Remzi Kartal, Komplo'yu anlattı: Zalim bir dünya!


15 ŞUBAT söyleşileri - 1. Bölüm
OSMAN OÐUZ/YEKO ARDIL
KONGRA GEL Eşbaşkanı, Kürt Özgürlük Hareketi’nin tanıdık simalarından biri. Onu yalnız Kürtler değil, Kürt halkı ve mücadelesine kulak veren hemen herkes tanır; Avrupa’dakiler ise illa bir yerlerde karşılaşmıştır. Kimi zaman bir parlamentoda konuşma yaparken, kimi zaman misafirlerine çay taşırken, kimi zaman ise üzerinde Kürt Halk Önderi’nin fotoğrafı olan önlüğüyle açlık grevinde…
Remzi Kartal, Van’da, “aristokrat” bir ailede başladığı yaşamını daha ilk gençliğinden itibaren halkının özgürlük mücadelesiyle birleştirmiş. Ulusal bilinç ve mukavemet ile ilk tanışması, Dr. Şivan nâmlı Sait Kırmızıtoprak’ın örgütüyle olmuş. O, Dr. Şivan’ın bizzat görüşerek toparladığı merkez yöneticilerinden biriymiş. Daha sonra ise giderek artan bir tempoyla Kürt Özgürlük Hareketi saflarında mücadele etmeye başlamış.
Kartal’la, Öcalan’ın uluslararası bir komployla Türk devletine teslim edilmesinin yıldönümü vesilesiyle bir araya gelip Öcalan’la tanışmalarını, ardı sıra gelişen olayları ve 15 Şubat 1999’a bağlanan günlerde yaşadıklarını konuştuk.
Kürt Halk Önderi’yle ne zaman, nasıl tanıştınız?
İlk direkt diyalogum, 93 yılı başlarında, henüz daha ülkeden çıkmadan, telefonla olmuştu. O zaman kendisi Şam’daydı. Daha sonra yine 93’te bir arkadaş grubu ile Önderliği ziyaret etmiştik. O zaman 1 ay boyunca Önderlik sahasında kaldık.
1994’te zorunlu olarak Avrupa’ya çıktıktan sonra da milletvekili grubu olarak Önderliği ziyaret ettik. Sonra da 97 yılında… Yani üç kez Önderliği Şam’da görme imkânım oldu.
93’teki görüşmeniz ne içindi? Ne yaptınız birlikte?
93’te temel amaç Önderliği ziyaretti, yaklaşık 1 ay Güneybatı Kürdistan’da kaldık. “10. kat” diye anılan, Önderliğin zaman zaman gelip kaldığı evde kendisiyle görüştük. O süreçte Qamişlo, Kobanê ve Efrîn bölgelerinde, yani bütün Güneybatı Kürdistan coğrafyasında 48 halk toplantısı yapmıştık. Köylerde, merkezde, her tarafta… Yani hem Şam’da Önderliğin yanında beraber kaldığımız bir süreçti hem de bölgede halk ile beraber olduğumuz bir süreçti.
Peki sonraki görüşmeler?
94’te gittiğimizde ise artık Parti Okulları açılmıştı. Orada da Önderlik’le beraberdik. Hem derslere katılıyorduk hem direkt kendisiyle yüz yüze görüşme imkânımız vardı. O zaman yine 1 ay kadar Güneybatı coğrafyasında, her tarafta halk toplantıları programı da vardı.
97 Ocak’ta gittiğimde ise 3 ay kaldım. O zaman bir eğitim devresine katıldım. Ocak’tan Nisan’a kadar… Nisan’da yüze yakın arkadaşla birlikte Güney’e geçtik.
Öcalan’la ilgili ilk izleniminiz, sizde yarattığı fikir ve duygu nasıl oldu?
İlk karşılaşmamızda tabii kadın yapısı var, genel örgüt yapısı orada… Henüz Parti Okulu açılmamış ama evlerde eğitimler yapılıyor. Yurtseverlerin yanında kalıyorduk, Önderlik’le ise dediğim gibi 10. kat dedikleri yerde bir araya geliyorduk.
