Qesra Qenco’dan Düsseldorf’a

Almanya’ya geleli çok az bir zaman oldu. Kültürünü bilmemek, bunlar normalde sorun değil. Sorun burada yaşamak zorunda olmak. Sorun burası değil, sorun oraya geri dönememek. Mülteci olmanın en feci yanı, bir daha geri dönemeyecek olmaktır. ’20 yıl sonra dönersin’ diyorlar. Onlar 20 yıl dedikçe ciğerim parçalanıyor.
SON MÜLTECİLER 16. BÖLÜM
İSMET KAYHAN
Heja Türk, genç bir mülteci. Bundan 6-7 ay önce Türkiye’yi terk ederek Almanya’ya siyasi sığınma talebinde bulundu. Şimdi burada yaşıyor. Almanca öğreniyor, sinema ve müzikle ilgileniyor. Heja, Kürt siyasetinin duayen isimlerinden Ahmet Türk’ün torunu. Heja, siyasi yasaklar, hapis cezaları, işkence ve katliamları yaşayan bir ailenin içinde büyüdü.
Mardin denilince akla gelen birkaç tarihi yapıdan biri olan Qesra Qenco’da çocukluğu geçen Heja Türk’ün o muhteşem tarihi yapıdan kopup Almanya’ya gelmesi çok zorlu geçmiş.
2016 yılında Boğaziçi Üniversitesi otoparkında bulunduğu iddia edilen bombalı araçla ilgili gözaltına alınıp ‘örgüt üyeliği’ iddiasıyla tutuklandı. İddianamede Heja’nın evinde bulunan Kürtçe kitaplar ve telefonundaki Kürtçe müzikler suç delili olarak yer aldı. ‘Örgüt üyesi olmak’, ‘sosyal paylaşım sitesi üzerinde örgüt propagandası yapmak’ ve ‘Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret’ten 7 yıldan 19 yıla kadar hapisle cezalandırılması istendi.
Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Heja Ahmet Türk’ün yeğeni olduğu için Türk basınında ‘Torununun şok planı’ manşetleriyle linç kampanyasına maruz kaldı. Bombalı araç, örgüt üyeliği derken sonunda Heja ‘Erdoğan’a hakaretten’ 9 ay cezaevinde kaldı.
Cezaevinden çıktıktan bir süre sonra Türkiye’den ayrıldı. Heja, Latin Amerika üzeri Almanya’ya uzun bir yolculuk yaptı. Almanya’da siyasi sığınma talebi kabul edilen Heja Türk yapmak istediği ve yarım kalan işlerini tamamlamakla uğraşıyor. Heja hikayesini anlattı.
Sizi Almanya’ya ne sürükledi?
Türkiye’den ayrıldım. Çünkü hapis cezam onaylandı. Ondan önce ise 9 aylık bir tutukluluk süreci vardı. Cezaevinden çıktıktan sonra hemen ayrılmadım Türkiye’den, çünkü son ana kadar ceza almayacağımı düşünüyordum. İnsan çaresizlikten hukuka inanmak istiyor. Ben müzik, sinema ve edebiyat ile uğraşan bir insanım. Bir daha cezaevine girip vakit kaybetmek istemedim. O cezayı hak ettiğimi de düşünmedim. Kısaca beni kafese koymak istiyorlardı, ben ise uçmak istiyordum.
Peki şu an uçuyor musunuz?
Hayır uçamıyorum. Neyse, ceza çıktı. Ben kaçakçılarla görüşmeye başladım. Ve nerdeyse on gün içinde cezayı onayladılar. Almanya’ya Latin Amerika üzerinden geldim. En son Almanya uçağına bindirilene kadar bir şey düşünemiyorsunuz. Tam bir ”survival-hayatta kalma” durumu var. Yolculuk 10 saat falan. Uçakta idrak ettim içine düştüğüm durumu.
Demek ki, yola çıkarken ciddi bir muhasebe yapmamışsınız...
