Putları kıran gelenek: İBRAHİMİ

Haberleri —

Ortadoğu kaynaklı olan ve dünyanın hemen hemen tüm alanlarına yayılma başarısı gösteren bir dini gelenektir İbrahimi gelenek. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyetin ortak ifadesi olan İbrahimi gelenek, adını İbrahim peygamberden almaktadır. Semitik kökenli olan bu üç dinin atası olarak kabul edilen İbrahim Peygamberin çıkışından başlayarak bu üç dinin kısa tarihini vererek İbrahimi geleneği tanıtmaya ya da kısa bir özetini vermeye çalışacağız.


Hz. İbrahim (MÖ. 1700-…)

Her şeyden önce İbrahim peygamberin yaşadığı dönem olan MÖ.1700’lü yıllar merkezi uygarlık sisteminin maddi anlamda yarattığı sorunların manevi alana da yansıması, buna karşı peygamber geleneğinin devamcısı olarak İbrahim peygamber şahsında bu manevi alanda yaşanan sorunlara bir çözüm bulma arayışı bu geleneğin özünü oluşturmaktadır. Peygamberlik özünde Merkezi uygarlık sisteminin yarattığı toplumsal sorunlara çözüm bulma arayışıdır. Sümer ve Mısır kaynaklı olan tüm bilgeliklere, bilge çıkışlarına peygamber denilmektedir. Hz. İbrahim de yaşanan toplumsal sorunlara tıpkı kendisinden öncekiler gibi bir çözüm bulma arayışındadır ve bu geleneğin bir sürdürücüsü olarak hareket etmektedir.
Hz. İbrahim’in Aryen mi yoksa Semitik kabile geleneğinden mi olduğu tartışma konusudur. Bulunduğu mekan Riha veya Urfa’dır. Bu alan farklı etnik ve dini yapıların iç içe yaşadığı bir alan olmaktadır. En son ortaya çıkarılan Göbeklitepe kalıtları da bu topraklarda bulunmuştur. Bunun gibi nice kalıntı da daha gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor. Klanların, neolitik devrimle beraber genişleyen insan topluluklarının oluşturduğu kabile toplumsal sisteminin mekanı olan bu coğrafya daha nice bilinmeze cevap oluşturacak belgelerin ortaya çıkarılmasını beklemektedir.
Hz. İbrahim tahminen MÖ. 1700’lerde Urfa’dan ayrılıp Filistin’e doğru bir göç hareketi başlatır ve kabilesini ya da ailesini alarak Urfa’yı terk eder. Urfa’yı terk etmesinin nedeni de Urfa’nın yönetici gücü olan ve Nemrut ismiyle tanımlanan kişiye karşı koyması, ona başkaldırmasıdır. MÖ. 1700’lerde Urfa, Babil uygarlığının bir kolonisi durumundadır. Urfa, Babil devletini temsil eden ve onun memuru olan Nemrut denen kişilerce yönetilmektedir. Hz. İbrahim de diğer birçok kabile gibi kendi kabilesiyle birlikte Urfa’da yaşamaktadır. Kendisi tüccardır, özellikle koyun tüccarlığı yaptığı bilinmektedir. Babası ise Nemrut sarayında çalışan bir zanaatkardır. Yani hem babası devletle içli dışlıdır hem de Hz. İbrahim peygamber tüccarlık yapmanın getirdiği bir ayrıcalığa sahip olmakta, ayrıca kendi kabilesinin önderi konumundadır.

Nemrut’a başkaldırı!