İlk izlenim, benim için şoktu. O güne kadar Kürt sorunuyla ilgili kendimce bir tecrübem vardı; birçok çevre, birçok insan görmüştüm. Ama birebir bir insanın psikolojik etkisini, ilk defa bu denli görüyordum. Hani derler ya, biriyle görüştüğün zaman onun psikolojik etkisini direkt üstünde hissediyorsun. Önderliğin çok farklı bir etkisi vardı. Daha sonra PKK’nin dışında başka kişilerle de konuştum; onlar da Önderlik’le görüşmelerinde aynı etki altında kaldıklarını söylediler. Tarihte benzer bazı örnekler de var. İnsanları kişiliğiyle, hitabetiyle, duruşuyla, ciddiyetiyle, konulara hakimiyetiyle doğrudan etkileyen; insanlar üzerinde kendi doğal ağırlığını hissettiren bir karizması vardı; oldukça etkiliydi.
O süreçten aklınızdan çıkmayan bir anekdot var mı?
O zamanlar henüz Türkiye’den tamamen çıkmamıştım. Bir grup arkadaş ile gitmiştik. Oradan tekrar Avrupa’ya gittik ve ardından Türkiye’ye geri döndük.
Orada arkadaşlar, Önderliğin istemi üzerine bizi Emevî Camisi’ne götürdü. İşte Selahattin Eyyubi’nin mezarını ve oradaki diğer eserleri görmemizi istemişti. Biz içeride camiyi gezerken yanımızdaki diğer arkadaşın ayakkabısını çalıyorlar. Dışarı çıktık ki ayakkabı yok. Böyle çok yırtık, pırtık bir şey bırakmışlardı. Hemen gittik, arkadaşlar yakın bir yerde ayakkabı aldı.
Önderliğin yanına gittiğimizde bu hikayeden bilgisi vardı. Güldü, espri yaptı ve sonra döndü, gayet ciddi bir şekilde dedi ki, “Ayakkabının altında etiket var, Arapça’dır. Siz şimdi gidip Meclis’te oturacaksınız, ayak ayak üstüne atacaksınız ve o etiket dikkatleri çekecek. Çıkarın.”
Tabii bu oldukça dikkat çekiciydi. Önder Apo’nun böyle bir detayla ilgilenmesi… En ufak bir detaya kadar, kimsenin aklına gelmeyecek detaylara kadar yoğunlaşması… “Onu hemen şimdi çıkar, unutma” dedi arkadaşa. Demek ki bu hareketin, iğneyle kuzu kazma diyorlar ya, en ufak detaylarına kadar ilgilenen, yoğunlaşan, çözümler üreten ve hareketin bugünlere gelmesini sağlayan tarz, bu tarz işte. Önderlik tarzı…
Sizin kişisel olarak Kürt Özgürlük Mücadelesi ve ulusal bilinçle tanışmanızda da belirleyici etkisi oldu mu?
Başta şunu söyleyeyim: Ben örgütsel mücadeleye ilk Dr. Şivan’la, Sait Kırmızıtoprak’la başladım. Dr. Şivan’la birlikte örgütün kurucuları arasındaydım. Çünkü Dr. Şivan, tek tek insanlarla konuşarak, diyalog kurarak örgütünün merkezini oluşturdu. Üniversite öğrencisiydim. O dönemde merkez kurucu üye olarak konuştuğu arkadaşlardan biri de bendim.
Önderlik sahasına gittiğimde kitaplıkta gördüğüm metinlerden biri, Dr. Şivan’ın bizzat kendisinin yazdığı bir çalışmaydı. Önder Apo, benim siyasi geçmişimi de biliyor. Bana dedi ki, “Dr. Şivan yaşasaydı, belki PKK kurulmayabilirdi. Biz belki de onunla birlikte bu mücadeleyi sürdürebilirdik. Ama maalesef Güney gerçeğini iyi göremediği, iyi analiz edemediği için bunu hayatıyla ödedi.”
Bu çok önemli bir değerlendirmeydi. Bunu yaparken, Dr. Şivan’ın çıkışı, kişiliği ve Önderlik tarzını pozitif görüyordu. Kendisine hitap ettiğini söylüyordu. “Maalesef bu şekilde dramatik biçimde son bulması ardından devam eden ise Dr. Şivan’ın çizgisi değildi” diyordu Önderlik.
Bunları size yönelik konuşmasında mı söylüyordu?