İlginçtir: Ben normalde sınırlara inanmam, (bu demek değil ki Bağımsız bir Kürdistan fikrine karşıyım.) Ama herkes istediği her yerde olabilir bana göre. Düsseldorf Havaalanı’na indim. Şunu düşünüyorum; ”Burda olmaya hakkım yok, eğer Alman devleti beni kabul etmez ise onlar haklı.” Ağlamak üzereyim. Ama güçlü olmaya çalışıyorum, kafada Kürtlük ve feministlik var. Pasaport kontrol polisine titreyen sesimle, ”İltica etmek istiyorum. Beni tutuklayabilirsiniz” dedim. Yani, en başta beni tutuklama hakları olduğunu düşündüm. Halbuki yanlış bir şey yapmıyordum. Burada bir düşüş var. Ben o cezayı hak etmiyordum fikrinden, beni tutuklayabilirsiniz fikrine doğru bir düşüş. Kendinde bir yabancılaşma. Kendi perspektifini unutup, muktedirin perspektifi ile düşünme var. Bunlar benim ilk mültecilik dakikalarım...
Ya sonra?
Sonra işlemler devam etti. Valizleri falan aradılar. Kadın polis kirli çamaşırlarımı ellerken özür diledim, uzun bir yolculuktu dedim. Önemli değil ben alışığım dedi. (Hala kendimi kabul ettirmeye çalışıyorum o ”özür” ile. Belki de normalde temiz olduğumun bilinmesini istiyorum. Peki ama orada bir daha görmeyeceğim insana niye kanıtlamaya çalışıyorum temiz olduğumu. İlk anda eşitlemeye çabalıyorum ilişkiyi.
En son, sıra üst aramaya geldi. Arka odaya geçtik. Ben ve özür dilediğim polis var. Soyunmamı istedi. Hiç itiraz etmeden soyundum. İçimde yanan bir şey var. Gururum eriyor. O anda bile çıplaklık normal bir şeydir diye geçiriyorum içimden. Çok yersiz bir düşünce. Bütün bu süre boyunca hep ağlamaklıyım ama ağlamıyorum. Kadın iç çamaşırlarımı da çıkarmam gerektiğini söylüyor. Elimi çamaşırıma attığım anda, tutamıyorum artık kendimi.
Ağlamaya başladım. Kadın anlayışlıydı, ya da alışkındı. Ben ağlarken bekledi. Şimdi bile o anı hatırlayınca midem ağrıyor. Şimdi bunu neden anlatıyorum? Biz cezaevindeyken, asla çıplak arama yaptırmazdık. O kazanılmış bir haktı ve böyle bir aşağılamayı asla kabul edemezdik. Ama şimdi yine bir düşüş var. Hemen kabul ediyorum, ağlaya ağlaya emirlere uyuyorum, Çıplaklığımdan utandığımdan değil ağlamam, yüreğim çırılçıplak sanki. Topraklarımın dışındaki ilk saatlerim böyleydi.
Geride neyi bıraktınız?
Hayatımı bıraktım. Evet genç ve yeteneklisin. Hatta ilk gün, İngilizcesi çok iyi olmayan polisler üzerinde su gibi İngilizcemle etki bile bıraktım. Sonra kamp süreçleri var, oralarda pek bir şey hissedemiyorsun. Gene bir ”Survival” durumu. Sonra oturum aldım ama bir şeyler ters gidiyor. Kimseyi tanımıyorsun. Edward Said’in deyişiyle: ”Sürgün sefil bir yalnızlıktır.”
Hayat demek, para demek, diploma demek, iş imkanı demek değildir. Hayat biriktirdiğin insanlardır. O yüzden artık bir hayatın yok. ”Ben öldüm” diyorsun. Halbuki uçacaktım. Şu an emekleye emekleye ilerliyor hayatım.
Mültecilik hem bir kaçış hem de bir meydan okumadır. Sonuçta kaçtım. Yani onlara gücüm yetmedi ve kendi ülkemden Ahmet Kaya’nın deyimi ile ”sr.. çekildim...”
Bunları yeni mi fark ettiniz?