Anlatılan ve herkesçe bilinen Hz. İbrahim’in yakılma hikayesi bize birçok yorum yapma imkanı vermektedir. Kendisinin Nemrut’a başkaldırdığı, şehir tapınağında bulunulan putları kırdığı ve buna karşı ceza olarak kendisinin ateşe atılması, bu ateşten kurtulma ve şehri terk edip Filistin topraklarına göç etmesi bilinenler arasındadır.
Şimdi buradan ele alarak birkaç belirleme yapmak mümkündür. Birincisi, tapınakta bulunan putlar birer tanrı temsili olmakta ve en büyük put Babil yöneticisini temsil etmektedir. Bunun yanında diğer putlarda farklı sınıftan olan yönetim kademesini temsil etmektedir. Yine her kabilenin kendisi için kutsal saydığı ve heykelini yaparak tapındığı nesne de burada yerini almaktadır. Dolayısıyla maddi gücün temsili olan manevi güç kendi temsilini putta bulmaktadır. Ne kadar yönetici güç ve sınıf varsa, yine ne kadar farklı etnik topluluk varsa hepsinin temsiliyeti tapınaktaki putlar aracılığıyla yapılmaktadır.
Hz. İbrahim’in tapınakta bulunan putlara yönelmesi, özellikle en büyük putu kırması Babil devletini, onun Urfa’daki yöneticisi olan Nemrut’u tanımadığını ve ona başkaldırdığını ifade etmektedir. İnsanların tanrı olamayacağı fikrinin eylemsel olarak gösterilmesini de ifade etmektedir bu çıkış. İnsanın köle değil ancak tanrının kulu olabileceği fikri de buradan kaynağını almaktadır. Tanrı kralların olamayacağı, insanın ancak tanrının elçisi ve kulu olabileceği fikrinin güçlü temelini de yine İbrahim peygamber başlatmıştır.
Yine put kırmak yeni bir manevi güç yaratmayı gerekli kılmaktadır. O nedenle Hz. İbrahim kendi kabilesi için yeni bir tanrı arayışına girmekte, bu tanrıyı putlarla değil de, göklerde olan ve ancak düşüncede kabul edilen bir gerçeklikte bulmaktadır. Böylece göğe çıkarılan ve ancak düşüncede varlığı bilinen bir tanrı inşasına girmektedir.

Kenan Eli’ne yolculuk

Yeni bir tanrı arayışı aynı zamanda yeni bir yönetim arayışını ifade etmektedir. Hz. İbrahim artık Babil egemenliğinde yaşamak istememekte, kabilesini bu baskı altında kurtarmak ve o dönem görece daha özgür bir alan olan, tampon bölge niteliği taşıyan Kenan Eli’ne (Filistin-İsrail) doğru yol aldırmaktadır. Kabile kültüründe özgürlük bir varoluş koşuludur. Hiçbir kabile köle yaşama tahammül edemez. Neolitik devrimde oluşan kabile sistemi özünde en özgür, en demokratik, ahlaki ve politik toplum örgütlenmesidir. Bu gerçeklik onun oluşunda vardır. Dolayısıyla Hz. İbrahim’in neden Babil yönetimine isyan ettiği gibi bir soru sorulduğunda bir diğer cevap olarak da, toplumsal biçim olarak kabilenin özgürlük demek olduğu, köleliğe asla tahammülünün olmadığı ve buna karşı her zaman bir direniş içinde olma gerçekliği diye verilebilir. Zaten İbrahimi çıkış da bir yurt arama, bir yeni yönetim arama, ama esas olarak özgürlüğün çağrısına cevap olma çabasıyla hareket etmiştir.
İkincisi, o dönemde kabile inanışında var olan tanrıya kız ya da erkek çocuk kurban verme törenini ortadan kaldırması, insan yerine hayvan kurban verilmesi şartını getirmesidir. Dönemine göre çok devrimci bir adım olan bu hayvan kurban edilmesi o kadar güçlü bir etkiye sahiptir ki, günümüzde bu gelenek İslamiyette kurban bayramı olarak devam ettirilmektedir. Elbette hayvan kurban verilmesi de kabul edilecek bir durum değildir, ancak şunu da biliyoruz ki, toplumsal geleneklerin kendi dönemlerinde bir anlamı olduğu, zaman geçtikçe anlamını yitirmeleri gerçekleşse de, insanların onları bırakması o kadar da hızlı gerçekleşen bir durum olmadığı, ancak güçlü bir zihni değişim yaşanırsa bunun sağlanabileceğidir. Yoksa ol demekle olunmuyor, kalk demekle hiçbir adet, töre, gelenek ortadan kalkmıyor. Toplumsal yasalar farklı işliyor.
Üçüncüsü, Hz. İbrahim Filistin topraklarına yerleşip kendisi için küçük bir toprak parçası satın aldıktan sonra giderek nüfus olarak kabilesinin artmasıdır. Torunu olan Hz. Yusuf Mısır Sarayına köle olarak satılıyor. Orada kadınların desteğiyle sarayda vezirliğe kadar yükseliyor. Böylece Mısır devleti içine de yerleşilmiş olunuyor. Bu durum Hz. Musa dönemine kadar da böyle sürüp gidiyor. Mısır’daki durum yarı köle yarı özgür kabile olma biçimindedir. Üç yüz yıl Mısır’da kalındıktan sonra İbrahim’in daha da büyümüş olan kabilesi tekrardan bir başkaldırı ve göç hareketine başlıyor. Bu sefer Mısır yöneticisi olan Firavun’a karşı bir başkaldırı vardır. Bunun sürdürücüsü ya da lideri de Mısır Sarayında önemli bir konumda bulunan ve Mısır Firavunu II. Ramses’in arkadaşı olan Hz. Musa’dır.