Evet, Dr. Şivan’a ilişkin değerlendirmeler yaparken söylüyordu bunları bana, önemliydi ve anlamlıydı. Dr. Şivan’ın şahsına verdiği değer ve önemi ortaya koyuyordu. Dr. Şivan sonrasında gelişen sürece yönelik de ağır eleştirileri vardı. İsimler vererek, partinin artık Dr. Şivan’ın çizgisinden, devrimci anlayışından uzaklaştığını söylüyordu.
97’deki son görüşmenizden 2 yıl sonra Öcalan, bir komployla Türkiye’ye teslim edildi. O dönemin sizin açınızdan görüntüsü neydi? Nasıl yaşadınız o dönemi?
Ben o dönemde Güney Kürdistan’daydım. 97 Nisan-99 Ocak arasında Güney’de kaldım. Sürgünde Kürdistan Parlamentosu (PKDW) heyeti adına gitmiştik. KNK henüz kurulmamıştı.
Önderliğin Suriye’den çıkışından itibaren Güney Kürdistan’da siyasi partiler, sivil toplum kurumları, halk ve gerilla arasında yoğun bir çalışma yürüttük. İlk mesele, gerillanın konsepte kilitlenmesi, gelişmeleri doğru anlamasıydı. Esas tartışma, yoğunlaşma, o süreçte gerillaların ve örgütün yaşanan ağır sürecin şokunu atlatmasıydı. Bu tartışmalar yürütülüyordu.
Sonra Önderlik, Moskova’ya geçti. O süreçte arkadaşlar, “Siyasi, diplomatik çalışmalar gerekebilir; artık Önderlik ülke dışında; o çalışmalarda yer almak amacıyla sen de gitsen iyi olur” dedi. Doğu Kürdistan’a geçtim. Pîranşar, Urmiye, oradan Tahran… Arkadaşların kaldığı yerler vardı, gerekli işlemler tamamlanıncaya kadar, yaklaşık 1 ay kadar orada kaldım.
Daha Pîranşar’a geçmeden, dağdayken, radyoda Önderlik’in Roma’da gözaltına alındığı haberi verildi. 12 Kasım 1998… Geçtiğim taraf sınırdı, gerillanın hâkim olduğu bir alandı. Gelecek kuryelerle Moskova’ya gitmek üzere bilinen planlama çerçevesinde hareket edecektim ama tabii büyük bir şok yaşandı.
“Önderlik gözaltına alındı.” Haber bu. Büyük bir şok ve büyük bir tepki, öfke… Fakat şunu gözlemledim: Çok hızlı bir şekilde gerilla komuta kademesi ve bütün yapı, durum değerlendirmesi yaptı. Çok isabetli, yerinde değerlendirmeler yapıldı. Orada Önderliğin gözaltına alınarak resmi bir konuma geçtiği, güvenceye alındığı tespiti yapıldı.
Yani İtalya’da olduğu bilinmiyor muydu o günlerde?
Önderliğin o süreçte Moskova tarafında olduğunu biliyorduk. Radyo haberiyle İtalya’da olduğunu da, gözaltına alındığını da öğrendik.
Peki, haberden sonra ne yaptınız? Buna rağmen geçtiniz mi Moskova’ya?
Komuta kademesinin değerlendirmeleriyle hemen şok geçti ve “Ne yapılmalıdır” yönünde kapsamlı değerlendirmeler yapıldı. Ben Moskova’ya gidiyordum. Ne yapmamız gerekiyor? Yola devam… Bu kez aynı çerçevede Avrupa’da yoğun bir diplomasi çalışması olacak. Tabii ben sınırı geçtim ama Tahran’da 1 aydan fazla takıldım. Vize ayarlanacak, ilişkiler sağlanacak derken…
Tahran’daki işlemler bitti, Moskova’ya geldim, oradan artık hazırlık yapıyoruz, Avrupa’ya geçeceğim. Biletler, her şey hazırlandı, uçağa bindim, ben uçaktayken bu sefer Önderlik Roma’dan ayrılıyor.
Bu dönemde görüşebiliyor muydunuz kendisiyle?
