anlamlı ve güzel bir eylem. Bunu takdir ettiğimi, ettiğimizi bilmenizi istedim. Bu mektubu en çok da bu nedenle yazmak istedim.
Tabii bir de görüş ya da eleştirimi de vurgulamak istiyorum. Kitaplarınızda kadını işlemeye çalışmışsınız, özellikle öne çıkan bazı kadın isimleri vesilesiyle işlemişsiniz. Ancak gerek yaşamsal, gerekse de direnişsel boyutuyla kadının Alevilikteki varlığı bence çok çok yoğunlukludur. Bir şekilde bunun da üzeri kapatılmış, yok edilmeye çalışılmış. Bu boyutta araştırmalarınızın derinleşmesinin, hem Aleviliği ve hem de sizin değerli çalışmalarınızı daha güçlü bir yere oturtacağını düşünüyorum.
Şimdilik bunları belirtiyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Umut ediyorum bir gün bu özgür dağlarda görüşme, tanışma şansını yakalayabiliriz. Nerede olursak olalım, nihayetinde onurlu insanlar olarak tarihimizi açığa çıkartmanın ve onu hak ettiği onurlu yere kavuşturmanın mücadelesini veriyoruz. Zaten umudumuz, arayışımız ve mücadelemiz bizleri böyle buluşturuyor.
Devrimci selam ve saygılarımla.
Saadet DERSİM, 4 Temmuz 2011
MEHMET BAYRAK