Şu an bunun ne kadar utanç verici olduğunu yeni yeni fark ediyorum. Üzerine pek düşünmemiştim. Yenildim... Ama aynı zamanda bu bir meydan okumadır. Yani şu an cezaevinde olabilirdim. Bunu reddettim. Dolayısıyla ben onlara ‘sr..’ çektim. Ceza aldığımız gün, dosya arkadaşım ve canım ciğerim Çağrı Kurt ile konuştuk. Dedi ki, ”Can, bu öfkeyi nasıl kullanabiliriz.’’ Dedim ki, ”Ben öfkeli değilim. Ben bir seri katil kadar sakin ve planlı ilerleyeceğim. Bir gün yurdumuza en güçlü halimizle döneceğiz. İkimizde biliyoruz. İşte sen bizi o zaman gör.”
Şu an alıştınız mı?
Ben normalde, çok enternasyonel bir insanım. Uyum ve adaptasyon problemim yoktur. Çok iyi derecede İngilizce ve İspanyolca bilirim. Almanya’ya geleli çok az bir zaman oldu ama Almancayı da kolay öğreniyorum. Kültürünü bilmemek falan, bunlar normalde sorun değil. Sorun burada yaşamak zorunda olmak. Sorun burası değil, sorun oraya geri dönememek. Tercihen iki yabancı dil öğrenmişsin. Ama Almanca öğrenmek zorunda olmak zor geliyor.
Mülteci olmanın en feci yanı, bir daha geri dönemeyecek olmaktır. ”20 yıl sonra dönersin” diyorlar. Onlar 20 yıl dedikçe ciğerim parçalanıyor. Geri dönüşü var... Döneceğiz... O yüzden dönüşümüz muhteşem olmalı.
Çalışıyor musunuz?
Şimdi Almanca öğreniyorum. B1 seviyesine başladım. 6-7 aydır Almanya’dayım. Pasaportum geldi. Bir iş buldum.
Aslında gelmeden önce bir film çektik, onunla uğraşıyoruz. Kendi hikayemizin filmini çektik. Ben film de oyuncu ve yapımcı olarak yer aldım. Filmi festivallere falan yolluyorum. Yapımcılık yapmaya çalışıyorum aslında. Kürt sinemasına bir katkı olacak. Filmin dili Türkçe ve Kürtçe. Güncel sürece dair, gerçeklerden esinlenen kurmaca bir film.
Burada sinemaya devam edecek misiniz?
Evet, film yapmaya devam edeceğim. Aynı zamanda bir müzik albümü kaydediyordum. Albüm, söz müziği bana ait olan bestelerden oluşuyor. Ama kayıtları bitiremeden çıkmak zorunda kaldım. Onu devam ettireceğim. Cezaevine girmeden önce Colombia Üniversitesi’nden kabul almıştım ve yıllık 75 bin dolarlık bir Master bursum vardı. Orada Karşılaştırmalı Edebiyat bölümünde Kürt Edebiyatı ve İrlanda Edebiyatı çalışacaktım. Onlar gitti. Şimdi burda akademiye devam edeceğim, üniversitelere başvuracağım. Türkiye’de tercümanlık ile geçiniyordum. Almancayı tam öğrenince burda da bu işi yapacağım. Bunlar Türkiye’de veya Kürdistan’da yaşasaydım da yapacağım şeylerdi. O nedenle zamanı geldiğinde, filmlerimi ve albümlerimi bavuluma koyup döneceğim.
Aslında darbeleri, faşizmi, baskıyı aile boyu yaşadınız/yaşıyorsunuz. Ailenizde mültecilik var mıydı?
Evet tabiki var. Halam eşi gerillada şehit olduğu için, sürgündür. Yakın dönemde iki kuzenim daha mülteci oldu. Onlara da ceza çıktı. Şu an Almanya’dalar. Başka bir akrabam Britanya’da, o da dönemiyor. Çok var, hepsini tanımıyorum. Aile biraz büyük... Gelmeden önce Ahmet (Türk) amcaya benimle gelmesini teklif ettim.... Nasıl olacak o iş der gibi baktı bana.