Hayır, doğrudan kendisiyle görüşme imkânı yoktu. O zaman sadece Mahir Welat ile telefon görüşmemiz olmuştu. O İtalya’daydı. Zaten Önderliğin oradan çıkmasında onun yaptığı görüşmeler etkili olmuştu. Ben Avrupa’ya geliyordum, bana telefonda “Kal” falan diyemedi, bir risk olmaması açısından. Halen Önderlik orada diye biliyordum. Ben Brüksel’e indim, dediler ki “Önderlik İtalya’dan ayrıldı.”
Ondan sonraki süreç zaten biliniyor. Artık Önderlik Uluslararası Komplo’nun insanlık dışı konseptinden kurtulamadı. Yunanistan, Beyaz Rusya, tekrar Yunanistan ve ondan sonra Kenya’ya giden süreç ve esareti… O süreçte artık görüşme, irtibat kurma şansımız olmadı.
15 Şubat 1999 gününü siz nasıl yaşadınız?
Burada (Brüksel), evdeydim. Gece yarısı telefon geldi PKDW’den, “Acil buraya gelin” dediler. Atladık, geldik. Türk televizyonları yayın yapıyor, görüntüler var. Nasıl yakalandı, nasıl getirildi…
Tabii herkeste büyük bir şok, öfke, üzüntü… Büyük bir yıkım içindeydik hepimiz. O bakımdan gerçek anlamda hem birey olarak hem de halk olarak o gün herkes için kara gündü. Bir halka özgürlük umudu veren, yaşama umudu veren, bir halkın ayağa kalkmasını sağlayan güç kaynağının böyle bir tabloyla esir edildiği haberi, gerçekten herkeste büyük bir yıkıma, çöküntüye neden olmuştu. Hepimiz için böyleydi.
Asla unutulmayacak. O günün öfkesi, kini, hesaplaşması… Birey olarak, hareket olarak, halk olarak, hiçbir zaman unutmayacağız. Hesaplaşma nasıl yapılır? İlla kaba anlamda, aşiret mantığıyla değil. Önderliğin inançları, amaçları, düşünceleri çerçevesinde bir hesaplaşma… Onun yaratmak istediği özgür geleceği yaratarak… Onun şahsında bir halkın geleceğini karartmak isteyen bir sisteme karşı bu temelde bir mücadele yürütüldü ve yürütülmeye devam ediliyor.
Bugün Öcalan yakalanalı 18 yıl oldu ve yine çok uzun süredir kendisinden haber alınamıyor. Kimsenin net, resmi bir bilgisi yok. Mehmet Öcalan’ın yaptığı son görüşmeden bu yana size ulaşan herhangi bir bilgi var mı?
Hayır, hiçbir şey yok. Hiçbir bilgimiz yok. Şimdi sadece halkımızın şunu esas almasını istiyoruz: Devlet topyekûn bir savaşla halkımızın iradesini yok etmek istiyor. Şehirlere, halka, siyasi partilere, belediyelere, gerillaya, Kürt basınına, aydınlara, sivil toplum örgütlerine yönelik uygulamalar ortada, biliniyor. Yetmiyor, Rojava’ya; yetmiyor, Şengal’e, Musul’a… Kürtler, Özgürlük Hareketi, hiçbir yerde hiçbir bir şey sahibi olmasın diye, her yerde düşmanlık yapıyorlar. Bunu yapan devlet, aynı işi Önderlik üzerine de yapıyor, yapacak.
Halkımız bunu çok iyi anlamalıdır. Bu işin ciddiyetini herkes idrak etmelidir. Önderliğimize yönelik devletin yürüttüğü bu konseptin baş aktörleri olan Erdoğan ve Bahçeli’nin, Önderliğimizin yaşamına yönelik de bir ortak politika içinde olduğunu tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok.
18. yılı bitiriyoruz, 19. yıla gireceğiz. 19. yılda, Önderliğimizin yaşamı, özgürlüğü tamamen bizim elimizdedir, halkımızın elindedir. Önderliğimizin yaşamına, halkımızın özgür, onurlu yaşamına kast eden bir devlet politikasıyla karşı karşıyayız. 19. yıl mücadelesi, taraflar için tam bir final mücadelesidir.
Peki özetle, ne yapılmalı?