Hz. Musa (MÖ. 1300-…)

MÖ. 1300 ve sonrasında İbrahimi geleneğin ya da İbrani kabilesinin öncülüğünü Hz. Musa yapmaktadır. Kendisi Mısır sarayında yer almaktadır. Fakat kendi kabilesinin mensupları yarı köle bir konumda yaşamaktadırlar. Bu duruma karşı Hz. Musa’nın itirazları ve yeniden özgür kabile insanları olma ya da yaratma amacıyla Mısır’dan ayrılıp tekrardan Kenan Eli ya da ünlü deyimleriyle “Vaat edilmiş topraklar, Vaat edilmiş cennet topraklar”a doğru bir göç hareketi başlatıyor. Hikayesini bildiğimizden bu çıkışı birkaç noktadan ele alıp değerlendirebiliriz.
Birincisi, Hz. Musa da tıpkı atası Hz. İbrahim gibi kendi tanrısını aramaktadır. Yani kendi kendisini yönetmek, kölelikten kurtulmak, Mısır firavununun kölesi konumundaki kabilesini özgürleştirmek istemektedir. Bunun için yoğun bir ideolojik, örgütsel, siyasi çaba vermektedir. Kendi kabilesini ikna edip Mısır’dan çıkardıktan sonra tam kırk yıl Filistin çöllerinde dolaştırdığı bilinmektedir. Filistin diyarında Tur dağında nihayet aradıkları tanrıları Musa’ya görünür ve ona yapılması gereken 10 Emir’i iletir. On Emir sadece İbrani kabilesine indirilmiştir. Tanrı İbrani-İsrail-Yahudi kabilesinin tanrısıdır. Metafiziktir, göklerdedir, düşüncede ve inançta varlıklaşır, ama sadece İbranilerin tanrısıdır. Özünde 10 Emir İbrani kabilesinin uzun mücadeleler sonrası kazandığı toplumsal örgütlenme ilkeleri ve siyasi programdır. Emir olduğu için askeri bir içerik taşımakta, sıkı bir örgütlülüğü zorunlu kılmaktadır.