Önderliğimizin 44 yıllık bir mücadele süreci var. 73 Newrozu’ndan beri… 44’üncü yıl, bir final mücadelesidir. Önderlik mücadele ediyor, direniyor; büyük ve tarihi bir direniş sergiliyor. Bir tarafta halkımız direniyor, dört parçada. Bir tarafta gerilla direniyor, yaşamın her alanında. Zindanlarda, dağlarda, sokaklarda… Önderliğin özgürlük yürüyüşünün 44’üncü yılıdır, esaretinin 19’uncu yılı. Bu yılda artık Önderliğimizin yaşamıyla ilgili tehdidi, oluşan uluslararası güç dengelerini, halkımızın ve hareketimizin büyük bedellerle yarattığı zemini de gözeterek hemen seferber olmamız gerekiyor. Önderliğimizin yaşamına, halkımızın geleceğine kast eden tehlikeleri tam olarak ortadan kaldırmamız gerekiyor. Herkes Önderliğin özgürlüğüne kenetlenmelidir.
‘Yetmez yoldaşlık’ ne demekti?
19. yıla girerken, şu anda düşündüğünüzde, “Şunu yapsaydık Önderliği komplodan koruyabilirdik” dediğiniz bir şey var mıdır?
Önderliğin tespitleri, kısa vadeli, geçici tespitler değil. Bu konuyla da ilgili Önderliğin yaptığı tespit tarihseldir, süreklidir. Neydi o tespit? “Sahte dostluk, yetmez yoldaşlık nedeniyle buradayım.” Esaretini izah eden en özlü tespit.
Şüphesiz ki esarette yetmez yoldaşlığın doğrudan muhatabı olanlar, Önderliğin yol arkadaşlarıdır, örgütüdür. Bu konuda hepimiz doğrudan sorumluyuz. Eğer gerçek bir yoldaşlık yapabilseydik, halka gerçek öncülük yapabilseydik, bu mücadele çok farklı bir boyutta olurdu. Önderliği esarete götüren bir sürece değil, Önderliğin halkımızı özgürlüğe götürdüğü bir sürece hizmet ederdi.
Önderlik hep, “Gerçek PKK, PKK’nin içinde azınlıktadır” diyordu. İşte o azınlık ifadesi de, yetmez yoldaşlıkla ilgilidir. Tam bir yoldaşlık, PKK’lilerin Önderlik çizgisiyle bütünleşmesi demektir. Zaferi getirecek olan formül budur. Önderliğin esaretine yol açan da, bunun yeterince gerçekleşmemesidir. Çünkü Önderlik, düşmanın bütün politikalarını kendi taktik ve stratejik çıkışlarıyla önlemeyi başarmış ve sürekli halka, harekete yön vermiş bir önderlikti; düşman, bütün gücün kaynağının Önderlik olduğunu tespit edince ona yöneldi. Eğer Önderlik gibi hareket de rolünü etkili biçimde oynayabilseydi, düşman çözülecekti.
Hareket olarak hepimiz, yoldaşları ve örgütü, bu yetmez yoldaşlığı aşıp ona gerçek yoldaş olabilmenin mücadelesini veriyoruz. O koşullarda bile yine o, bu hareketi bir tıkanma sürecinden çıkarıp yeni bir paradigmayla, evrensel bir ufukla, sadece Kürtler için değil bütün insanlığın sorunları için yol gösterecek bir noktaya getirdi; hareketin yeniden büyümesini, bugüne gelmesini sağladı. Nitekim bugün hareket, Rojava’da, Kürdistan’da ilerici insanlığa örnek olacak bir halde yoluna devam ediyor.
Komplo’ya ilk yanıt: Kürdistan Ulusal Kongresi
KNK’nin kuruluşu, Uluslararası Komplo’ya verilen ilk yanıtlardan biri. Nasıl oldu?
KNK, Komplo’dan sonra kuruldu. Önderlik etrafında oluşan o büyük ulusal dayanışma, ulusal birlik tablosu kurdu KNK’yi. Dört parça Kürdistan’daki bütün hareketlerin tabanından insanlar vardı. Bazı hareketlerin merkezi olmasa bile Önderlik etrafında bir ulusal birlik ruhu doğdu.