10 Emir’le şekillenen din

İbrani kabilesinin tanrısı kabilenin sadece kendisine inanmasını şart koşuyor. Nemrut-Firavun gibi kendilerini tanrı kral ilan eden tüm tanrıların reddedilmesi gerektiğini, sadece kendisine tapınılması gerektiğini emrediyor. Bu da özünde Musa’nın kendi kabilesinin ya da giderek kavminin dünya görüşü ve toplumsal ve siyasal programının oluşturulmasını ifade etmektedir. Etnik din, etnik yapı ve yönetim giderek somutluk kazanıyor.
10 Emir kendinden önceki mitolojilerde var olan söylence dilini aşan bir dil içermektedir. Dili çok nettir ve somuttur. Kesin ilkeler koymakta, her ilke kesin doğru olarak sunulmakta ve böylece yeni bir dinin temeli atılmış olmaktadır. Elbette İbrani kabilesinin ya da günümüzde Yahudi ırkının kutsal kitabı olan Tevrat (Ahdi Atik-Kıtab-ı Mukaddes) ancak MÖ. 600’lerde son halini almıştır. O nedenle çok uzun bir mitolojik söylemi bağrında taşıdığı gibi, daha sonraki süreçte Med, Pers, Fenike, Grek vb. uygarlık güçlerinin dini söylem ve yaşam pratiklerinden de çok şey alıp bunu kendi dünya görüşleri içinde harmanlamışlardır.
Hz. Musa’nın bir diğer amacı da kendi kabilesine bir devlet oluşturmaktır. Bunun için çok yoğun çaba sarfediyor. İdeolojik birliği yaratmak kadar, aynı zamanda siyasi ve toplumsal birliğini oluşturmak temel hedefi olmaktadır. Sayı olarak çok az olmaları onları o dönemin uygarlık güçleri karşısında zor durumda bırakmaktadır. Bu nedenle hem düşünsel alanda (ideoloji-bilim) hem de maddi alanda (sermaye-para) kendilerini oldukça yetkin kılmak zorunda kalıyorlar. Zayıf yanlarını bu iki unsurla gidermek, bir denge oluşturmak istiyorlar. Ve bu çaba günümüzde de halen devam etmektedir.

İki nehir akışı...

Bildiğimiz kadarıyla tüm ideolojik hareketlerin içinde mutlaka Yahudi düşün insanları bulunduğu gibi, maddi anlamda da en son kapitalizmin gelişiminde de oynadıkları öncülük rolüyle Yahudiler bu geleneklerini sürdürmekte ve kendilerini tarihle birlikte var kılmaya çalışmaktadırlar. Ama bilgi ve sermaye biriktirmek beraberinde kendilerine de yoğun bir karşıt hatta düşman güçler yaratmaktadır. Soykırımlara uğramanın bir nedeni de biraz da bu aşırı biriktirmeden kaynaklı oluşan tepki olmaktadır.
Sermaye ve bilgi güç ve iktidar demektir. Bu ikisini de Yahudiler üç bin yıldır çok iyi bir biçimde sürdürmektedirler. İktidar yeni iktidarlar doğurur ve giderek bir çatışma gelişir. Bunun sonu soykırım olmamalı elbette, ama iktidar geleneğinde bir kabileyi, topluluğu tümden ortadan kaldırma, erkekleri öldürme, kadın ve çocuklara el koyma bir iktidar kuralı olmaktadır. Böylesine bir gücü elinde tutmak onun kötü sonuçlarına razı olmayı baştan kabullenmek demektir. Elbette bunu belirtirken Yahudi kavmini bir bütün ele almıyoruz. Yahudi kavminin içinde olan üst kesimi, iktidarcı kesimi belirtiyoruz. Yoksa her sınıflı toplumda olduğu gibi Yahudi toplumunda da yönetici üst sınıf iktidarla haşır neşir olurken, halk kesimi kendi varlığını koruma mücadelesi vermektedir.
Tarihi iki nehir akışı olarak ele alan Önder Abdullah Öcalan demokratik uygarlık nehri ve ondan doğan ve bir kol olarak süren merkezi uygarlık nehrini tarihin akışı olarak ele almakta ve böyle yorumlamaktadır. Dolayısıyla Yahudi kavmi de kendi içinde bu nehrin akışına benzer iki kol olarak hep bir mücadele içinde akışını sürdürmektedir. Bilebildiğimiz kadarıyla tüm iktidar güçlerinin yanı başında Yahudiler olduğu gibi, aynı şekilde ilerici, direnişçi, sol-sosyalist güçlerin içinde ve öncü düzeyde Yahudiler de bulunmaktadır. Tümdenci yaklaşmıyor, farklılığı hep göz önünde bulunduruyoruz.
MÖ. 1020-950 yılları arasında Davut ve Süleyman peygamberler döneminde bir Yahudi krallığı kuruluyor. Ama kısa bir sürede yıkılıyor. Bundan sonrasında bir daha Yahudiler bir krallık ya da devlet olarak kendi toprakları üzerinde bir siyasi birlik oluşturamıyorlar. Ta ki 1948’de İsrail devleti kurulana kadar!   DEVAM EDECEK



EZGİ DEMİRSU

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.