Biz 94 yılında buraya bir grup milletvekili olarak gelmiştik. Buraya geldikten sonra Önderlik sahasına da gittik. Önderliğin o zamanki perspektifi ve genel değerlendirmesi net olarak şuydu: Kürtlerin en çok ihtiyacı olan şey ulusal birliktir, Kürdistan Ulusal Kongresi’dir.
Önderlik, “Kürt sorunu oldukça gelişiyor; bölgesel ve uluslararası güçler Kürtleri birbirine karşı kullanıyor; sömürgeci güçler kullanıyor. O nedenle acilen Ulusal Kongre’nin oluşması gerekiyor” diyordu. Onun önerisiyle bir hazırlık komitesi kuruldu; bütün partiler gezilerek geniş bir çalışmayla Ulusal Kongre’nin oluşturulması çalışmaları başladı. Önderlik, “Bunu yaparsak Kürt Hareketi büyük ivme kazanır” diyordu.
O gün bütün partiler gezildi. KDP, YNK, hepsi “İyidir” dedi. Ama sonra ikisi de geri çekildi. “Evet, Ulusal Kongre gerekiyor ama zamanı gelmedi” diyorlardı. Bölge devletleriyle olan ilişkilerinden dolayı bu çalışmaya giremedikleri açıktı. Bu olmayınca durumlar değerlendirildi ve Önderlik o zaman, “Biz bunların gelmemesine rağmen ısrar edersek ve kurarsak, Ulusal Kongre yara alır” dedi. “Bu partilerin içinde olmadığı bir birlik ulusal birlik olmaz, ulusal birlik imajı da bundan zarar görür” diyordu.
Bu durum içinde Sürgünde Kürdistan Parlamentosu’nun (PKDW) kurulması kararı alındı ve PKDW 1995’in baharında kuruldu. PKDW, 99 yılına kadar çalıştı; iyi bir çalışma da yaptı.
Uluslararası Komplo’yla birlikte ise istenen tablo ortaya çıktı: Ulusal birlik tablosu… Komplonun oluşumunda bazı Kürt partilerinin katkısı olduğu açıktı. Hatta doğrudan katıldılar, bu biliniyor. Koltuklarının altında dosyalarla ülkelerde gezdiler, hepsini biliyoruz. Fakat halk başkaydı. Bütün partilerin tabanı ayağa kalktı. Önderliğin böyle uluslararası bir komployla yakalanması, egemen kapitalist dünya sisteminin vahşetiydi. Düşünün ki bir halkın önderine ayak basacak bir yer bırakmadılar. Uluslararası düzeyde çelişkili olan bütün güçler, o zamanın Rusya’sı, Amerika’sı, Avrupa’sı, Türkiye’si, Yunanistan’ı, hepsi bir araya geldi. Aralarındaki derin çelişkilere rağmen hepsi bu konuda ittifak yaptı. Önderliğe ayak basacak, yaşayacak, mücadelesini yürütebilecek bir toprak parçası bırakmadılar. Çok zalimce bir şey… Bir halkın özgür gelecek umudunu ortadan kaldırmayı hedefleyen zalim bir dünya sistemi…
Böyle bir tabloda, partilerin yönetim politikası ne olursa olsun, bütün Kürt halkı ayağa kalktı. Büyük bir öfke, büyük bir üzüntü, tepki ve kinle halk ayağa kalktı gerçekten. Halkımızdaki bu tabloya bakarak, “Ulusal Kongre talebi karşımızdadır” dedik. PKDW dışındaki diğer çevrelerin de katılımıyla geniş bir Ulusal Kongre hazırlık çalışması başlattık. PKDW de karar aldı, oluşacak ulusal kongreye katılmak üzere çalışmalarını feshetti. Mayıs 99’a kadar yoğun bir çalışma yapıldı. Tabii ki halkın Önderliği sahiplenmesi gibi Kürdistan Ulusal Kongresi de Önderliği sahiplenmeyi görev bildi ve KNK’nin onursal önderi olarak kabul edildi.

Remzi Kartal’ın kitaplığında Kürt Halk Önderi Öcalan’ın fotoğrafı, özgürlük mücadelesi şehitleri Sakine Cansız, Engin Sincer ve Leyla Wali Hüseyin’in (Viyan Soran) fotoğrafları yan yana duruyor...
YARIN: KCK Yürütme Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar
